bugün

Üniversite ilk yıllarım.

Ankara'da egoya bindim eve gidiyorum. Bastım kartı, arkamdan bir hatun kişisi bindi. Pardon dedi bende kart yok bana basabilir misiniz dedi? Abazayım o zamanlar bana basabilir misinizden sonra kendimden geçtim. Tabi dedim basarım. Teşekkür ederim dedi rica ederim dedim. Beş dakika falan gitti otobüs. Ayakta gidiyoruz ama benim ona arkam dönük. Arkamdan bir el dürttü beni. Aynı kız bakar mısınız dedi. Buyrun dedim. Telefon numaranızı alabilir miyim dedi. Neden dedim mal gibi boş bulunup. Siz verin dedi. Gerek var mı ne için istiyorsun, kart bastığım içinse gerek yok. dedim ki kart bastık ya ederi kadar kontör yollayacak. yok dedi alabilir miyim dedi. Yakındaki erkekler de bana bakıyor versene yarraam numaranı mal mısın dercesine. Tamam dedim verdim numaraya. Herhalde hoşlandı lan kız dedik girdik eve. Her zaman telefonu odaya koyardım bu sefer yanıma aldım ararsa diye.

O gün aramadı amk kız. herhalde kontörü yok dedim.

ertesi gün de aramadı. unuttu herhalde dedim.

sonraki gün de aramadı.

ne umutla beklemiştim lan tanımadığım bir kızdan gelecek aramayı.

Ben onun numarasını alacaktım hacı çok yanlış yaptım. Kız isteyince arayacak sandım..
Dünya kaynaklarının çok yoksul ülkenin cocuklarını, annelerini, babalarını doyuracak yeterlilikte olup bir türlü yetirilememesidir.
okul arkadaşınızı sahilde ayakkabı silerken görmek. yanınıza gelip utanarak selam vermesi ve o an boşuna yatarak geçirdiğiniz her dakika için kendinize kızmanız.
aslında iç burkan detay mı tam bilemedim ama dün akşam başıma gelen olayı yine de paylaşayım dedim.

Beşiktaş-çarşı'dan çıkmış tophane'ye koşuyorum. saat gece 12 falan. geri dönüş yolundayken (tempoyu da düşürdüm, yürüyen insandan biraz hızlı gidiyorum anlayacağınız) kağıt toplayan bir gençle karşılaştım. adamın arkasındayım ve ayak seslerimden olsa gerek dönüp baktı. ben de ona baktım ve tebessüm ettim, oda etti ve muhabbeti açan o oldu.

kağıtçı: abi, çok sportifsin maşallah(yaşı 15-16 falan)
oobdig: sorma ya, koşmazsan gün içinde yorgun düşüyorum. hem ciğerleri falan açıyor.
kağıtçı: aman koş abi, sağlam kafa sağlam vücutta bulunur.
oobdig: gel sen de. her akşam çıkıyorum zaten(yari esprili yarı ciddi şekilde).
kağıtçı: abi ben hep koşuyorum zaten, bu da cabası(kafasıyla sırtındaki kağıt arabasını işaret ederek).

o lafı dedikten sonra çok beklemedim. müsaade istedim, tempomu artırdım ve kaçtım oradan.

hayat garip be sözlük!! ekmek elden, su gölden yaşayan bana biraz dokundu bu.
ilkokul günleridir. yanılmıyorsam ya 2. sınıf ya da 3. sınıf. ilk aşkımı o zaman yaşamıştım. çıkar ilişkisine dayanmayan, cinsellik içermeyen sadece sevgiye dayalı ilk aşk. o tahtaya çıkar ben heyecanlanırdım. beden eğitiminde o koşar ben yorulurdum.

bir gün sınıf olarak yılbaşı çekilişi yapacaktık. sınıfın mevcudu 40'ın üzerindeydi. 40 kişilik sınıfta eğitim gördük amk tabi eğitim denilirse. neyse bu başka konu. sevdiceğizin bana çıkmma olasınılığı yüzde 3 bile değil.

bir torbaya isimler yazıldı, tek tek öğretmen dolaşıyor sıralarda kağıt çekiyoruz. sevdiğim kızın bana çıkması için dua ediyorum. belki de hiç o kadar içten dua etmemişimdir. her çeken, çektiği kişinin adını okuyor. öyle sürpriz olsun yok. ilkokul çocuğu ne sürprizi bekliyon ki söyleyiverir hemen. sınıfın ortalarındayım, heyecanla sıranın bana gelmesini bana gelene kadar da kızın adını okunmamasını bekliyorum.

neyse sıra bana geldi daldırdım elimi torbaya, çektim. baktım o kız. altın gol uygulamasında golü atmış gibi sevindim. tabi içimden. sevindiğimizi belli edersek gülerdi arkadaşlar.

o gün ne alsam diye düşündüm uzun uzun. sevidğim kıza hediye alacaktım boru mu. kitap almaya karar verdim. daha önce okuduğum, sevdiğim bir kitap aldım. ilk sayfasına da bir kaç not yazdığımı hatırlıyorum. kendim güzel bir paket yaptıktan sonra 2 ocak günü * gittim okula.

