bugün

benim için orgazmdan daha zevkli anlardır.
en güvendiğinin seni aldattığı andır.
2 saat sonra kıyametin gerçekten kopabilceğini düşündüğün andır. Başında oturduğun bilgisayar bile anlamsız gelir ve bunun gerçek olmasınu umud edersin.
sevdigin birinin seni takmadıgını ögrendigin andır.
en büyük hayalinizi gerçekleştirmeye ramak kala, hayalin hayal olmaktan çıkmasıdır. new york'a gideceksiniz, iki yıldır beraber olduğunuz kız bir ay önce oraya yerleşmiş ve sizi bekliyor. belkide beklemiyor ama msn'de konuşurken öyle sanıyorsunuz. gitmenize birkaç gün kalmıştır. siz heyecan içindesiniz, hem yeni bir şehir, dünyanın kalbi, belkide amerikan rüyası.. her şey hazırdır. tatlı bir heyecan vardır ortada. gitmeden önce annenizin yanına uğrayacaksınızdır. gidersiniz, yarı hüzünlü, yarı sevinçli. hüzünün içinde ufak bir utançta vardır. onu bırakacaksınız, siz olmadan.. babanız ölmüş, onunda eşi ölmüş. bir parçası çoktan gitmiş. sizde diğer parçasını alacaksınız.. kendinizi avutmak için dersiniz; nasıl olsa üç tane ablası var olm nolcak bi başına kalmıyoki. ama yanlıştır. tamam, abla iyidir hem de üç abla çok iyidir. ama bir evlat ve eşten daha iyi değildir. siz yolda giderken kafanızda tüm bu düşünceler uçuşur durur. her dakika farklı bir duygu içerisindesinizdir. ama siz fark etmesenizde en baskın duygu utançtır. binanın kapısına vardığınızda birkaç saniyeliğinede olsa tüm bunları unutursunuz. saf bir mutluluk kaplar içinizi. annenize gelmişsinizdir. ama bu sahte mutluluk fazla uzun sürmez, dairenin kapısına vardığınızda yine tüm bedeninizi utanç sarar. zili çalarsınız. biraz beklenir ve kapı açılır. ona geleceğinizi söylemişsinizdir, ama o yinede bi şaşırır sizi gördüğüne, istemsiz bir sevinç kaplar yüzünü. parlak gözleriyle size bakarken haklı bir üzüntüde size bakar. gideceğinizi söylemişsinizdir. avutmak içinse belki işler yolunda gitmez bir şey olurda tekrar dönerim demişsinizdir. oysa hesapta öyle bir şey yoktur, her şey hazırdır. salona geçip oturduğunuzda o size mutfaktan bir şeyler getirir. al oğlum der. hoşunuza gider bu söz. söyleyene ne yapsanızda yinede af dolu bir söz çıkar ağzından. o sizin annenizdir. yanında birkaç saat durursunuz, onu mutlu edip o akşam onun yanında da kalmışsınızdır. akşam çok mutludur, oğlu onun yanında kalıyordur. sizin utancınızsa daha da büyümektedir. öyle bir utançki sanki sizi esir alıyor. akşam uyumadan önce yatakta uzun bir süre düşünürsünüz. geçmiş hayatınızı, eski günlerinizi. yine bir özlem, bir hüzün kaplar içinizi. biliyorsunuzdur; geri dönülmesi zordur. gözlerinizi kapattığınızda o utanç yine sizi esir alıyordur. sizse onu düşünmek istemiyor, yatakta dönüp duruyorsunuzdur. bir şekilde uyursunuz. sabah olmuştur. nedenini bilmediğiniz bir şekilde erken kalkarsınız. o uyuyordur. kapısı aralık, sanki sizi bekliyor.. yanına gidersiniz, yatağa oturup uzanmadan ona bakarsınız. müthiş bir üzüntü kaplar içinizi. bir bebek gibi hissedersiniz kendinizi, ama olgunsunuzdur. yada öyle olduğunuzu sanıyorsunuzdur. o uyandığında siz salonda oturmuş camdan aşağıdaki sabah telaşını izliyorsunuzdur. sizin yanınıza gelir, gözleriyle belki birşey anlatıyordur. sizse anlarsınız, ama hafif bir gülümsemeyle hadi