görsel

ingiliz casusu Hintli Müslüman Mustafa Sagir 6 Aralık 1920'de Ankara'ya geçer.. Bir süre Ankara Hükûmetine yardım getirdiği yalanı ile Gazi Mustafa Kemal Paşa'ya yanaşmaya çalışsa da bunu başaramaz, bir süre sonra yakalanır ve sonunda istiklal Mahkemesi karşısına çıkar.. Bundan sonrasını mahkeme üyelerinden ihsan Eryavuz'un ağzından dinleyelim..

Casusun kimyevi bir sıvı ile yazdığı mektuplar bir eczacımız tarafından açılmış ve tespit edilmişti. Muhteviyatı kendisinden istenilmiş şu suallerin cevapları idi :
I- Şeyh Sünusî Ankara'da mıdır ? Kendisinin orada şeyhülislam tayin edileceğini haber aldık, doğru mudur ?
II- Bağdatlı izzet'ten haber alamadık, nerededir ?
III- Mustafa Kemal Paşa'nın ikametgâhı ile muhafızlarının bulunduğu yer arasındaki mesafe ne kadardır ?
IV- Mustafa Kemal Paşa'nın şoförü hangi millettendir ? Ara sıra gezmeye çıkıldığı zaman takip edilecek yolu kendisi mi tayin eder, şoförüne mi bırakır ?
V- Bindiği otomobilin markası, projektörünün kuvveti nedir ? vd..

Muhakeme bitmeye yaklaşmıştı. Mustafa Kemal Paşa bana, "Mustafa Sagîr Efendi'yi ne yapacaksınız ?" diye sordu. kendisine, "Casusluk suçu güneş gibi meydandadır. Casusların akıbeti kanunen ne ise o da onu görecektir," diye cevap vermiştim. Bana, "Fevzi Paşa ve Adnan beyler (içişleri Bakanı Adnan Adıvar) bunun idam edilmesini uygun bulmuyorlar. ingilizlere karşı elimizde 'bir koz' olarak kalmalıdır diyorlar," dedi. Ben, "Paşam. Adalet bence bir vasıta değil, gayedir. Bununla beraber ingilizler, Doğu âlemini ve bu arada Osmanlı imparatorluğu ricalini daima kendi gücü ve kuvvetleri önünde eğilir görmeye alışmışlardır. Herhangi bir düşünceyle olursa olsun, Mustafa Sagîr'e kanunun gösterdiği cezayı uygulamayacak olursak, bunu daha ziyade kendi güçlerinin ruhumuzda halen yaşadığına ve korktuğumuza yükleyecekler. Bizim için de, 'Karşımızda yeni bir nesil değil, eski Osmanlı imparatorluğunun korkak kalıntıları bulunuyor' diyeceklerdir. Bu anlayış ilerisi için bize daha çok zorluklar çıkarabilir. Zannetmem ki mahkeme Fevzi Paşa ve Adnan Beylerin fikirlerine katılsın" dedim... Mustafa Kemal Paşa biraz düşünmüş, "Sonra bir defa daha görüşürüz. Bununla birlikte 'adalet vasıta değil, bir gayedir' denilir. Fakat bu henüz gayenin bilinmemesindendir. Yoksa gaye zannedilen birçok şey hakikatte bir vasıtadan başka bir şey değildir !" diye karşılık vermişti..
(23 Mayıs 1921'de mahkeme kararını verir : idam.. Ve ertesi gün, 24 Mayıs 1921'de, Karaoğlan Çarşısı meydanında, büyük bir kalabalık önünde, Mahkeme Katibi Rıza Bey'in kararı okumasından sonra asılır..)

》 KAMiL MAMAN - KARA DEFTER / Atatürk'ün Silah Arkadaşı ihsan Eryavuz Anlatıyor / Millî Mücadele ve Lozan.
topçu yüzbaşısı ihsan bey ile nuriye hanım’ın ilk çocukları olarak 26 şubat 1915 günü sabaha karşı üsküdar harmanlıktaki evimizde dünyaya geldim. iki katlı aşı boyalı olan evimizin arkasında içinde bir kuyusu olan ufak bir bahçemiz vardı. genç hamile karısını bırakarak erzurum’da 10. kolordu topçu kumandanlığını üstlenen babamı 4,5 yaşına gelinceye kadar tanımadım.

babam gazinin emri ile istemeyerek bahriye vekaletini (denizcilik bakanlığı) yüklendi. yüzme bile bilmeyen ve ömründe bir sandala bile binmemiş bir topçu subayını neden bahriye vekili yaptılar, anlamış değilim. herhalde gazi;

“bahriyeyi denizciler böyle bir rezil hale getirdiklerine göre, belki dışarıdan biri sopa ile onları adam eder” diye düşünmüş olabilir.

nitekim vekil olur olmaz babam bütün gemi ve tesisleri tetkik ettikten sonra bahriyeye zehir zemberek bir genelge yayınladı. bu genelge şöyle diyordu:

“sizleri gezip gördüm. durumunuz berbat. eskiden beri kayıtsızlık, tembellik ve miskinlik içindesiniz. artık bunları bırakmanızın zamanı geldiğini bilin. ben azimli, cüretli ve vazife aşkı olan bahriye subayları yetiştirmeye geldim. doğru dürüst çalışanlarınızı onurlandırıp terfi ettireceğim, buna uymayanları da ayıklayıp en ağır şekilde cezalandıracağım, bunu böyle bilin.”

