bugün

sabah oluyor lan. harbi harbi heer gün sabah oluyor.
yediğimiz yemeklerin çoğunu vücut dışarı atıyor sonra yine yiyoruz sonra yine dışarı atıyor.
aileden çok uzakta olmak. ha diyince gidememek.
gurbette, aileden uzakta, yalnız yaşamak. vicdanını zikeyim gurbet.
facebook'ta paylaştığınız bir durumu veya videoyu sizden çalan arkadaşınızın daha çok beğeni toplaması.

çok mu ciddiye alıyorum sözlük?
insanların farklı ama birbirine çok fazla benzeyen şekillerde hayatlarını bir illüzyon olarak yaşamasıdır.
kıyamet- ikinci dünya savaşı belgeselinin ikinci bölümünde bir sahne. bir asker patlayan tankın içinden düşman kuvvetlerce çıkıyor ve esir alınıyor. işte tam o sırada adamın dişlerinin kırılıp da yanaklarının şiştiğini ve kameraya çekilirken esir düşmenin verdiği utançla nasıl baktığını gördüğüm an bildiğiniz canım yandı . esir askerin, şırnakta yedi kişilik bi timden altı arkadaşının vurulduğunu gören ve kıl payı kurtulan(!) dayıma çok benziyor olması da ayrıca beni etkilemişti.
Asansörün aynasında kendinize bakıp tuhaf hareketler yaparken başkası tarafından aniden açılan kapı.
sokaklarda gezerken rastladığım bir adam...
fotoğrafa her baktığımda farklı detaylar çıkarırım, iç burkan detaylar...
görsel
yanınızda peçete olmadığı halde hapşurduktan hemen sonra burnunuzdan muskusun çıkması. hee unuttum söylemeyi, kız arkadaşınız da yanınızdadır .
hayatindaki en degerli kadinin bidaha seni asla affetmicegi gercegini bilmek.
arabayla müzik son ses, eğlence tavan yapmış bir vaziyette giderken karşı şeritten ambulansın sirenleri açık tam gaz geçmesi. Akabinde hayatın sorgulanması bütün tadın tuzun kaçması...
derste hocayı , dirseğinizi masaya dayamış dinlerken mesanın kenarına kuvvetli şekilde sürterek kayması sonucu, halk arasında elektrik çarpası olayına maruz kalmaktır.
Türkiyenin başkentinde kızılayda bildiğin salak salak dolaşan ve bir şey almadığı halde AVM leri gezen uzun saçlılara baktıkça içim acıyor ve ülkenin bu beyinlerinin boşa harcandığını düşündükçe bir tıhaf oluyorum. Siz kısa saçlılar sizin de çok farkınız yok bırakın artık AVM yi gelin bu vatan bizim bunu hep beraber inşa edelim.
kapıya dilenci geldiğinde bozukluğun olmaması. kendimden utandım amına koyim.
masaya üflerken kültablasını görmemek ve kitap defter her bi şeyi batırmak.
aşkın aslında bi yanılsama, geçici bi süreç olmasını farketmek iç burkan bir detaydır.
benim dedem, ailesinin en küçüğü. bildiğim 2 ablası var, çok görmedim, sadece lakaplarını biliyorum. biri karanfil, biri davut. davut demelerinin sebebi küçükken çok cazgır olmasıymış. karanfil de çok nazik, çok hanımmış. son zamanlarda davut halanın çok hasta olduğunu biliyorduk. beklenen son geldi, gitti bu dünyadan.

dedem de rahatsız bu aralar, morali bozuk. sürekli onu eğlendirme ve güldürme peşindeyiz. dışarı pek çıkmıyor, hava çok soğuk çünkü. ablasının vefat ettiğini öğrendiğinde çok endişelendik acaba ne yapacak diye. çok duygusaldır canım benim.

az önce, evlendikleri zamanda aldıkları saatin yanına gitti, davut halanın vesikalığını aldı. bana seslendi sende kalem var mı diye. kafamı kaldırıp baktım, anlamadım ne dediğini. sonra gidip kalem buldu ve bana verdi fotoğrafı.

