bugün

yıllar olur ki dönüp arkanıza bakmaya fırsat bulamadan yaşayıp gidersiniz. çok kurban bırakırsınız arkanızda her birinin boğazı oluk oluk kanamıştır, siz doyamamışsınızdır içmeye o kanı. her sevgi yeni bir başlangıç olarak düşer bedeninize, baharın toprağa düşüşü gibi filiz filiz olur içiniz, sevda kokar nefesiniz, yitirdikleriniz anlamlarıyla beraber yiterken zihninizde.

mevsimler gibidir sevmek, her sevmek bir mevsim evresidir. dört döner dört parçadan dörde bölünerek. sevmenizin baharında bir ağacın en güzel hali olursunuz dağ kovuklarında, yazı gelir sevmenizin havanız güzel dallarınız kurak , sonbaharında gazel döker sevdanız, eti koparılmış insan gibi içiniz görünür. öyle çok yüzsüzleşirsiniz ki ar damarınız çelik olsa çatlar. kışına gelince sevdanız kapatırsınız üstünüzü beyazlıklarla, altınız katilleri kıskandıracak kadar kirlidir oysa artık.

bir hikaye vardır bizim oralarda dillendirilir ara ara, çokça savaş, üç tane darbe görmüş yaşlılar tarafından ;

bir çobanı vardı köyümüzün uslu başlı akıllı adamdı, bir gece nasıl olduysa dellendi çocuk. sürüdeki 100 kuzunun 99 unu tek tek kesip attı uçurumlardan aşağıya. sabahına muhtar buldu çobanı kayalıklarda elinde ki bir tek kınalı kuzuyla. üstüne oturmuş ağlıyordu. usulcana yanaştı muhtar yanına sordu sessizce çobana ; " neden öldürmedin bu kınalı kuzuyu da" ? kala kaldı çoban, ağzından bir tek cümle çıkabildi ; - "acıdım" !!!

geride bıraktığınız yığınla enkazın altındakiler sebepsiz öldüler hiç acımadık onlara ya neden acıdık bir kişinin içerimizde bıraktığı yaraya.

herkesin içinde bir çoban var ölüdürüp ölüdürüp uçurumlara attığı kuzularıyla beraber ve herkesin içinde taşıdığı bir kınalı kuzusu var neden ölüremediğini çözemediği.
her kişi acılarla olgunlaşır. unutamadığı bir iç yarası nasırlanan bir anısı daima vardır.
içimde yaram...