kahvaltıya dersiniz. onu boğaza kahvaltıya götürürken size bir sürü öğüt söylemektedir. sanki hala çocukmuşsunuz gibi, orda dikkatli olmanız gerektiğini, oranın türkiye olmadığını, kimseye fazla güvenmemenizi ve doğru düzgün yemek yemenizi söyler. sizse haklısın anne dikkat edicem dersiniz. oysa biliyorsunuzdur hepsini, daha fazlasını.. kahvaltıyı yaparken yıpranmış saçı, boğazın rüzgarıyla dalgalanır. uzağa bakar, sanki yine size bir şey söylemeye çalışıyordur. ama söylemez. sizin mutluluğunuzu ister. soğuk bir gündür, içinde bulunduğunuz durum ortamı daha da soğuklaştırır. duygularınız o kadar hızlı değişiyordurki ayak uyduramazsınız, ne hissettiğinizi anlayamazsınız. kahvaltı bitmiştir, hesabı ödemeye çalışır ama hemen siz ödeyip kalkarsınız. size güler. sizse ona bakıp bir an duraksayıp yapmacık bir şekilde ona ayak uydurursunuz. yine arabadasınızdır, onu eve bırakacak ve yarınki gün tekrar alacaksınızdır. yarın gideceksiniz. eve bırakırken size yarın sabah erken uyanmanızı, pasaport vs. tüm gerekli şeyleri bu akşamdan hazırlamanızı ve onu erkenden almanızı söyler. sizde her zamanki gibi tamam anne dersiniz. eve gidip hazırlanmış bavulunuza bir şeyler daha eklersiniz. aile fotoğrafınızı bulur, ve onu tutarak gözlerinizi doldurursunuz. kendinizden nefret bile edersiniz. ama her şey hazırdır. yemeği yiyip hemen uyursunuz. ve artık sabah olmuştur. kalbiniz çarpıyor, heyecanınız artıyordur. her şeyi kapının önüne koyduktan sonra son kez evinize bakar ve içinizi bir boşlukla doldurursunuz. arabayı kuzeniniz dün akşam almıştır, artık onda olacaktır. sizde taksiye atlayıp bulutlu havaya baka baka annenizin yanına gidersiniz. anneniz hazırdır bile. o sizden heyecanlı davranarak taksiye biner. süslüdür. sırıtırsınız. havalimanına geldiğinizde her şey daha da hızlı akıp gidiverir. uçağa çok az kalmıştır. ve en kötü anda gelmiştir. ayrılma vakti. ona gitmeniz gerektiğini söylersiniz. o da heyecanlıyken bir anda size sarılır. ağlıyor ama hıçkırmıyordur. gözlerinden yaşlar hızlıca akıyor, size dahada sıkı sarılıyordur. sizde bir an istemsizce ona sarılırsınız. bastırırsınız onu kollarınızla. o sımsıcak bedeninden kollarınızı ayırırken dahada kötü olur her şey. gözleriniz dolar. ağlamaya utanırsınız. ağlamazsınız. oysa o ağlar. arkanızı dönüp gitmeye başlamışsınızdır ama son bi kez tekrar bakacaksınızdır. ama o bir an korkar. bağırır sizin adınızı. siz ona baktığınızda o el sallıyordur size. sizde hızlıca elinizi sallarsınız. x-ray cihazından geçtiğinizde ve son kez ona bakacağınız an bitersiniz. çok kötüdür. yıllardır beraber olduğunuz birisini, annenizi tek başına bırakıyorsunuzdur. ona bakarsınız. o size hala el sallıyordur. gözleriniz yine dolar ve korkarak, utançla, hızlı adımlarla uzaklaşırsınız oradan. ve o zaman anlarsınız, hayat gerçekten bomboş. her şey neden bu kadar zor. yada neden sürekli seçimlerle baş başa kalıyoruz? bu cevapları ararsınız. new york'a gelmişsinizdir, orası çok güzeldir, cıvıl cıvıl, hareketli, tam sizlik. ama bir şeyler her zaman ama her zaman eksiktir, eksik olacaktır. o oradadır, siz olmadan, hayat arkadaşı olmadan. sizse burada kız arkadaşınızla çalışır, gezer durursunuz. biliyor musunuz, hayat gerçekten: boş.
