bugün

Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum.
...

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana..

Ataol BEHRAMOĞLU
Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar.
Nede şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni
Bırak vehmimdeki gölgeni
Gelme artık neye yarar!

Necip Fazıl Kısakürek
Eski sevgilim aklıma gelir hep bu şiiri okuyunca.
Doktor olduğunu iddia eden elif Çolak adlı hamferdinin geçenlerde paylaşılan ve sözlüklerde de çok ses getiren şiyiri:

görsel
Bir ayak sesi duymayayım
Kapıya koşuyorum
Gelen sen misin diye
Bir siyah saç görmeyeyim
Yüreğim burkuluyor
Ağlamaklı oluyorum
Her şey bana seni hatırlatıyor
Gökyüzüne baksam
Gözlerinin binlercesini görürüm
Bir rüzgar değse yüzüme
Ellerini düşünmeden edemem
Yaktığım bütün sigaraların dumanları sana benzer
Tadı senden gelir
Yediğim yemişlerin
içtiğim içkilerin
Ve içimdeki bu dayanılmaz sıkıntı
Bu emsalsiz hüzün
Seni beklediğim içindir
Resmine bakamaz oldum
Uykulardan korkuyorum artık
Utanıyorum odamdaki bütün eşyalardan Şu sedir hala gelip oturmanı bekliyor
Şu ayna karşısında güzelliğini seyretmeni Şu kadeh dudaklarına değebilmek için duruyor masada
Ve şu saat geldiğin anda
Durabilir sevincinden
Zaman çıldırabilir
Çünkü benim dünyamda
Ölümsüzlük, seni sevmek demektir.
Bir çocuk doğmayı bekler
Bir ağır hasta ölmeyi
Bitkiler yağmur ve güneşi bekler
Yalnız bir kadın sevilmeyi
Ve düşün ki bir adam
içinde bütün bekleyenlerin korkusu ve ümidi
Seni bekler
Asılmayı bekleyen bir idam mahkumu gibi
Sen gelinceye kadar
Pencerem kapalı duracak
Rüzgar gelmesin diye
Artık perdeleri açmayacağım
Gün ışığı girmesin diye
Sonra kahrolacağım
Bu karanlıkta, bu derin yalnızlıkta
Ve günlerce gecelerce haykıracağım Nerdesin diye, nerdesin diye
Bir gün bu kapıdan sen gireceksin Biliyorum
Ergeç bu bekleyişin bir sonu gelecek Yıllarca sonra
Öldüğüm gün bile gelsen
Bütün bu bekleyişlerimi ve öldüğümü unutup
Çocuklar gibi sevineceğim
Kalkıp sarılacağım ellerine
Uzun uzun ağlayacağım
Bazan ölüm vardır
Ölümden önce gelir
Mesela bir hapishanede bir hücrede yaşanır
Sorular hep yanıtsız kalır orada
Sadece konuşan rüyalardır
Yahut hayaller suskun duvarlarda
Gözler kabul eder parmaklar kabul eder
Ama beyin hep umuttan yanadır.

(bkz: erdem bayazıt)

(bkz: ölüm risalesi)
O sahibinin sesi gramofonlarda çalınan şey
incecik melankolisiymiş yalnızlığının
intihar karası bir faytona binmiş geçerken ablam
Caddelerinden ölümler aşkı pera\'nın

Esrikmiş herhal bahçe bahçe çiçekleri olan ablam
Çiçeksiz bir çiçekçi dükkanının önünde durmuş
Tüllere sarılı mor bir Karadağ tabancasıyla
Zakkum fotoğrafları varmış cezayir menekşeleri camekanda

Ben ki son üç gecedir intihar etmedim hiç bilemem
intihar karası bir faytonun ağışı göğe atlarıyla birlikte
Cezayir menekşelerini seçip satan alışından olabilir mi ablamın

(bkz: ece ayhan)
Ne güzeldin. Orada, ilk oturduğumuz yerde, bana baktığın pek çok zaman beni yerdeki parkelere bakarken yakalıyordun ya zaman zaman. Ben o anların hiçbirinde parkelere bakmıyordum da, öyle zannet istiyordum. Yoksa karşımda sen otururken sikeyim parkesini! Parke değildi mevzu, mevzu sana mevzunun parke olduğunu zannettirmekti. Bunu gerektiriyordu çünkü takıntılı bir ruh hastası olmak!

