bugün

görsel
An ki fıskıyesi sonsuzluğun
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni....
Sevgilim ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim
Elimde uçuk mavi bir kalem cebimde iki paket sigara
Hayatımız geçiyor gözlerimin önünden
Çıkıp gitmelerimiz, su içmelerimiz, öpüştüklerimiz
"Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz".
Çiçekler, çiçekler, su verdim bu sabah çiçeklere
O gülün yüzü gülmüyor sensiz
O köklensin diye pencerede suya koyduğun devetabanı
Hepten hüzünlü bu günlerde
Gür ve çoşkun bir günışığı dadanmış pencereye
Masada tabaklar neşesiz
Koridor ıssız
Banyoda havlular yalnız
Mutfak dersen - derbeder ve pis
Çiti orda duruyor, ekmek kutusu boş
Vantilatör soluksuz
Halılar tozlu
Giysilerim gardropda ve şurda burda
Memo'nun oyuncak sepeti uykularda
Mavi gece lambası hevessiz
Kapı diyor ki açın beni kapayın beni
Perdeler gömlek değiştiren yılanlar gibi
Radyo desen sessiz
Tabure sandalyalardan çekiniyor
Küçük oda karanlık ve ıssız
Her şey seni bekliyor her şey gelmeni
içeri girmeni
Senin elinin değmesini
Gözünün dokunmasını
Ve her şey tekrarlıyor
Seni nice sevdiğimi

CEMAL SÜREYA.
Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.

Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.

Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir...

Üstü kalsın...

CEMAL SÜREYA..
Sözüm meclisten dışarı dostlar
Bugünlerde kendimi hıyar gibi hissediyorum
Hani dilim dilim doğrasalar beni
Marmara Ege Karadeniz ve hatta Akdeniz cacık olur diyorum
Derdim öylesine büyük ki dostlar
Kırka yarıp yine kırka bölseler
Ve kırk bostana gübre diye serpseler
Kırkbin tane ot biter de kırkbin derde deva olur diyorum
Ne oldu bana böyle durup dururken
Oğlan aldı başını gitti kız zaten lafımı dinlemezdi
Düğmem kopuk paçam sökük oramda buramda çengelli iğneler
Bir de çengelli iğne nazar bozar derler
Hanımın çorabı kaçık başında bigudiler
Karabaş bile, karabaş bile suratıma bakıp bakıp havlıyor
Öğünmek gibi olmasın ama dostlar
Kendimi hıyar gibi hissediyorum
Hani ince kıyım doğrasalar beni Akdeniz cacık olur diyorum
Ve hatta Atlas okyanusu ve hatta Hint okyanusu
Ve hatta hatta Büyük okyanus bile cacık olur diyorum
Böyle cacığa rakı mı dayanır
Çivi çiviyi söker derler soğuktan donanı buzla ovarlar
Ben zaten yanmışım dostlar peki beni fırına mı koysalar
Zeytin suyuna kuru ekmek böyle gelmiş böyle gidecek.

http://www.youtube.com/watch?v=u7BBx4osZ-k
Mona Rosa.
benden size
görmedim sizin kadar güzelini.
gördüm ben sizin güzelliğinizi
biliyorum güzel gözlerinizi,
benim o ben çok seviyorum sizi.
ramazan uz
Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
incinirsin.Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia.

Özdemir Asaf.
Fatih’te yoksul bir gramafon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum, sen yoksun!
şafaktan utanmayıp utandırmadan aşkı
üzerime yüreğimden başka muska takmadan
konuşmak istiyorum.

bırakıp sözlerimin kalıntılarını
açıkça konuşmak istiyorum.
"seni sonsuz biçimde buldum o biçimi almıştın
sandviçlerle, kötü şehirle, terle başbaşa kalmıştın
yürüdü üstüne herkesin neonu, herkesin babaannesi
herkesin en eski olan kökü, en eski hanesi
yeşili bozup suya çevirdin, akşamı sonsuz uzattın
ne buldunsa o akşama uygun, ne buldunsa ona kattın
sen bir atmacanın en uzun çığlığısın, her türlü gökte
göğü büyüttün, otobüsleri aldın, şehirleri ufalttın
seversin diye söylerim her şeyi, sana uygun olsun
çünkü her şeyin birbirine uygununu sen bulursun
gel ellerini ver en güzel ellerini öyle
ruhum, ateş yüreğim, kokum birlikte öyle..."