verdim hediyeyi heyecanla. açtı paketini, çıkardı kitabı. sayfalarına hızlıca baktıktan sonra * "ıyy kitap almış hem de 64 sayfa" dedi. bıraktı kitabı sırasına, döndü arkasını; gitti. arkadaşlarıyla konuşa konuşa çıktı sınıftan. bakaka kaldım öylece.

ben ise kitabın sadece hak eden insalara verilecek kadar değerli bir armağan olduğunu anlamıştım.
Yoldan geçenleri izlerken “ne çok insan var” diye düşündüm. Hepimiz bir yerlere gidiyoruz, birileriyle konuşuyoruz, çalışıyoruz, dinleniyoruz. Ne kadar çoğuz. Hepimiz ne kadar çok kendimizi önemsiyoruz. Hayallerimiz var. Çok azımız uyguluyor hayallerini. Uğraşıyoruz yine de. Belli bir yaşa kadar bir şey olmaya çalışıyoruz. Olamayanlarımız çocuk yapıyor, kendi olamadıklarını onlar olsun istiyor. Kafamızdaki olmak istediğimiz insan da farklı farklı. Genelde çok zengin olmak istiyoruz. Sıradan olmayı hazmedemiyor yine birçoğumuz. Özel olmalıyız, en azından bir kişi için. Kafasında olmak istediği kişiyi olamamış biri olarak, başka bir olamamış ile ilişkiye giriyoruz. iki sıradan insan birbirini ne kadar özel biri olduğunu hatırlatıp duruyor. Aralarında biri hatırlatmayınca ilişkiyi kesip, başka sıradana hatırlatması için arayışa giriyor. Uzun süre hatırlatanlar belli bir zaman sonra sıkılıp evleniyor, baktılar ikisi de birbirlerine bunu hatırlatmaktan sıkılmış çocuk yapıp onu dünyanın en özeli kılıyorlar. Seçildiği için annesinin babasının sıradanlığını aşmakla görevlendiriliyor. istediği gibi biri olmak yerine, anne babanın kafasında olmak istediği ama olamadığı insanı olmak zorunda. Hayır demesi neredeyse imkânsız… Bu hayır diyemeyenler de büyüyüp, çabalıyor, olmuyor, birini buluyor, sıkılıyor, çocuk yapıyor… Bu kısır döngü böyle sürüp gidiyor, gittikçe artıyoruz.

Benim de söyleyeceklerim var-umut sarıkaya
herkesin esitligi savundugu bir dunyada bazilarinin nedense biraz daha esit olmasi.
ayın nasıl göründüğünü öğrenmek için bir gökyüzü sitesine bakmak zorunda olmam, bulutsuz bir gecede kafamı kaldırıp göğe bakamamam.

çevremizi saran yüksek binalar, olmayan balkonlar, üst üste evler...

yüksek binalara çıktık oturmaya ama topraktan uzaklaştığımız gibi göğe de yaklaşamadık.
insanların yapmacıklığı bu kadar maskeye ne gerek var diyor bazen insan.
bazen başkasının detayı bile içinizi burkar.