Biraz evvel ağlamış kadın yüzünde ittifak etmiştik Tarık abimle beraber. Bir yüz ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi çünkü. Ne zamana kadar? Yüz yüze gelene kadar. Sonrası komple mahçubiyet!

Bozulur muyum ben sana? Hayatta bozulmam ben sana. Ama daha çok bakarım parkelere. Aslında bakmam da, bakıyormuş gibi yaparım, sen de bozulma.. Yoksa nasıl kurulur dengeler?..

Her şeyden hevesimi aldım dediğim zamanlarımda hiç bilmediğim heveslere meylettim hattı zatında. Ayıplama da beni, mümkünse anla, mümkün değilse salla!

Soğudu gibi oldu havalar. Dikkat et kendine! Artistlik yapma, yürürken önünü kapa. Ve korkup gidersem bir gün. Sakın kızma. Kızma çünkü;

Çok durmam ben, duramam
bütün gece çorbacıları bilir
o yüzden
istasyon civarındadır hep
kiraladığım bütün evler

kalmak alışkanlık biraz
marifet biraz
biraz cesaret
bense ne alışığım
ne mahir
ne cesur
dönüp dolaşıp başladığım yere
döneceğimi bilsem de
kanadıkça giderim
kanattıkça giderim
devirdiğim otuz küsür yaş
başka bir şey de değil de
bunda usta etti işte

gitmeyi iyi bilirim
ister korkaklık de buna
ister yavşaklık
cevap bile veremem
giderim

Giderim ben
öyle öğrendim babamdan
beş çocuğun yükünden ve
annemin dırdırlarından
kaçıp kaçıp sığındığı
kahvehanenin eşiğinde
her boynumu büküp
“baba eve gidelim” dediğimde
ve
“sen git! gelirim ben!” lafını
her duyduğumda
içimden hep şey derdim
bir yere gitmeliyim
eve değil ama
nereye?
o zamanlar küçüktüm
hep eve dönerdim mecbur
sonra işte unuttum artık
ev
nere?

Velhasıl
ben giderim
gitme derdiyle büyüdüm
o yüzden gülüm
anlayamasan da
üzülme
Hiç kimse yok kimsesiz,
Herkesin var bir kimsesi.
Ben bugün kimsesiz kaldım,
Ey kimsesizler kimsesi.

Kimse aradığım yollarda,
Kimsesizlik kimsem oldu.
Dinsin artık hicranın cana
Kimse aradığım yollar,
Kimsesiz kimselerle doldu.

Avni
inikas
Tayyibe Atay

hemen yanında soyunan dağın
yeşile çalar
elbisesiydi deniz...

en yırtık yerinden
balıklar daldı içeri(!)

seni düşündüm yine
çaresiz....
gülerek ilerledim ben de gölgeleri bilerek

eğilerek mi geçtik engelleri, her zaman sevinerek

bire bir, teke tek, benim için hep yek!

bu yolda çakılan kazıklar, geçmişin anısına

parlayan gözler, yeni ufuklar demektir benim için

yalan gözler, her zaman beyin yorucu parazitlerdir

kendini kollamak, bir nevi düşmanı sollamaktır

kendini zorlamak, düşmana hazır olmaktır her zaman için

bu dünya, bu gözlere kara, savaşlar para

açık hedef bensem, o zaman sana karavana

yalvarmak şerefsizliğin bir kademe altındadır

para ile satılmak, ümitsizliğin en üst satırındadır

hep katır gibi anırmak dünyaya haykırmaksa

ben susarak saygımı göstermeliyim mi acaba?

tilki.
Sözcüklerim varmıyor uzaklarına
Birer birer düşüyor bütün öpmelerim
Ağır yenilgiler alarak

Adresinde yokluğunu kıyamet bilerek
Sadece susarak özlüyorum seni
Hiç tanımadan, ne garip

