bugün

Biz dünyadan gider olduk,
kalanlara selam olsun.
Bizim için hayır dua,
kılanlara selam olsun.

Ecel büke belimizi,
söyletmeye dilimizi,
Hasta iken halımızı,
soranlara selam olsun.

Tenim ortaya açıla,
yakasız gömlek biçile,
Bizi bir arı veçhile,
yuyanlara selam olsun.

Azrail alır canımız,
kurur damarda kanımız,
Yayıcağız kefenimiz,
saranlara selam olsun.

Sözdür söylenir araya,
kimse döymez bu yaraya,
iltip bizi makbereye,
koyanlara selam olsun.

Bunda hep gelenler gider,
hergiz gelmez yola gider,
Bizim halimizden haber,
soranlara selam olsun.

Aşık oldur Hakk'ı seve,
Hakk derdine kıla deva,
Bizim için hayır dua,
kılanlara selam olsun.

Miskin Yunus söyler sözü,
kan yaş ile doldu gözü,
Bilmeyen ne bilsin bizi,
bilenlere selam olsun.

- Yunus Emre -
Ben birinin hiçbir şeyiyim
En çok da bu koyuyor
Ortak tek bir fotoğrafımız bile yok
Bugünlerde ben adsız bir özlemim
Yağmur yemiş bir deniz gibiyim.

Atilla ilhan
"Yufka mıdır
yufka mıdır benim bakışım dünyaya
ki acılarıyla başlatırım insanları
derimi yalayarak geçen mevsim
beni alır şehirden yıpranmış bakışlarla
her askere gidenin, her tören yorgununun
kondurur kemerinin kaşına.
Böylece ben, o küskün, o karışmayan dehliz
koca bir tomruğu yüklenirim arkadaşlarla
koca bir tomruğu kaldırıp kaldırıp
kümbetlere, bitkinliğin bordasına…
Kanın çığırından çıktığı saattir bu
memelerini bana sıkıca bastırdığın
hercai bir yürek somurtkan kepenklerin ardında
şehri acıtan çocukluğumuza değdikçe
biz seviştikçe bizi acıtan
kukumav kuşları, mânilerle dolu bir yatak
zaç yağı şişeleri kocaman."
istanbul’a kar yağıyordu
haliç, yüklendiği galata’ya gebeyken
sıtmalı bir martının kanadında eyüp hazretleri
kar bana yağıyordu

istanbul’a nur yağıyordu
toprağından kopanlara doluydu, ben fırtınadayken
balıkçılar kral üşümesinde, karaköy’de nur
nur bana yağıyordu

istanbul’a güvercinler yağıyordu
bir ince saz eşliğinde döküldük de ne oldu sokaklara
gel de inleme göğsün çatlayıncaya kadar
güvercinler bana yağıyordu.
Bir güzele
Güzelliğini söylemek isterdim
Aynalardan önce.
şehir
düştü
martılar
bırakmış denizi
alıcı kuşlar dönmekte
gökdelenlerin çevresinde
buna ışığın hükmü diyorlar
yalnızlık diyorum ben.

şehir düştü
söylendi binlerce kez
başka yer
başka insan
belki zaman sadece
buna delilik diyorlar
“açıl susam açıl” diyorum ben.
Mehtap MERAL
RAHATI KAÇAN AĞAÇ

Tanıdığım bir ağaç var
Etlik bağlarına yakın
Saadetin adını bile duymamış
Tanrının işine bakın.
Geceyi gündüzü biliyor
Dört mevsimi, rüzgarı, karı
Ay ışığına bayılıyor
Ama kötülemiyor karanlığı.
Ona bir kitap vereceğim
Rahatını kaçırmak için
Bir öğrenegörsün aşkı
Ağacı o vakit seyredin.