ses/turgut uyar
o bir çay istemişti, trenin içinde
biz tren yolcusuyduk, çölün içinde
ben yalnız kalmıştım, senin içinde
oysa kaç kişinin yerine Sevmiştim seni.

aşkı geçtik, gözlerini açabilirsin

o bir dile sığınmıştı, sözü içinde
yolu yoluma çıkmıştı, çölü içinde
ben eski kalmıştım, senin içinde
oysa kaç çocuğun yerine övmüştüm seni.

düşü geçtik, kendine bakabilirsin

o bir bende kırılmıştı, hayli içimde
ıssız otağ kurulmuştu, canım içinde
ben kime kalmıştım, senin içinde
oysa kaç bahçe yerine açmıştım seni.

kimi geçtik, kimseye sorabilirsin.
sokakta giderken, kendi kendime
gülümsediğimin farkına vardığım zaman
beni deli zannedeceklerini düşünüp
gülümsüyorum.

(bkz: orhan veli kanık)
Köprünün Geceleri

bir saat, ta uzaklarda ikiyi çaldı...
Şehir artık kâbuslu bir uykuya daldı...
Sarınarak ben de eski bir pardesüye,
Sağa, sola yıkılarak indim köprüye...

Ne dizimde kuvvet, ne cepimde para...
Bilmiyorum niçin geldim buralara!
Hava berbat... Deniz ulur, gökyüzü ulur
Bu soğukta iliğime işledi yağmur...
Bakmayarak fırtınanın boğuk sesine
Çöküverdim köprünün bir kanepesine...

Deniz bazan susup bazan homurdanıyor;
Üsküdar’da birkaç ışık sönüp yanıyor:
Eşelenen kıvılcımlı bir mangal gibi...

Gece sarmış etrafı bir siyah şal gibi...
Kırbacını dalgaların vurup sırtına;
Onları da kudurtuyor şimdi fırtına...
işte böyle yerler, gökler saçarken ölüm,
Ben buraya nasıl geldim, onu düşündüm:

Bir bardayım, eğlencesi, zevki yerinde;
Bütün gözler sahnedeki Rus dilberinde...
Büküldükçe ihtirasla onun kolları,
Sarhoşların alkışları sarsıyor barı...
Cüzdanlardan birer birer çıkıp liralar,
Kafaları dumanlıyor buzlu biralar.
Ellerinde çalgıları, perişan, harap,
Deli gibi çırpınıyor bir sürü Arap.
Hummalı bir hararetle başladıkça dans,
Kuduruyor vücutları saran ihtiras...

Bu coşkunluk azalıyor geçen vakitle;
Dağılıyor sonra yavaş yavaş bu kitle,
Sallanarak fırlıyorum ben de dışarı.
Vücudumu kavrıyor bir kış rüzgarı...
Veriyorum saçlarımı vahşi boraya,
Düşüyorum bir serseri gibi buraya.

Ufuklarda pembe pembe belirdi şafak...
Ah yarabbi! .. Biraz sonra sabah olacak...
Ben halbuki dün geceden beri uykusuz,
Büzülüyor üşüyorum, her tarafım buz...
Hiçbir şeyi kavramıyor dimağım,
Pek bitkinim, bilmiyorum ne yapacağım...
Ah... Gittikçe çoğalıyor kafamdaki sis
Bir köşede uyusaydım görmeden polis...

Sabahattin Ali
neylersin dinimi
çek şu kirli ellerini
inanmıyorsam sana ne
gel beriye beriye.
Üzgün bir çocuğun yalnızlığı
Kadar saydam kalabilseydim
Ömrüm derdim ömrüm nasıl da
Dolu geçmiştir ölebilirim artık
Ölüm hiç de ürkünç gelmiyor
Yaşanmışsa tüm yaşanacaklar
Acı yitiriyor anlamını ve renkler
Kül oluyor körleşirken gökboşluğu
Bu dünya dünya mıdır hani
Bildiğimiz o yamyam küresi
Ki apiz öküzlerinin çekip durduğu
Bir cansıkıntısıydı önceleri
Hantal ve gürültücü bir tehdit
Gibi düşüyorken üstümüze
Alaycı bir gülüş takılıyor yalnız
Dudaklarımın hüzün kıvamına
Ömrüm diyorum şimdi ömrüm
Üzgün bir çocuksun sen ve yalnız
Öyle kal çünkü bu dünyada
Sana en çok mutsuzluk yakışıyor.