Sadece susarak özlüyorum seni
Hiç tanımadan, ne garip
Sense uzak, çok uzakta
Bir deniz gibisin resimlerde

Dokunsan Dersim olur, göçerim mecburen
Duydum çok sonradan, adın önemli değil
Acın aynı tadı veriyor zaten

Adresinde yokluğunu kıyamet bilerek
Sadece susarak özlüyorum seni
Hiç tanımadan, ne garip

işte buna bıçak çekiyorum
şimdi adı yok, hiçbir sevginin
Zaman zaman değil şimdi
Yalnız ben miyim bu ahir zamanda
Derviş mekanına aşk ile çağıran
Bu ahir zamanda...
Seni, anlatabilmek seni.
iyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.

Ardarda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana...

Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.

Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamlardan,
Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklımıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı;
Gecelerde ve yalnız.

Vermeye az buldunuz
Yahut vaktiniz olmadı.-behçet necatigil
Baylar!
Bin dokuz yüz seksen birdeyiz
Karşınızda eylülün sesi
Ağustosa çekildi, eylülün sesi
Birazdan konuşacak
"Bu dünyada yaşamak can sıkıcı bir şeydir baylar."

Tepelerde bulamaçların kahverengi eridiği
Eriyip sarı sarı aktığı bir mevsim
Bir saat gibi işlerken avucumdaki güz çiçeği
Yosunların kapılara usulca
Tırmanıp yerleştiği
Yani eylülün sesi, buysa çok iyi baylar.

Yaz geçti, sözgelimi midyelerden yorulduk
Eni boyu belirsiz bir ıslaklıktan
Upuzun gündüzlerden, sevimsiz otellerden
Eylül ki, sorabilir mi
Hüzünler iç kamaştırıyor, aşklarsa niye yoksul
Bir asfaltın kuru sıcak soğuğundayız
Oysa bir deniz feneri mevsimsiz ölür baylar.

Dahası
Bu düğmesiz giysileri şöylece giymek
Bir boşluuğu giyinmek mi olur
Olsun
işte karşınızda ekimin sesi
Kasımın sesi sonra
Yağmurun eşliğinde -çocuğunu emziriyor yaz-
Bundan böyle günlerimiz nasıl geçecek baylar.

Her şey o kadar dokunaklı ki
Eylülsem, istemeden kırılıyorsam bazen
Dağınık, renksiz bir mozayık gibiysem
Üstelik yalnızsam bir de -telefonda kuş sesleri-
Aynalardan duvarlara bir üzünç akıntısı
Bu dünyada çekingen olmak çok iyi bir şeydir baylar.

Sonra bir kır kahvesi kendini okurken
Masaları toplanmış, bardakları toplanmış
Tam kendini okurken
Derim ki bir semti iyi tanımak kadar
iyi tanımal dünyayı
Açın radyolarınızı: eylülün sesi
Bu dünyada can sıkıntısının bir başka anlamı var baylar.

Elmalar silik silik kırmızı artık -olsun-
Gözlerimiz tozlanmış, kirli
Gizlisi yok, bu dünyada böyle sıkılmak iyi
Sıkılmak iyi baylar
Biz hazır tuttukça böyle
içi yangından alev alev
Dışı buz tutmuş kalplerimizi.

Edip Cansever.
görsel
(bkz: Ahmed Arif)
Olmayan gündüzün gecesindeyim
Düşünüyorum, kalbimin derinliklerindeyim

içimde bir hüzün var

Sanki güneş doğmayacak
Bu beyaz sayfa kalem tutmayacak.
Kimseler duymasın,
Duymasın, ölürüm ha.
Aymışam yarı gece,
Seni bulmuşam sonra.
Seni, kaburgamın altın parçası.
Seni, dişlerinde elma kokusu
Bir daha hangi ana doğurur bizi?
Ruhum… Mısra çekiyorum haberin olsun.
Çarşıların en küçük meyhanesi bu,
Saçları yüzümde kardeş, çocuksu.
Derimizin altında o ölüm namussuzu…
Ve Ahmed’in işi ilk rasgidiyor.
ilktir dost elinin hançersizliği…
Ağlıyor yeşil.