" taksimde benettonun olduğu sokakta ufak çingene bir kız çocuğu var. bir seferinde arkadaşlarla otururken yanımıza gelip para istemişti. ben de o zamanki aklımla şimdi buna para versem, gidip birisine verir diye düşünmüştüm. gel beraber bakkaldan ne istiyorsan alalım dedim. ben sigara aldım, ona da eti browni aldım birtane. teşekkür edip yanımdan ayrıldı. o günden sonra ne zaman o sokakta bir yere otursam gelir abi nasılsın der, muhabbet etmeye çalışır. bir seferinde tam sigara almaya giderken geldi gene, abi bakkala gidiyorsan ben alayım dedi. iyi dedim 5 milyon verdim bi tane sigara istedim. masadakiler tam gitti 5 milyon derken, elinde sigara ve paranın üstüyle geri geldi. ben de paranın üstünü ona bırakıp senin olsun dedim. neyse aylar geçti, doğumgünümü yanlız kutlamak için taksime 2 bira içmeye gitmiştim. masada yanlız otururken geldi yine bu. abi hayırdır yanlızsın dedi. bugün böyle dedim. sonra canımın sıkkın olduğunu farketti. ben de doğumgünüm olduğunu söyledim. öylece biraz bakıp gitti. ben de vay anasını satayım o da gitti derken bir tane eti browniyle yanıma geldi.
- abi, doğum günün kutlu olsun! "
detay değil ama gerçekten içburkan özellikdir. (bkz: hayatın bitecek olması)
sokaklarda arabasıyla kağıt toplayan biri dar bir sokaktan geçerken sevgilisiyle el ele tutuşmuş iyi görünümlü çiftten erkek şahsın bacağına arabası sürtüyor ve sevgili çiftten erkek şahıs sen misin bana çarpan diye adamı azarlıyor sevgilisinin yanında. olayı anlayana kadar iki tarafta uzaklaşıyor ama o olay içime oturuyor ki hala aklımda. keşke o elemanı dövseydim.
lise 1. sınıftayım. müzik ile ciddi anlamda ilk kez tanışıyorum. ama maddi durumum o kadar kötü ki harçlığımla, aslında harçlık değil... depozitolu şişeleri çöpten topluyorum daha sonra o kuruşlarla boş bir 90'lık teyp kasedi alıyorum, çünkü param şarkıcının değil orjinal kasedini, kopya kasedini bile alacak kadar yeterli değil...neyse işte alıyorum kasedi, daha sonra geçiyorum teybin önüne...açıyorum best fm'i...ya da show radyo'yu. sevdiğim bir şarkının çalmasını bekliyorum...mesele teoman, ne ekmek ne de su...gitar girişinden tanıyorum ya...hemen kayıt düğmesine basıyorum...ve dünyalar benim oluyor...ama içimden yüzlerce defa dua ediyorum inşallah radyo jingıl geçmez diye...yoksa kayıt mahvolur...
hala o kasetleri saklıyorum...müziğin değerini biliyorum...
on altı yaşında zorla kaçırılıp evlenmeye zorlanan bir kadının hikayesini dinlemek hayata dairdi, yaşadığı sıkıntıları gülümseyerek anlatması, içindeki yarayı kabuk bağlatma girişimiydi ve yeterince iç burktu.
yemekte pırasa olması. gözleri dolar be insanın. o kadar acı verir.
Son sınıfa kadar gezip,tozup sınavlara 4-5 ay kala üds,kpds,ales derdine düşmek.
tüm inançların yitip gitmesi, yağmurlu bir havada camdaki buğuların seninle dalga geçmesi, şanssızlığa lanet ediş.
hepsi küçük ama etkili birer detay.
bundan iki gün kadar önce. dayımın bulunduğum şehre gelmesi sayesinde, ayı zor çıkaran bizim ev ahalisi, * dayımın bizim kullanımımıza bıraktığı full depo lüks araçla eskişehirde fink atıyoruz. hani sanki kaç kere kullanıcaz bu arabayı bir daha der gibi. arkadaşlarla gezilir, tek başına gezilir, işin boku çıkarılır gecenin bi yarısı eskişehire 50 km uzaklıktaki bir köye gidilip kahvede köylülerle falan bile sohbet edilir hatta.

hava buz gibi bu arada. neyse şehir merkezine geldik iki kişiyiz, ev arkadaşımın kız arkadaşını almaya gidiyoruz ama benim para çekmem gerekiyor. kenara çektim arabayı indim para çektim. ev arkadaşım gitti sonra para çekmeye. ben tam arabaya geldim, elimde de sigara var kapıyı tam kapatmamışım. o anda yanımda yerleri süpürmekte olan kadın bir temizlik görevlisiyle gözgöze geldik. ve 2.5 sn kadar bakıştık. * o anda o temizlik görevlisinin gözlerindeki "amınakoduğumun zengin piçleri, nasıl da ezerek bakıyor bana. hayat mı bu benim yaşadığım be? " çaresizliğindeki bakışını yakaladım. yakalamaz olaydım. derdimi de anlatamadım ki, "lan aslında ayın sonunu zor çıkaran öğrencileriz valla düşündüğün gibi değil" diye. altımda gayet lüks bi araba, bankamatikten yeni para çekmişim ve öküz gibi açmışım kapıyı falan sigara içiyorum. ben hiçbir insana öyle bakmadım. sadece dalmıştı gözlerim ona.

çok içim burkuldu sözlük. kendimi çok kötü hissettim. hatta gece rüyama bile girdi o bakış. ben hiç bir zaman öyle bir insan olmadım lan.
bazen herkes yalnız kalır en sosyal olan bile.
her iki bacağı da olmayan bir ayakkabı boyacısını sokakta ayakkabı boyarken görmektir.
(bkz: peluş oyuncağa tecavüz eden kedi)
evde kedi beslemek için önce ihtiyaçlarının ne olduğunu bilmek gerekir.
kısır olmayan bir kediyi eve kapatmak, üstüne peluş ayı verip kediye işkence etmek hiç komik değildir.
insanlığın can çekişiyor olması.
sabahın köründe yataktan kalkıp işe gelmek.
bir akşam bir kafenin bahçe kısmında otururken kafe önünde elinde ayakkabı boyama kutusu evinde öğretmenin verdiği derslere çalışması gereken tek sorumluluğunun bu olması gerekirken gelip geçen insanların peşinden koşarak para kazanmaya çalışan bir çocuğa rastlamak, uzun süre onu izlerken göz göze geldiğinde yaklaşması için seslenip gel birlikte bir şeyler yiyelim dediğinde çocuğun utangaç bir tavırla yok abla sağol diyerek oradan uzaklaşması.
sonrasındaysa çocuğu rencide mi ettim acaba diye içinin içini yemesi aklından geçen bir sürü soru daha farklı mı sorsaydım. yanına gidip ikna mı etseydim.. acaba açmıy dı... nereye gitti.. utandırdım mı...bu yüzden mi gitti.. ailesi var mı... neden çalışmak zorunda.. onun için ne yapabilirdim... biraz daha otursam tekrar gelir mi....
:(
havalarin git gide soğuyor olmasi.