Melih Cevdet ANDAY
Karanlığı avuçlarımıza aldık.
Ve şimdi, sessizliği dinleme vakti.
Uykusuz, uygarlığın sensizlikle çığırı,
Çağır açan geçmişin, benliğindeki bir kaç kare.
Merhaba..
Ne sesin, ne gözlerin, nede sen..
Bir şarkının, yorgun nakaratlarında,
Sürekli dinlenen.
Uzanıp göğe bakıyorum geçmişe inat.
Yıldızları severdik birlikte.
Ve şimdi, hatıraların son sigarasını yakıp,
Geçmişte bıraktığım kalemin,
Son mürekkebini sığdıramadım,
Hem yere, hem göğe.
Hoşçakal.
Bir kızılda karşılaşsak yine.
Ve sen, yine öyle baksan bana.
Donakalsam, en sevdiğim şarkıları dinlesem dudaklarında.
Susadıkça, çoraklaşsam.
Çoraklaştıkça, bulutlara isyan.
Nedir insanı insan yapan..
Aşk dolu kalbin, uzağında kalan,
Yaşama sevinci dediğimiz inkarın,
Hesabı gibi, bıçak gibi,
Kızıldan kesilse sesi,
Ve mavisi kalbim gibi,
Yetimhane havasında, bir öksüzün,
En kör hali.
ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞiiRi

Gözlerin gözlerime değince 
Felaketim olurdu, ağlardım 
Beni sevmiyordun, bilirdim 
Bir sevdiğin vardı, duyardım 
Ne vakit karşımda görsem 
Öldüreceğimden korkardım 
Felaketim olurdu, ağlardım

Ne vakit Maçka'dan geçsem 
Limanda hep gemiler olurdu 
Ağaçlar kuş gibi gülerdi 
Bir rüzgâr aklımı alırdı
Sessizce bir cigara yakardın 
Parmaklarımın ucunu yakardın 
Kirpiklerini eğerdin, bakardın 
Üşürdüm, içim ürperirdi 
Felaketim olurdu, ağlardım

Akşamlar bir roman gibi biterdi 
Jezabel kan içinde yatardı 
Limandan bir gemi giderdi 
Sen kalkıp ona giderdin 
Benzin mum gibi giderdin 
Sabaha kadar kalırdın 
Hayırsızın biriydi fikrimce 
Güldü mü cenazeye benzerdi 
Hele seni kollarına aldı mı 
Felaketim olurdu, ağlardım

ATTiLA iLHAN
Geceye atıyorum kendimi.
Cüssesi ağır acılarımı kucakla.
Ben aşk dolu kucağını bırakıp,
Dudak hizana gelip, içiyorum nefesini.
Bir kadeh daha sen doluyor.
Bir gece yine sensiz geçiyor.
Aslında geçmiyor,
Geçmiş gibi oluyor.
Ama kanıyor, inliyor.
Göğe kaldırıp başımı,
Haykırıyorum usulca şehrine.
Ve sen, tüm ışıkların koynunda,
Kanıyorsun gülüşlere.
Ellerimden kayıp giden,
Kayıp bir şehir gibi,
Koynumda binlerce patika yolun,
Sonuna gelemediğim, up uzun.
Uzadıkça, yol sonundaki çocuklar,
Kızılı hatırlatır bana,
Büyüdükçe herbiri,
Herşeyi silecekler gibi.
Nazım Hikmet'in uğruna şiirler yazdığı pek çok kadın var ama en uzun sürelisi ve Nazım bu ilişkinin büyük kısmını hapiste geçirdiği için en çilelisi Piraye ile olanıdır herhalde.

Piraye için Yazılmış: Saat 21-22 Şiirleri

Ne güzel şey hatırlamak seni:
ölüm ve zafer haberleri içinden,
hapiste ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Ne güzel şey hatırlamak seni:
bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin
ve saçlarında
vakur yumuşaklığı canımın içi istanbul toprağının...
içimde ikinci bir insan gibidir seni sevmek saadeti...
Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,
güneşli bir rahatlık
ve etin daveti: kıpkızıl çizgilerle bölünmüş
sıcak koyu bir karanlık...
Sırtımı güneşe verdim,
Denize bakmıyorum,
Bulutlara küsüm, kimse bilmez
Mekanda kırk gün kırk gece içinmi çektim,
Korkmayın benden güvercinler,
Elim cebimde, yüreğimde sevgilim,
Sakıncasızım.
Neydi o güneş o sular güneşi çıkı çıkıveriyoruz.
Ben seni alıyorum seni cumartesi çocuğu soyuyorum.
Birden bir yerlere gidiyoruz bir yerlerden geliyoruz.
Bungun, karası, bak diyorum bak acunsuzluk önün diyorum.
Hiç yokken böyle diyorum böyle güzel diye diyorum.
Sonra birdenbire sen yoksun işte birdenbire yoksun.
Bakıyorum Amerikan bir gök sıkılıyorum kalkıyorum.
Sen yoksun ya seninle binlerce yerim yok.

