bugün

insanların, aa harbiden lan demesine vesile olan filmlerdir.
felsefik gibi sacma sapan bir sifat barindiran filmlerdir, yokturlar. felsefik ne ulan. felsefi filmler ya da felsefe temali filmler diye anladigimizi varsayarsak
(bkz: matrix)
(bkz: cloud atlas)
(bkz: seventh seal)
gibi nadide ornekleri vardir. daha cogaltilabilir.
(bkz: 13th floor) ve (bkz: blade runner) gibi yapimlar da listeye eklenmeli. aklima geldikce yazacagim buraya.
(bkz: the sunset limited)

tommy lee jones ve samuel l. jackson baş rollerde. çünkü başka oyuncu yok filmde.
film, intihar etmek isteyen ateist bir profesör ve onu intihardan vazgeçirmeye çalışan dindar bir adamın diyaloglarından oluşuyor.
seyretmeye değer.

filmden bir parçayı copy paste yapayım. bir fikir edinmeniz açısından.

Dünyadan satır satır vazgeçersin. Kendi yok oluşunun suç ortağı olursun. Bu konuda yapabileceğin hiçbir şey yoktur. Yaptığın her şey ileride bir yerlerde bir kapıyı kapatır. Sonunda açık bir tek kapı kalır.

Ben karanlığa özlem duyuyorum. Ölmek için dua ediyorum, gerçekten ölmek. Ve ölünce yaşarken tanıdığım insanlarla karşılaşacağımı bilsem ne yapardım bilemiyorum. Bu, korkunun ve kabusun son noktası olurdu. Annemle karşılaşacağımı ve her şeye en baştan başlayacağımı düşünsem ama bu sefer sonunda özlem duyulacak bir ölüm olmasa bu en büyük kabusum olurdu.

Ben ölüler ölü kalsın istiyorum. Sonsuza dek. Ve onlardan biri olmak istiyorum. Ama elbette onlardan biri olamazsın çünkü varlığı olmayanın toplumu da olmaz. Toplum olmaz. Düşünmesi bile kalbimi ısıtıyor. Karanlık, yalnızlık, sessizlik, huzur. Ve hepsi bir kalp atımı uzakta. Ben ruh hâlimi dünyaya kötümser açıdan bakmak olarak görmüyorum. Dünya böyle diyorum. Evrim elinde olmadan zeki hayatların sonunda bir şeyi her şeyden önce bir tek şeyi fark etmelerini sağlar. Ve o bir tek şey de "boşunalıktır".

insanlar dünyayı gerçek hâliyle görebilse hayatlarını gerçek hâliyle görebilseler hayalle ve yanılsamalar olmadan yani bence mümkün olduğunca çabuk ölmemek için ortaya bir tek neden bile süremezlerdi. Ben Tanrı'ya inanmıyorum. Bunu anlayabiliyor musun? Çevrene baksana yahu. Göremiyor musun? işkence görenlerin yaygara ve gürültüsü O'nun kulaklarına müzik gibi geliyordur. Ve bu tür konuşmalardan da iğrenirim aslında. Tek tutkusu, daha en başından var olduğunu inkar ettiği şeye durmadan hakaret etmek olan köy ateistinin iddialarından yani.

Bana insanı hiçlik ve ölüme hazırlayan bir tek din göster. Bak, o kilisenin cemaatine katılabilirim işte. Sizinki insanı sadece daha çok hayata hazırlıyor. Hayallere, yanılsamalara ve yalanlara. insanın kalbindeki ölüm korkusunu yok edersen bir gün bile yaşayamaz. Bir sonrakinin korkusu olmasa kim bu kabusu ister ki? Tüm neşelerin üstüne baltanın gölgesi düşüyor. Her yol ölümle bitiyor. Her dostluk ve aşk da öyle. işkence, kayıp, ihanet, acı, elem, yaş, aşağılanma, korkunç geçmek bilmeyen hastalıklar... Ve hepsi aynı nihayete eriyor. Senin için, değer vermeyi seçtiğin herkes ve her şey için.

Hiddet sadece iyi olduğum günlerde ortaya çıkıyor. işin doğrusu, ondan da pek kalmadı. işin doğrusu, gördüğüm şekillerin yavaş yavaş içi boşaltıldı. Artık içlerinde bir şey yok. Sadece şekil olarak kaldılar... Bir tren, bir duvar, bir dünya, bir insan... Uluyan bir boşluk içinde anlamsız bir ifade ile sallanan bir şey. Ne hayatının anlamı var, ne de kelimelerinin.
Sessiz Flüt – Circle Of Iron (1978).