1925 yazında cumhuriyet donanmasının ilk topçu atışları yapılıyordu. hamidiye kruvazörü, mecidiye kruvazörü ve peyk-i şevket torpidobutunun topçu subayları turgut reis zırhlısında toplanarak marmara’da ilk atışlarını yaptılar. alman amirali von gagern’in önünde yapılan bu atışlardan hiç memnun kalmayan rahmetli babam, amirali yanına çağırarak şöyle söyledi:

“amiral, biliyorsunuz sizin meşhur mareşal moltke’niz 5 yıl yüzbaşı olarak osmanlı ordusunda görev yaptı. başarılı olamadı, fakat bu başarısızlığının sebebi vardı. dönemin kumandanları onun tavsiyelerine uyacak yerde falcıların safsatalarına itibar ettiler ve nizip’te eşref saati bekleyerek mısır ordusu önünde rezil oldular. sonra mareşal von der goltz paşa geldi, o da başarılı olamadı, onun da sebebi vardı. onun devrini ben de yaşadım. topçu zabiti almama rağmen bir tek atış bile yaptırmadılar. padişahın vesvesesi yüzünden bize bir top mermisini bile göstermediler. ilk dolu cephaneyi ben ancak meşrutiyet’ten sonra görebildim. sizin ise hiçbir bahaneniz yok. bütün vekaleti emrinize verdim. başarısız zabitleri bana bildirin, hemen emekli edeyim, çalışkanları hemen terfi ettireyim. bir istediğinizi iki yapmam. başarılı olamaz ve bugünkü gibi feci atışlar gösterirseniz, sorumlusu siz olursunuz. hiçbir bahane ileri süremezsiniz. bu fakir milletin size ödeyecek parası yok. eğer bu vazifeyi tam yerine getiremeyecekseniz, sizlere güle güle derim” demiştir.

sonradan benim hayatımda önemli bir rol oynayacak olan amiral von gagern o günden sonra büyük bir hırs ile işe başladı ve bahriyenin kendine gelmesinde büyük bir rol oynadı. o andan itibaren de babama karşı büyük bir saygı duymaya başladı.

donanmanın kendine ait bir hava gücüne sahip olmasını isteyen babam, almanya’dan 8 tane deniz uçağı almış ve bunların sıkı bir şekilde gemilerle beraber çalışmalarına çok önem vermişti. bizim amasra seyahatine bu sekiz uçak da katılmıştı. başlıklarında birer kanat olan deniz uçak pilotları amasra’da büyük sükse yapmış, halk sahile yığılarak süzülerek gelip sahile inen uçakları çılgınca alkışlamıştı. aradan 70 küsur sene geçti. babamın atmış olduğu bu tohum ne oldu? bahriyenin kendi malı kaç sabit kanatlı uçağı var? (sonradan babamı mahkum ettirip, bahriye vekaletini lağvedip, milli savunma bakanlığına bağlayanlar, ilk iş olarak bu uçaklara el atıp “izmir müstahkem mevkii deniz hava birliği” olarak ordu emrine verdiler. kısa bir süre sonra da cümleden “deniz” kelimesini silip, deniz tayyareciliğini öldürdüler.)

babamın bana sonradan anlattığına göre o meşhur yavuz havuz davası şöyle gelişmiş:

gerek başbakan ismet inönü, gerekse genelkurmay başkanı olan mareşal fevzi çakmak bahriyeyi sevmezlermiş. bu sebeple para sarf edip bu yaralı gemiyi tamir ettirmek yerine, gemiyi hurdaya çıkarmak ve tahsisatı da başka işlerde kullanmaya karar vermişler. fevzi paşa, yavuz’un 15’inchlik topların bataryalarını söküp, kocaeli müstahkem mevkii’ne, yani darıca – gebze sırtlarına yerleştirmek, gemiyi de körfezde bir yerde tutup, bir kriz halinde yedekte çekerek çanakkale boğazında 10 adet 28 cm. topları ile bir yüzer batarya olarak kullanmak istemiş. ismet paşa da tabi buna dünden razı imiş. o günlerde demir yolu inşaatı ön plana alındığından (“demir ağlarla ördük vatanı dört baştan” marşında olduğu gibi) yavuz’un tamiri için ayrılmış tahsisatın demir yolu inşasında kullanılmasına gizlice karar vermişler. bundan haberdar olan babam da, donanmanın elindeki bu en tesirli vurucu gücü kaybetmemek için, acele ile daha evvel pazarlığını yaptığı fransız st. nazaire firması ile tamir sözleşmesini imzalar. planlarının bozulduğunu öğrenince inönü deliye döner ve “bakanlar kurulu kararı olmadan tamir işini mukaveleye bağladı.” suçlaması ile babamı yüce divan’a verdirir.

“bu sözleşme için vekil bey muhakkak şahsi menfaat sağlamıştır.” düşüncesi ile o günlerde basında yazı ve karikatürlerle babamın ne hırsızlığını ne de menfaat düşkünlüğünü bıraktılar.

sonunda tabii bir şey bulamadılar ama, emir yüksek yerden geldiğinden “tarafsız ve bağımsız” türk hakimleri neden göstermeden babamı iki yıl hapse mahkum ettiler. bu konuda sonradan sorulan sorulara verdikleri cevap tam türk işi idi: “öyle icap etti!”

Kaynak: oğlu asım bülent eryavuz’un kaleme aldığı “rüzgarda savrulan bir yaprağın hikayesi”