Ahmet telli.
Bir gülüşü var sigara kendiliğinden yanar,
Bir gülüşü var rakı bardağa kendiliğinden dolar,
Bir gülüşü var çorak topraklarda çiçekler açar,
Bir gülüşü var ki bir ilkbahar sabahında yan yana uyanmışsın,
Bir gülüşü var ki anlatamam,
Yaşamak isterim yaşayamam.
sevdiğinde çekip gitme zamanı gelmiştir
göğüslerinin arasına başını sakla
nefes al yürü çek git...
hayat sürprizlerle dolu
eczaneden çıkıyorum
teraziden şimdi indim
80 kilo çekiyorum,
seni seviyorum.
Seni bulmaktan önce aramak isterim.
Seni sevmekten önce anlamak isterim.
Seni bir yaşam bitirmek değil de,
sana hep hep yeniden başlamak isterim.

Özdemir Asaf
https://youtu.be/2_7gedVfjGM
Orhan veli'nin muhteşem şiiri yazan kadar okuyan da önemli birce akalay harika yorum katmış.
Iyi geceler mümkünse.
Bir bozuk saattir yüreğim hep sende durur.
Zamansız çıkagelen kırgınlıkları yaşıyorum.
Dost deyip bağrımıza bastığımız insanların,
Yersiz ve gereksiz sözlerine kırılıyorum.
Bir söz söyleyip de kırmaktan korktuğum insanların,
Hiç acımadan bile bile acı çektirmesinden sıkıldım.
iyiliğini düşünüp, yanımda olmadığı zamanlarda dahi
Vuslatı arzulayıp, çay içmeyi özlediğimiz,
Üç günlük cefa dolu dünyada
Bir vefalı dostumuz olsun istedik.
Her defasında bir kırılma noktası oldu,
Her kırılma noktasında bir darbe,
Her darbe kalpte kara bir leke,
Kara lekeler vücudumuzu saran bir zehire büründü.
Zehir ile eriyip giden dostluk bağlarını
Kem söz ile destekleyen dost...
Sanadır sitemim, Sanadır feryadım.
Titre ve kendine dön Ey Dost.
Sözlerini duymazdan geldim bunca vakit,
Artık sabrım da gücüm de tükenmek üzere!
Kem söz söylersen eğer kulaklarım seni duymaz,
Ve gözlerim sensizliğe mahkum olur.
Gözlerim seni görmez...
Ve şunu iyi bilesin Ey dost!
Bu kalbe her yiğit giremez.
Ve kalpten silinen tekrar geri gelemez.
iş işten geçmeden eline, diline ve beline sahip ol
Edebinle gel Edebinle konuş ki
Sana olan saygı ve sevgimiz artsın, eksilmesin.
Sözler boğazımda düğümlendi.
içimde ince bir sızı.
Artık sükût vakti
Zamansız çıkagelen kırgınlıkların
Sükût ile unutulmaya terk edildiği vakit.
Dost kırılmasın diye dilin lâl olma vakti.
Sustum.
Suskunluğum.
Susturana hediyem olsun.

Durmuş Gönen
görsel
Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.
Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.

Bence her gece aklıma gelen Yahya Kemal Beyatlı'nın Sessiz Gemi adlı şiiri.
Ah benim nergis kokulu cehaletim...
Ruj lekeleri bıraktın bardaklarda
Anlatmak isterdin kendini durmadan
Bir bardağa bile olsa.
Ne diyecektin, ne söyleyecektin
Şairlerin şahı olsan,
Bir AH’dan başka.
Ah benim nergis kokulu cehaletim
Bana yıllarca, bunca sözü boşa söylettin.
AH! Güçlü bir el silkeledi beni sonra
Sanırım tanrının eliydi,
Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan,
Çok şey geçmiş gibi başımdan
Ah dedim sonra,
Ah! iç ses, diye söylendim.
Gel!
Ahlar ağacından sen de biraz meyve topla.Vasiyetimdir:
Bin ahımın hakkı toprağa kalsın