bugün

"sonsuza kadar asi olanım,
başımı bu dünyanın ötesine kaldırıyorum,
daha yükseğe,
her zaman dik ve yalnız!"

bengalli kazi nuzrul islam kendisini böyle tanımlıyor. pek haksız değil, bengladeş'te şair, müzisyen, devrimci ve filozof olmak sosyal yapının tabularla örülmüş dar oyun alanında onu hep yalnız ve biraz da "dik" durmaya sevketmiş. aşırı islamcı örgütler ve yapıyla çatışmasında temel hakları eksen alan çizgisinden bir sapma olmasa da, soğuk savaş döneminde bir tarafta "hak ve hürriyetlerden" bahsetmek diğer tarafta da "abd uşağı" veya "kızıl komünist" etiketlerinden biriyle ömür boyu yaşamak manasına geldiğinden üstüne düşenle yetinmiş, "kızıl komunist" olarak yaftalanmış.

özgürlük isteğindeki temel önermeler, hinduizmle birleşip, islam eleştirisine yöneldiği oranda islamcılar tarafından kötülenen nuzrul, hinduizmle islamı kaynaştırarak islamı islamlıktan çıkardığı iddialarıyla karşılaşsa da pek bunları sallamamış ve nihayetinde http://en.wikipedia.org/wiki/Kazi_Nazrul_Islam linkinde görüldüğü üzere efsanesi sanatsal üretiminin doğal bir sonucu olarak kendi kendisini onurlandırmış.

ben bunları niye yazıyorum?

klasik vatan haini indoktrinasyonu ve arkasından kahramanlaştırarak "millileştirme" ekseni bütün üçüncü dünya ülkelerinde bulunmakta, gözlerimiz görsün, nazım hikmet'i önce vatan haini ilan edip, suratına tükürülecek köpek diye manşetler atıp sonra vatan hainliğinden vatan şairliğine terfi ettirdiğimiz dönemde, özgürlük isteklerini es geçmemizin ve içeriğini boşaltmamızın bize has olduğu sanrısından kurtulalım istiyorum.

neticede, bengladeş'le biriz, üçüncü dünya ülkeliğinde.