"25-11-2012, vefat etti"

hayata dair en acı anlardan biridir benim için. ekranı göremeyecek kadar buğulu gözlerim.
çok sevdiğin birisinin hayatından sonsuza dek çıkıp gitmesidir. siz o kişiye sadece seslenip ondan cevap alamamanın ne demek olduğunu bilir misiniz?
çocuktum ve okul dışında günlerim sokakta geçerdi. arkadaşlarla çeşitli oyunlar sokaklarda sürterdik. oyuncaklarımızı ve oyunlarımızı hep kendi imkanlarımızla yaratırdık resmen. mahalleye kum mu geldi hemen kumun içindeki kil parçalarını toplar onlardan araba vb. oyuncaklar yapardık. o zamanlar şimdiki gibi çin malı çeşitli ve ucuz oyuncaklar yoktu tabii ve bir işçi ailesinin 3 çocuğundan biriyseniz oyuncak kotanız sadece plastik toptan ibaretti o da her zaman değil çünkü patlak topu güneşin alnına koyarak bekler kendiliğinden şişmesini beklerdik. bugünün çocuklarının elinde kırılıp dökülen oyuncak arabalar çok büyük lükstü. oyuncak arabayla oynayamıyordum ama bu şehir merkezindeki oyuncakçının vitrinindeki o muhteşem arabayı seyretmeme engel değildi sonuçta vitrinden oyuncakları seyretmek parayla değildi. oyuncakçının vitrininde bir araba vardı ve yaz mevsiminde sabahları ellerimi cebime sokar yürüye yürüye o arabayı seyretmeye giderdim. onu vitrinde seyrederken ona sahip olmayı asla düşlemezdim çünkü onu seyretmek yeterliydi benim için. dükkan sahibi rahatsız olmasın diye dükkanın önünde çok fazla kalmaz, etrafta bir tur atıp yine gelir yine bakardım.

bugün yıllar öncesine dönüp o oyuncağı seyreden çocuğa bakınca içimi burkan detay ona sahip olamamak değil bir kez bile bu isteğimi anneme ya da babama söyleyememek olmuştur çünkü o oyuncağı satın almak onlar için çok zor olduğunu düşünüp onları üzmemek için bunu söyleyemezdim. o 9-10 yaşlarımda bir temel gerçeği çok iyi öğrenmiştim : hayatta bazı şeylere asla sahip olamazsın ve sahip olamayacağın şeyleri istemek acıdan başka hiç bir şey vermez.
ilkokuldaki yılbaşı kurası çekilişlerinde her sene arkadaşlarıma büyük bir özenle en güzel hediye ve oyuncakları almama rağmen, bana hep en kötü (sabun, lif, kokulu kağıt vs) hediyelerin gelmesi.

