bugün

onu ilk defa balzak keşfetmiş, daha sonra zvayg ölümsüzleştirmiştir. herkes onun hain ve dönekliğinden, iki yüzlülüğünden dem vurur. bana kalırsa fuşe'yi hemen ipe çekmek isteyenlerin bu görüşleri her ne kadar doğru gibi gözükse de tam manasıyla onu anlatmaz. fransızların entellektüellerin entellektüeli diye niteledikleri andre suarez'nin, don juan için "kendisine, kendi öz nefsine bu kadar sadık bir adam için hain denilemez" tarzında bir sözü vardı; bu sözü fuşe'nin hayatını etraflı bir biçimde tetkik edenler onun için de rahatlıkla söyler. kadın, içki, kumar ve diğer tüm zaafların hiçbirisine hiçbir şekilde dadanmamış ve ömrü boyunca kendine nefsine sadık kalmış bu bedbaht adam nasıl katıksız bir hain olabilir ki?
(bkz: bu bilgi google da yok canım)
tam fransa'dan veya afrika'dan gelen zenci ptt 1.lig kanat oyuncusu ismi var bu adamda.
Fuşe hakkında “dönek, hain” vesâir yolu pek çok niteleme ve hepsi birbirine benzer makale vardır. Mesele fuşe’nin şahsiyetine nüfuz edip onu tanımaksa, hakkında söylenen çoğu itham onun hakkında daha evvel verilmiş hükümlerin birer kopyaları olmaktan öteye gitmiyor. Onun hakkında, Şahsiyetine dâir farklı görüşlerden birisi:

“Esrarengiz bir adam… Bütün esrarı kendisini “yok” farzettirebilmesinde; bir topluluk içinde konuşmadan saatlerce durabilir ve konuştuğunda hiç renk vermeden konuşabilir. Karakterinin en belirgin tarafı, kendisini herhangi bir şeye bağlamamasında…

Herhangi birisi, bir şey yahut bir fikir; bunların hiçbirisinin onun için ehemmiyeti yok! Onun için mühim olan ihtirası; ihtirası da aynı müphemlik içinde.

O, para, kadın, mevki yahut başka bir şey için değil, bütün bir ihtirasının peşinde giden; neredeyse “tabiatı bu!” denilip mazur görülecek kadar tuhaf.

Ve hain!.. Andre Suarez’nin Don Juan için söylediği gibi “ Vefasız! Her zaman kendisine sadık kalan bir insan için böyle denilebilir mi?” Bütün kadınları aldatan ama kendisine sadık kalan Don Juan gibi, üç nesil içinde aldatmadığı lider, parti, dernek kalmadı ama kendi hainliğine, tabiatına hiç ihanet etmedi!

ihaneti bile tutarlı; kime hainlik edebilir ki? Manevî ve maddî hiçbir müesseseye, şahsa değil her zaman kendine bağlıdır; kendisi de ihtirasına; böyle olunca da, sabah şiddetle savunduğunu akşamüstü bütün gücü ve öfkesi ile reddedebilir. Başkaları için “ihanet” diye adlandırılan onun için sadece bir kelimedir; çünkü o, varlığının bütün zerresi ile ihtirasının dini üzerinedir. Hâliyle, bu ihtirasın va’zettiği her ne varsa onun için mübahtır!

Şahsiyeti, başkalarınca “şahsiyetsizlik” sayılanların üzerine kurulmuştur; ama kendi içinde öyle bir ahlâka bağlıdır ki kendi şahsiyetsizliğinden zerre fedâ etmez.

“Demir gibi sert bir kendini dizginleyebilme”ye sahib bu adamın süs ve lüks düşkünlüğü de yok. Doğrusu, içinde bunlara karşı “direnç” var.

Neredeyse “çirkin” diye nitelenebilecek bu adamın, “iskelet gibi kuru bir vücudu var”. Kemikli bir yüz, keskin bir burun. Topluluk içinde olduğu zamanlarda olduğu gibi, yalnız bulunduğu zamanlarda da kapalı bir ağız ve “buz gibi gözler”

Soluk… Sanki ölmek üzere olan bir hasta; neredeyse canlılıktan tek eser yok! Stephan Zweig’ın deyimi ile “bu yüzü canlı gösterecek renk maddesi yetmemiş zannedilir”. Ve görüntüsünün aksine tahayyül edilemeyecek derecede çalışkan.