Bir sabah uyandım bütün dörtleri beş yaptım.
Çıktım bir bir camları, caddeleri indirdim ses yok.
insan böyle n'apar bilmem seni hele bak hiç bilmem
Gidip ağaçları tutuyorum, çocukları çocukları öpüyorum
Durdum bir yerden göğü, sokakları hep sokakları dinledim
Evlerini deniz yıkayan bir kıyıdan bağırıyorsun bana
Bir soluksuzluk bir duvarlar bir duvarlar duyamıyorum
Böyle bir uzun karanlıktan bağırıyorum bağırıyorum.

ilhan berk
PERÇEMLi SOKAK'TAN

I
Bulutların çıkınında
Mis kokulu güvercinleri gökyüzünün
Çıldırtırlar insan gözlü kedileri
Ay doğar kuyulara yalınayak
Telgrafın tellerinde gemi leşleri.

oktay rifat horozcu.
Zindan iki hece, Mehmed'im lâfta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de, geri adam, boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!
Kavuşmak mı? .. Belki... Daha ölmedim!
Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak.Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!
Bir âlem ki, gökler boru içinde!
Akıl, olmazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?
Bir idamlık Ali vardı, asıldı;
Kaydını düştüler, mühür basıldı.
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı.
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil;
Bahçeye diktiği üç beş karanfil...
Müdür bey dert dinler, bugün 'maruzât'!
Çatık kaş.. Hükûmet dedikleri zat...
Beni Allah tutmuş, kim eder azat?
Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem...
Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem!
Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil;
Sayım var, maltada hizaya dizil!
Tek yekûn içinde yazıl ve çizil!
insanlar zindanda birer kemmiyet;
Urbalarla kemik, mintanlarla et.
Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat;
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat...
Yalnız seccâdemin yününde şefkat;
Beni kimsecikler okşamaz mâdem;
Öp beni alnımdan, sen öp seccâdem!
Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan!
Dakika düşelim, senelik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, duman duman erisin!
Peykeler, duvara mıhlı peykeler;
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler...
Duvar, katil duvar, yolumu biçtin!
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin!
Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez dünyadan nazar.
Yerinde mi acep, ölü ve mezar?
Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz?
Ses demir, su demir ve ekmek demir...
istersen demirde muhali kemir,
Ne gelir ki elden, kader bu, emir...
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünyaya kapalı, Allaha açık.
Dua, dua, eller karıncalanmış;
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış.
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış...
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu;
iplik ki, incecik, örer boşluğu.
Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş;
Karanlığında nur, yeniden doğuş...
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!
Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir.
ay ışığına batmış
karabiber ağaçları
gümüş tozu
gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar
yaseminler unutulmuş
tedirgin gülümser
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili
hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
her an ötekisiyle birlikte
herşey onunla ilgilitelaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
gittikçe genişleyen
yakılmış ot kokusu
yıldızlar inanılmayacak bir irilikte
yansımalar tutmuş bütün sâhili
çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
çünkü ayrılık da sevdâya dahil
çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili..
(bkz: Sarardım Ben Sarardım)

Sarardım Ben Sarardım,
Senin için Sarardım.
Baş Yastıkta Göz Yolda,
Her Geçene Sorardım.

Al Dağlar Yeşil Dağlar, Gurbette Yarim Ağlar
Açtı M’ola Şu Sivas’ın Gülü Yaprağı,
Çekti Bizi Gurbet Elin Suyu Toprağı.

(bkz: Muzaffer Sarısözen)
https://www.youtube.com/watch?v=lqPSLCuNBrY

++sanirim iyice gurbetci oldum, iyi mi?!
"....