şuan düşünüp gülüyorum ama o zamanlar çok içerlenip, üzülüyordum sözlük.
şimdilik paylaşacağım iki detaydır.
- kaldığım yurtta babası olmayan(artık) iki can dostum var. onların aynında eskilerden ev ahalisinden konuşurken istem dışı babamdan bahsettiğim olurdu o lafı nereme sokacağımı şaşırırdım inanın. yüzü buruşur ya da yok yok içi burkulur bu yüzüne yansırdı ama işte can dostu dedik ya hemen şakaya vururdu işi ( rabbim onları babalarıyla cennette kavuştursun).
- bir de arkadaşımın yavuklusu var ki yanında sakız çiğnemek değil sakızdan bahsedemezsiniz bile. ancak bunu yanında sakız çiğnediğim bi vakit hem alinin hem de yenge hanımın gözlerinin fal taşı gibi açıldığını görünce(anlamadım) evet anlamam lazımdı ama eşşekliğime denk gelmişti işte ne yaparsınız, sonra bizim ali ayıktırdı beni. işte böyle ali. eminim bunu senden başka okuyacak olan yoktur. haa haa. " ben bu yazıyı sana yazdım " anlayacağın. buraya bi gülücük koymak isterdim ama neyse.
ilkokul 1. sınıfta okuyan bi kardeşim var, bugün de okullarında sinema gösterimi var 3tl karşılığında. kardeşim gidecek; ama sıra arkadaşı gidemeyecek çünkü annesi 3. sınıftaki ablasına 3tl verebilmiş. kardeşim çok üzülmüş, ben de ona üzüldüm. bir de 1. sınıf öğrencilerinden para isteyip de film izletenlere kızdım.
konyada başıma gelen bir olayın ta kendisidir.
bir akşam bimin nerde olduğunu sormaya adam arıyorum zafer meydanında. bana arkası dönük birinin omzuna dokundum
- afedersiniz, bim ne tarafta acaba yabancıyım da buralara bilmiyorum. amca arkasını döndü ama dönmeseydi keşke , meğer körmüş. utanarak teşekkür edip bir başkasına yöneldim.
- amca selamün aleyküm buralarda bim varmış nerde acaba biliyo musun, arkadaşlarımı kaybettim de bulamıyorum ordalarmış
ağzı yamula yamula cevap verdi bizim sarhoş amca;
-vallaa evlatt ııı yani şimdi ben de tam bilmiyorum ama, şu taraftaydı galiba ya ama yok yok bu taraftay. .
bu girişimim de böyle sonuçlandı. son olarak iki kişiyi gördüm yanaştım ve aynı soruyu sordum ancak aldığım yanıt; aldığım yanıt işaret dili ile oldu. iki abi de sağır ve dilsizdi.
sonuç olarak bimi zor da olsa görecek olan gözlerim , birilerine halimi arzedecek dil ve kulağımın ve de en önemlisi henüz ben de olan irademin kaybolmamış olmasına şükrederek arkadaşımı beklemeye koyuldum.
dün akşam işten geç saatte çıktım sözlük.
ellerim üşüdü ve hava çok soğuktu. bir an önce kendimi eve atmak için hızlı adımlarla eve doğru koşmaya başladım.
genelde site içi binalarda çift giriş kapısı bulunur. iki kapı arasında posta kutuları, duyuru panosu ve kapı zilleri bulunur. ilk kapı genelde herkesin girebileceği şekilde açık, diğeri ise ev sahipleri tarafından açılan kilitli kapıdır.
hızlıca kapıyı açtım ve ayakta bekleyen 50 yaşlarında bir teyze gördüm kafası kapalı değil ancak şal ile sarıp sarmalamıştı kendini. posta kutusunu açıp bakarken kadının ellerini ovuşturduğunu gördüm. pek bir şey söylemeden kapıyı açtım kadında benimle beraber binaya girdi ancak asansör ile benimle beraber yukarı çıkmadı.

muhteşem yüzyılı izledikten sonra markete indim, ancak binanın girişinde aynı teyze hala bekliyordu. pek umursamadan geçtim, marketten alacaklarımı alıp geldikten sonra asansör beklerken dayanamayıp teyzeye sordum!
+ birini mi bekliyorsunuz teyzecim.
- evet oğlumu bekliyorum.
+ yok hani merak ettim uzun zamandır bekliyorsunuz da!
- ha geleceklerdi gelmediler, telefonları da kapalı.
ağzımın ucuna kadar geldi ancak buyrun gelin diyemedim ve yukarı çıktım. bir süre sonra teyzenin hala bekleyip beklemediğini merak edip aşağıya indim. ancak teyzeyi güvenlik orta kapıya çıkarmış ve tanımadığı için içeride beklemek yasak demiş...
ne acımasız insanlar var efendim inanın çok kötü oldum.
açtım kapıyı teyzeyi buyur ettim, biraz çekinse de gelmeyi kabul etti.

uzun lafın kısası akşam öğrendiğim kadarıyla,
kadının iki çocuğu var bir ay birinde bir ay birinde kalıyor. damadının misafirleri geleceği için onu oğluna göndermişler, oğlu da istemediği için telefonlarını falan kapatmış. muhtemelen de evde yokmuş gibi yapıyorlar!
evlatları tarafından istenmediği için açıkta kalan bir teyzeydi o!
allah kimsenin eline düşürmesin bu devirde sözlük.
akşam halime biraz daha şükrettim.
güncel Önemli Başlıklar