Soğukkanlı… Belki de hayatı boyunca kaybetmediği (birkaç defası hariç) şey bu. Hiçbir hâdise onun bu ruhî yapısını sarsmadı; imparator Napoleon Bonaparte’ın en ağır hakaretler içinde giyotine göndereceği tehditlerini bile yüzünde tek mimik değişmeksizin ve tek renk vermeksizin karşıladı.

Kadın, kumar ve şaraptan her zaman uzak durdu. israfı sevmez ve kaslarını kullanmayı da; kas gücünden ziyâde kafa gücüne ehemmiyet verir. Soğukkanlılığının kanatları altında hiçbir sinir hareketinin varlığına rastlayamazsınız. Ancak gülümserken –ki o da kesinlikle bir istihzâ havasındadır- yüzünde bazı kırışıklıklara rastlayabilirsiniz.

Şahsiyetin –yahut şahsiyetsizliğinin- en büyük kuvveti işte bu müphemlikte gizli; “sinirlerine söz geçirmesini bilir, şehvet onu baştan çıkarmaz”.

Düşmanlarının yanlışlarını, ne zaman yanlışa düşeceklerini sabırla, taşları çatlatacak derecede kuvvetli bir sabırla bekler; “sinir nedir bilmeyen böylesine bir sabırlılığın kazandırdığı üstünlük korkunçtur”. Beklemesini, sonuna ve en uygun anına kadar beklemesini bilir. Böylece düşmanlarına en büyük, en sert ve en öldürücü darbeyi hiç zorlanmadan vurabilir.

“Hiçbir öfke ve gözdağı böylesine buz gibi soğukkanlı” bu adamın kılını bile kıpırdatamaz!

(Zvayg)ın “Gizli Kumarcı” tabiri onu ne güzel tasvir eder; asla elindeki kartları okuyamaz ve bilemezsiniz. işin korkunç yanı, onun oyunda olduğunu bile farkedemezsiniz.

ihtirası mı çevirdiği işlerden, çevirdiği işler mi ihtirasından güç alır bilinmez bir dinamo gibidir.

Her zaman gücün yanında yer alan bu adamı herkes küçümsedi. “Bir çeşit Sherlock Holmes benzeri” olan bu adamı ilk defa Balzac fark etti ve onu “psikolojik bakımdan zamanının en ilginç insanı” diye niteledi. Sonrasında ise Stefan Zvayg hayatını “Fransız ihtilâli’nde Bir Politikacının Portresi-” diye kitaplaştırdı. Fransız ihtilâli’nin bütün güdücülerini yakından tanıyan bu adamın, ihtilâl devri, Terör devri- Maximilien Robespierre ve Napolyon devirlerinin hepsinde -çoğu zaman gizli- imzası var. Balzak onu “insanlar üzerinde Napolyon’dan daha çok kudret sahibi” diye niteliyor.

Her devrin ikinci adamı- hatta yerine göre birinciden daha kuvvetli-, 1790’da Papaz Okulu öğretmeni, 1792’de kilise yağmacısı, 1793’te “komünist” fikirlerin taraftarı ve beş yıl sonrasının en zenginlerinden; on yıl sonrasının diplomatı, Zaptiye Nazırı, Otranto Dükü… Fransız ihtilâli’nin güdücülerinin üye bulunduğu Jacobinler Klubü Başkanı ve sonrasında Jakobenler Klubü’nün kapısına kilit vurup kapatan adam.

Napolyon’un “Muhteşem dönek” diye aşağıladığı, “iki saatte bütün Fransa’nın hâlini bana onun gibi kimse izah edemedi” diye de övdüğü, karısı ve çocuklarına bir ömür sadakatle bağlı olan, sinsi, psikoloji ustası, siyâsî havayı sezmekte mahir, Fransa’nın her köşesinde ne olup bitiyorsa ördüğü muhabere ağı ile bilen, zekî, çalışmaktan usanmayan bir mizaç... Entrikacı, Usta kumarbaz, büyük pokerci, politikacı Joseph Fouché…”