bugün

musluklara da bulaştırıp günlerce geçmeyen kokudur.
akşama yemekte balık vardır.

olsada yesektir.
balıklar sadece el kullanılarak yendiyse şayet ilk yıkamada çıkmayacak olan sıkıntılı kokudur.
kolay kolay geçmeyen kokudur.

7. veya 8. sınıfın yaz tatiliydi sanırsam, oturmuşum bilgisayarın başına, bounce diye bir oyun vardı, onu oynuyorum. o sırada kapı çaldı. annem de balkondaki masaya oturmuş balık temizliyor. annem duymadı herhalde kapı birdaha çaldı. kalktım açtım.

kapıda bizim 2 üst katımızda oturan ceyda diye tombik bir kız, benden 4-5 yaş küçüktü ama nasıl embesil, nasıl salak.. her akşam kapıyı çalar, "müsaaait mininiieez?" diye sorup bilgisayara otururdu. "tabii canım" dedim salona yönlendirdim. o kız o bilgisayara oturmayacak! kararlıydım artık.
çiğ balıktan nefret eden ben, oturdum annemin yanına balık temizliyorum. annem de bilir çiğ balıktan nefret ettiğimi, "hayırdır amk?" der gibi bana bakıyor.

zaten daha fazla dayanamayıp kalktım, embesil ceyda da kuyruk gibi peşimde dolanıyor. bir an şeytan sol kulağıma tık tık yaptı. parlayan gözlerle döndüm embesil ceyda'ya, "mutfağı toparlayalım mı seninle?" dedim. salak salak yerinde hoplayıp "oluuuur" dedi ceyda.
verdim eline bezelyeleri, ayıkla bakalım dedim. ben de limonatalı cam sürahiyi temizleyeceğim, ailecek nefret ederiz sürahilerdeki içecek kokularından. suyu bir güzel kaynattım, içine de karanfil koydum ki güzel koksun. embesil ceyda hala bezelye ayıklıyor.

bundan sonrasını anlatmaya utanıyorum..

çıkardım dolaptan cam sürahiyi, bankonun üstüne koydum. banko da o zamanlar belimi biraz geçiyor. aldım kaynattığım suyu, dolaptan çıkardığım cam sürahinin içine boşalttım.
sonraki birkaç dakikayı şöyle özetleyebilirim:

-bu konuşmalar sırasında herkes bağırmakta-
ben: aaaaaaaaaaaahhaaağaaa!!!!
embesil ceyda: aaaaa rosso ablaaa!
annem: aaaah noluyo be?!
embesil ceyda: rosso ablaaağaaa rosso ablaaağ!
annem: ceyda noluyor rosso nereye gitti?
embesil ceyda: koştuu koştuuu!!
annem: ceyda salak mısın yavrum nereye koştu?

bu sırada ben sanki duşta gözüme şampuan kaçmış gibi rahat bir ses tonuyla cevap verdim: "banyodayım anne"

o an embesil ceyda'nın ne kadar embesil olduğunu düşünmekten kaynar suyun soğuk camı patlatacağını düşünememiştim. sürahi patladıktan sonra bütün kaynar su üzerime dökülmüş, sol bacağım en üstünden dizime kadar yanmıştı. bense bağırdıktan sonra altımdaki eşofmanı çıkartarak koşuyordum. zaten bu eylem sonucu su toplayan yanığım patlamış, duvara deri parçalarım yapışmıştı. bense banyoya koşup soğuk suda geri kalan kenardaki köşedeki derileri ovarak çıkartmaya çalışıyordum.

14 yaşına kadar 4-5 kez yanmış biri için normal şeyler bunlar.
annem üzerime bir elbise giydirdi atladık taksiye bozyaka ssk'ya gittik.
hemşire mal mal bakıp dedi ki "çocuk ünitemiz yok"
"ne demek çocuk üniteniz yok lan yanıyorum burda" dedim. maalesef anlamında başını salladı siktimin hemşiresi.
bindik tekrar taksiye 9 eylüle gidecez. şoför de soktu trafiğin içine. yaklaşık 1 saattir taksideyiz artık bağırmaktan yoruldum dışarıyı falan izliyorum.
annemin de bir elinde sigara var öteki elinde gazete yanığımı yelliyor. yanık artık ufaktan ufaktan kanamaya başladı ama trafik bok olduğu için yapılabilecek bir şey yok.
şöyle bir baktım anneme, dedim "bana da bir sigara yak"

annem sanki bebeklerin nasıl olduğunu öğrenen ilkokul öğrencisi gibi kaldı.
ilk defa o zaman öğrendi sigara içtiğimi.
"bunu sonra konuşacaz" dedi, bir sigara yakıp verdi. yarım saat daha trafikte gıdım gıdım ilerledikten sonra yol açıldı hastaneye vardık.
annem kayıt işlemlerini yapıyor beni de aldılar direkt ilk müdehale edilen yere yarayı temizliyorlar. artık iyiden iyiye acımaya başladı yara. ağlamaya başladım ben de.

o sırada elimi bir kadın tuttu. hiç tanımadığım bir kadın. "dayan yavrum" dedi. mal gibi kaldım sözlük. ağlamayı kestim. kadın daha da sıkı tuttu elimi.
sonra beni kaldırdılar, ben baya yürümeye başladım. herkes şok geçiriyor, "bacağının yarısı yanmış utanmasa koşacak" der gibi bakıyorlar. elimi tutan kadına döndüm, teşekkür ettim. gülümsedi yine sıcacık.

bindik taksiye eve döndük. anneme embesil ceyda'yı sordum, ne bileyim gitmiştir herhalde dedi. eve geldik embesil ceyda yok. ben oturdum koltuğa bir an balık kokusu geldi burnuma. bir baktım ellerim leş gibi balık kokuyor.
anneme döndüm, "senin de ellerin balık kokuyor mu anne?" dedim.
baktı, onunki de kokuyor. tabii o acelede kimse dikkat etmemiş ellerine.
o günden sonra evde cam sürahi kullanılmadı. balık da balkonda temizlenmedi sözlük.
Yediğin balık sonrası bulaşıkları domestos ilavesi suyla yıkama suretiyle geçecek kokudur.
sulines kokusu gibidir kolayına geçmez çoğu insana itici gelse bile benim gibi sürekli balık ve balikcilikla ilgilenenler sulines ve balik kokusunu sevmeye başlar, ilginç bi durum.
iğrençtir. balığın bu yönünü sevmiyorum işte.
limonun suyu ele sıkılarak giderilebilecek kokudur.
rakıyla balıkla haşır neşir olanlar limonla çözümü hemen sağlarlar.
Eminönü de balık ekmek yedikten sonra eve gidene kadar ne kadar yıkasanda metroda, vapurda, takside, dolmuşta devam eden ve ikide bir insanın elini burnuna götürüp o pis kokuyu koklama tikine sahip olduran o kokudur.
nasıl iğrenç bir şeydir tarif edilmez.