bugün

yazarken kendini anlatmayan yazarın savunmasıdır. o sadece gözlerini kapatıp hayal etmesini biliyordur ve hayallerle yaşamaktadır. hayallerde akıyordur hayata. dünyayı üç boyutlu gözlemeye çalışıyordur her defasında. bir insana önden baktığında soldan nasıl göründüğünü tahmin edebiliyordur yaşar dururken amansızca. çevrenin nefes alıp verişi çarpıyordur masumca kulağına, tenine. tahmindir bunlar, hayal kuruyordur, o asla kendi değildir.
Bir tarafımız çok özgün, yaratıcı, ilişkilerinde ölçülü, sınırlı, ayarlı, ilişkilerde uyumlu... bir tarafımız ise daha çok rekabeti sever ve öfkeli. Çoğu zaman bu iki taraf çatışıyor. insan her zaman bu iki benlik arasında bir denge kurmaya çalışıyor. Bu denge kurulamadığında kaçınılmaz olarak krizler ortaya çıkıyor. Kendimizi de farklı dönemlerde farklı algılıyoruz. kendimizi iyi hissettiğimizde, dünyanın en güçlü ve en güzel insanıymış gibi algılıyoruz. Kötü hissettiğimizde de dünyanın bütün yükünü taşıyormuş gibi çöküyoruz. zihnimizdeki algı gördüklerimizle sınırlı değil. Algımızı duygularımız belirliyor, ölçüp biçiyor... hayallerimiz ise onu değiştiriyor. Gözlerinizi kapatın ve bu sabah evden çıkmadan önce, aynaya son baktığınız anı hatırlayın. Kendinizi nasıl buldunuz o an? Güzel mi, yorgun mu, formda mı? Bu basit geriye dönüş de gösteriyor ki kendimize bakışımız tamamen psikolojimize bağlı! Yani bir tarafımızda 'ben'imiz, diğerinde vücudumuzla oluşan kendimiz olduğunu düşünmek...

ya da dışarıdan bakıldığında duruşuyla insanı ürküten, cesaretini kıran çok ciddi bir kişiliğin, aslında içinde kıpır kıpır yaramaz bir çocuğun yaşadığına şahit olmaktır bazen...
insanın belli bir zaman sonra kendisini kaybetmesi ve kendini tanıyamama durumunda sarf edeceği cümle.
meşhur (bkz: aa bu benim lan) bakınızının en büyük rakibi olrak cıkan bakınızdır. *
her sabah sıkıcı ofis ortamında renksiz evraklarla boğuşan kişinin iç sesi.