Rüya, bütün çektiğimiz.
Rüya kahrım, rüya zindan.
Nasıl da yılları buldu,
Bir mısra boyu maceram…
Bilmezler nasıl aradık birbirimizi,
Bilmezler nasıl sevdik,
iki yitik hasret,
iki parça can.
Çatladı yüreği çakmaktaşının,
Ağıyor gökkuşaklarının serinliğinde
Çağlardır boğulmuş bir su…
Ağıyor yeşil.
sen o baygın sevgilerin adamı değilsin.
sana yaşamak düşer çarkların gövdesinde
bin demir kapıyla hesaplaşmaktan omzun çürümelidir
bin çeşit güneşle ovulmalıdır gaddar ellerin
yürü yangınların üstüne, kendi alevini de getir
çarpıntısız dakikası olur mu devrimcinin.

i. özel
Deli gönül,neyi özler durursun?
Acınacak dostun,cânânın mı var?
Dünya yansa yorganın yok içinde,
Harab olmus evin,dûkkânın mı var?

Çal nayını, ferahnâkte ver karar,
Götün nâzır, kulağın müsteşar,
Kumda oyna çöp batmasın âşikâr
Düşünecek senin zamanın mı var?

Kendi cihanında bak sen keyfine,
Kulak asma halkın hayfa-hayfine,
Tanburuna, kemanına, define
Sen de katıl, neyde noksanın mı var?

Şu kırk yıldır senin daran alındı,
Suratına yüz bin kara çalındı,
Nasıl olsa bu bokluğa dalındı
Neyzen'den de büyük isyânın mı var? - Neyzen Tevfik
Ben birini sevmiyordum.
O da beni sevmiyordu.
Bir gün bir yerde randevulaştık.
Ben gitmedim.O da gelmedi.
Geleceğim, bekle dedi, gitti.
Ben beklemedim,
O da gelmedi
Ölüm gibi bir şey oldu.
Ama kimse ölmedi.
YAZAN ACIMAMIŞ ÇEKTiREN ACIR MI? KiME UZATTIYSAM BOŞ KALDI ELiM YARATMIŞ YARADAN ÇEK DEMiŞ, SONRADA BIKTIRMIŞ BU CANDAN SUÇUM NE BENiM ZEHiR BiLE PARAYLA MUTLULUK BEDAVA OLUR MU ? ADAMIN BiRi ARABANIN ARKASINA YAZDIRMIŞ ! HEMDE HACI MURAT'IN VERME BENi ELLERE GÖRÜR DAYANMAZSIN, ANLAYANA ON NUMARA LAF... NEDEN NEDiR NEDEN AÇIKMALA YAP LÜTFEN GERÇTEKTEN MUTLUMUSUN BENi HER GÜN ÜZMEKTEN BEN SANIRDIM SENiN TEK DOSTUM OYSAKi KÖLE YAPMIŞSIN ACILARINA BU DÜNYADA HEP BEN VARDIM ACILARINDA HAKKIMI HELAL ETMiYORUM SANA iNŞALLAH ÖBÜR DÜNYADA HEP ATEŞ OLUR YANINDA ...AMiN...
Yüzümü yalayan serinlik
Öyle yavaş öyle nazik ki
Hayatın bana hiç olmadığı kadar.
Burnumda etraftan yayılan o ekşi domates salçası kokusu
Sevdiğim, memleketimin esintisi
Beynimde onun sesi
Onun gözleri
O keskin vakur
Bir daha hiç göremeyeceğim o bakışı.
dunyanin disina atilmis bir adimdin sen
omrumuzse karsiliksiz sorulardi hepsi bu
su samanyolu hani avuclarindan dokulen
kum taneleri var ya onlardan birindeyim
yeni bir yolculuga cikiyorum kar yagiyor
bir ask tipiye tutuluyor daha ilk donemecte

cocuksun sen sesindeki tipiye tutuldugum

ahmet telli
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
içimi seninle ısıtıyorum.

Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
insan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu.

Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun.

şu an beni en iyi bu dizeler anlatıyor. o yüzden bu gecenin şiiridir sayın yazarlar. evet.