Güzel aşkım tatlı aşkım kanayan yaram benim
içimde taşırım seni yaralı bir kuş gibi
Ve onlar bilmeden izler geçiyorken bizleri
Ardımdan tekrarlayıp ördüğüm sözcükleri
Ve hemen can verdiler iri gözlerin için
Mutlu aşk yoktur
. "

(bkz: louis aragon)
Gece geliyor yine afilli yalnızlığınla.
Nereye baksam, yeryüzüne düşen yıldızlar.
Işıkları doluyor içime,
Sen yoksun.
Bomboş caddeleri, sarmaş dolaş..
Uzaktan çınlayan egzoz sesleri.
Daha bir yalnızlığı hissettiriyor,
Dolunaya yaklaşan hilali.
Sabah olmuyor sevgili,
Sigaram teselli etmiyor artık.
Gecenin şarkıları, öyle bir vuruyor ki,
Derinden hissediyorum kızıl sillesini.
Yaşam hücrelerimde son bulan,
Dalgasında boğulduğum insanlığın,
Yarım yamalak teneffüs ettiğim oksijenin,
Şöyle toparlayıp, sensizliği tanımlayamayan cümlelerin,
Kendine yitik, çelimsiz halidir.
Hem sen, hem sizliğin.
Abdurrahim Karakoç bu şiiri gençlik çağında sevdiği, "seviyordum ama olmadı" dediği bir kıza yazdığını söylemiştir. Kızın adı başkadır, orası şairde saklıdır, Mihriban ise onun temsil eden bir semboldür sadece. Şiir bestelenip pek çok sanatçı tarafından seslendirilmesi ile oldukça meşhur olmuştur.

Mihriban

Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamıştın, çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban

Yar, deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor
Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban
Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin...
Nazım Hikmet..
"gözlerin yağmurdan yeni ayrılmış
gibi çocuk, gibi büyük, gibi sımsıcak

sen bir şehir olmalısın ya da nar
belki granada, belki eylül, belki kırmızı

gövden ruhunun yaz gecesi mi ne?
çok idil, çok deniz, çok rüzgar

çocukluğun tutmuş da yine aşık olmuşsun
sanki bana, sanki ah, sanki olur ya

aşık bile dolduramaz bazı aşıkların yerini
diye övgü, diye sana, diye haziran

heves uykudaysa ruh çıplak gezer
gazel bundan, keder bundan, sır bundan

gözlerin şehirden yeni ayrılmış
gibi dolu, gibi ürkek, gibi konuşkan

hadi git şehirler yık kalbimize bu aşktan"
füruğ'dan gelsin, eski günlerden...

bu gece gözlerinin göğünden
şiirime yıldız yağıyor
kağıtların beyaz sessizliğinde
kıvılcım ekiyor pençelerim

sıtmalı, divane şiirim
arzuların yarığından mahçup
yeniden yakıyor vücudunu onun
ateşlerin ebedi susuzluğu

evet, sevmenin başlangıcıdır bu
gerçi belirsizdir yolun sonu
ama ben artık düşünmüyorum sonu
sevmektir güzel olan çünkü

karanlıktan sakınmak niye
gece elmas damlalarıyla doludur
geceden geriye kalansa
sarhoş eden leylak kokusudur

ah bırak kaybolayım sende
benden iz sürerek bulamasın artık kimse izimi
yakıcı ruhun ve nemli ahın
şarkımın gövdesinde essin dursun

ah bırak bu açık pencereden
rüyaların ipekleri üzerinde uyuyarak
ışıltılı bir kanatla uçayım
dünyanın hisarlarından geçeyim

hayattan ne istiyorum biliyorsun
ben sen olayım, sen, tepeden tırnağa sen
bin defa gelmek mümkün olsa dünyaya
her defasında sen, her defasında sen

bir denizdir bende saklı olan
ne zaman güç bulacağım saklamaya kendimi
keşke sana bu korkulu tufanı
anlatacak gücüm olsaydı

öyle doluyum ki seninle
çöllerde koşmak
dağa taşa vurmak başımı
gövdemi dalgalara atmak istiyorum

öyle doluyum ki seninle
kendimden döküleceğim toz gibi
bastığın yere baş koyacağım usulca
uçarı gölgene asılıp kalacağım

evet, sevmenin başlangıcıdır bu
gerçi belirsizdir yolun sonu
ama ben artık düşünmüyorum sonu
sevmektir güzel olan çünkü.

linkteki müzik eşliğinde daha bir güzeldir.
https://www.youtube.com/watch?v=NGs38M2e2xA
iyi ki bilmiyor kalabalıklar
Yağmura bakmayı cam arkasından
insandan insana şükür ki fark var
Birine cennetse birine zindan
iyi ki bilmiyor kalabalıklar...