(bkz: şu an)
(bkz: kıyamet koptuğu an)
yalnız kaldığın yapacak birşeyin olmadığın andır.
sabah uyandiginda zaten yapacak bir seyim yoktu deyip tekrar uyumaya gecis yapiyorsaniz ve bunu bir suredir haftanin istisnasiz her gunu yapiyorsaniz hayatin ne anlami kalmis olabilir?
öyle bir andır ki o; sanki yapılan ve yapılmış olan her şey anlamsızdır, önemsizdir, hayatınıza hiçbir katkısı olmamıştır, aslında varoluş da anlamsızdır. hayat ılık bir sonbahardaymışsınız gibi hissettirir, ne üşüme ne terleme hiçbir bünyevi faaliyet yok, öyledir işte.
apartman boşluğunda ışığın söndüğü andır. zira o an " hayatımız da böyle birden sönüp gitçek" gibi şeyler düşünüyo insan.
Kumandayı alıp uzandığında, tvnin açma düğmesine basmadığını farkedersin ya , işte o an herşey anlamsız gelir.
1)Yakınındakilerinin salak salak esprilere kişner gibi gülmesi.
2)Sevgili gittikten sonra
şimdiki zaman.
beklediğinin başkasını beklemesi.
en kötü günde ailenin yanında olmaması.
içinde bulunduğum soğuk evde banyo yapamadan bulaşıkları yıkayamadan ısıtma olmadan sadece internet sigara alkol ve katık dönerle sürdürdüğüm an.
Artık içinizden ağlamanın bile gelmediği andır.
telefonunuza gelen mesajın vodafone'dan geldiğini gördüğünüz andır.
hayatta yalnız yemek yemek en anlamsız andır.
hayatın anlamı ne diye kendi kendime sorup, aldığım cevap sonrasında yüzümün düştüğü o an.
mutlu olmanın nasıl bir şey olduğunu unuttuğunuz zamandır. etrafınızdaki insanların nasıl mutlu olabildiğini anlayamazsınız. herkes size acısın, size daha fazla ilgi göstersin istersiniz. akşama yakın oluşan alacakaranlıkta en fazla hissettiğinizdir hayatın anlam(sızlığ)ı. Allah'a inanmak istersiniz ama zihniniz kabul etmez, bilirsiniz ki inançlı olsaydınız sıkıntı hissetmezdiniz. ya da gerizekalı olmak istersiniz.

kısacası tam ergen triplerine girersiniz, sadece biraz daha sıkıntılı olanına.
artık felsefenin dibine vurulduğu andır , dünyanın ilgi çekiciliği bitmiş ve gözlerindeki yorgunluk seni güçsüz düşürmüştür .
her düşünce bir çıkmaz sokak olur . bağırmak istediğinde saçma , ağlamak istediğin de ise zor gelir . istersin ağlamak ama o damla dışarı çıkmak bilmez aksine gözlerin öyle bir kurur ki her göz kırpman acı verir .
tepkisiz kalırsın her zaman olduğu gibi artık hiç bir önemi yoktur . sadece nefes almaktan başka . . .
her sabah aynı saatte kalkmak aynı saatte aynı insanlarla aynı duraktan otobüse binip aynı yere oturmak aynı vakitte işe gelip aynı şeyleri yaparak çalışmak aynı saatte işten çıkmak aynı şekilde dönmek evde aynı şeyleri yaparak uyumaya kadar beklemek aynı saatte yatmak ve sonrasında sabah yine aynı şeyleri tekrarlamak gözünü pazartesiye açarken bir kırpışında cuma oluverdiğini görmek akabinde biyolojik saatinin ilerlemesi ve dünya üzerinde kaldığın kalacağın tüm vakitlerde kadrolu insan olarak ömrünü doldurmayı beklerken birden bu manzarayı farkettiğin an anlamsız gelir hayat.
maddenin etkisinin geçmeye başladığı andır.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar