bugün

Düşünce, hayat tarzı, politika vb. anlamlar bildirdiğinde "doğu" ve "batı" sözlerinin ilk harfleri büyük yazılır: Batı medeniyeti, Doğu mistisizmi.
goethe nin de şöyle bir sözünü okumuştum bir yerde ''Kim kendini ve başkalarını tanırsa görecektir ki Doğu ile Batı birbirinden ayrılmaz bir parçadır.''
görsel
doğu ve batı arasındaki kültür ve özgürlük farkı.

görsel
Rene Guenon'un Türkçe'de yayımlanmış olan bir yapıtı.
(bkz: Orient et occident)
1- Niçin bir rönesans(yeniden doğuş) sancımız bile yok. Niçin batıya göre ortaçağ refleksleri ile gitgide "ortaçağ"laşıyoruz, bize "krallık"ları bir lütuf olarak kabul ettirebilen şey nedir?
Entelektüel faaliyet için aristokrasinin olmazsa olmaz olduğu gibi bir küresel kabul vardır malumumuz. Bu konu hakkında düşünmek lazım. Aristokrasi ile işçi sınıfı arasındaki uçurumda akli ve kalbi faaliyetlerin farklı olacağı ön kabulü bir mobiliyasyon faaliyeti kanımca. Çünkü sınıf çatışmalarında mobilize olmuş görece alt sınıf için ait sınıf da aynı zamanda bir gerçeklik ve fakat bu aidiyetin aristokrasi tarafından mütemediyen pompalanması ortak bir zemini imkansız kılmış çünkü politik manevraları yani verili kültürü, ekonomiyi, tarihi, coğrafyanın verimli kullanımını özetle aslında ideolojik tasavvurları belirleyen aristokrasi aynı zamanda bir iktidar savaşı alanı. Babadan oğula bir deveranın kızılca kıyametine "ter döken" bir savaş alanı.
Bir savaş alanından bize sunulanın hiç yoksa "bazı fayda" kısmında sorun olacağını kabul etmek zorundayız. Kendinin "cahil hoca"sı olmak insanlık tarihinde entelektüel faaliyetin başlıca zorunluluğudur.

2- Öğretim verili bilgidir özetle oysa eğitim verili bilginin ötesinde bir kavrayış ister. Eğitilmiş bir beden ve akıl ve kalp öğretileni kendi eğitimi üzerinden sağaltma şansına sahip olur. Çünkü akıl tek başına seçkincidir, pragmatiktir yani türsel fark gereği herhangi bir "başka"ya kulağını tıkar ve bu şiddeti üretip körükleyen bir tezahür. Başkasının yok olması üzerinden varolmak aslında başkasına dönüşmektir bu bir seri girdap zincirinde aslı kalmak demek.
Dilthey'in meşhur "açıklama-anlama" düalizmini anımsayalım. Pozitivist bilim ile insani faaliyet arasındaki uyuşmayı metodolojik olarak sağlamak için sağlam bir önermedir bu önerme. Açıklama tek başına insan nesne olduğu için bir paradoks yaratıyor yine muhakkak Fakat nesneyi tanıma öznesi olarak saf halde alma eğilimi olan akıl, kendi biricikliğinin içinden hareket ile savaşçı bir doğaya evriltilmiş ise buna "anlama" eşiği diyebiliriz. Yani özetle doğa açıklanır insan anlaşılır.
Kendinden hareketle başkasına bakmak.
Madde 1 kendinin "cahil hoca"sı olmak şimdi netleşecektir zannediyorum.

3 - Öğretimin bir rönesans(yeniden doğuş) başlığında bize bu topraklarda ne sunuluyor. Ezberleyen ama gözlemlemeyen birer robot olmamız üzerinde inşa olmuş bir öğretim anlayışımız var.
Akademik faaliyeti küçümseyen bir akıl tutulması da buna eşlik ediyor öte yandan garip bir omuzdaşlık anlayışı ile. "oğlanı sanayiye versem daha faydalı olacaktır, okuyup ta ne olacak sanki yalan dünya" gibi bir akıl tutulması ile karşı karşıyayız. Doğanın en büyük eğitmen olduğunu tamamen unuttuğumuz için bu eğitim zorunluluğune yabancılaştığımız için bu yenilmişliği hissediyoruz ki buna insan doğası dahil. Kafeslere (0+1, 1+1, 2+1, 3+1...) kapatılmış bedenler için, o kafesin dışındaki, dünya sonsuz tehlikeler taşıyor, oysa "tehlike" en çok kendine yabancılaşma ile başlıyor, kendi doğasına yabancılaşan insan başkasını doğal olarak göremiyor, bu istemli bir körlük.
Verili bilgiyi sağaltmak demek onu kendi gözlemleri ile sağlamaya almak demektir. Bu gerçekten böyle mi? sorusunun akla düştüğü ilk anı anımsamak lazım. işte o noktada kabul etmek mi, sormak mı lazım. Öğretimi eğitim ile sağaltmak için sormak lazım, farkındalık başlığında ciddiyetle bir sancı varsa sormak lazım.
Nasıl mümkün? Çünkü krallığı aşmış ve özgürleşmiş bir toplum hayalinde bile bir eşik gerekiyor bunun için "başka"ya bakmalı. Bugün üzerinde yaşadığımız topraklarda "başka ve öteki"nin varlığından dahi haberdar olmayan devasa bir kütle var. Verili kültür yani öğretimin sağladığı ezberler "resmi" olarak bir devlet projesi olduğu için bu "vatanseverlik" tanımı adı altında oldukça konforlu da olduğu için o kendinde içselleştirdiği yabancılaşma ile "diğer varlık sahası" yok sayıyor.

4 - Kolonyalizmi bir varlık gerekçesi olarak sunan modern dünya ulus devlet anlayışından bize kalan mirastır öğretim sistemimiz. Medeniyet üstbaşlığını "batı medeniyeti" olarak servis etmiş bize genç cumhuriyet oysa medeniyet çoğrafyalar üstü bir kavramdır bir harita, siyasi harita kavramı olması bu toprakların insanlarını tabirimi maruz görünüz "güdük" kılmıştır.
16-18. yy'lar arasında eğitim anlayışında bir devasa şerh şart koşulmuş entelektüel faaliyet içinde. Nedir? Seyahat etmek. Bu muazzam bir kalkışma cidden. O zamana kadar zaten öğretim ve eğitim doğanın içinde ve hatta doğaya rağmen olduğu için "kafes"lenmeye başlayan insana bir farkındalık alanı açıyor "seyahat etme" zorunluluğu. Mesela ingilizler bu seyahatlere "Büyük Tur" demişler. Bunu modern anlamda bir tatil olarak anlamamak gerekiyor, mesela bütün Kıta Avrupasını "gözlemlemek", Hindistan gibi, Çin gibi büyük kara parçalarında "gözlem" yapmak hem doğayı açıklamaya hem insanı anlamaya çalışmak.
Bizde bu eğitim biçimi oldukça köklüdür aslında. Sürekli savaşan bir dünyanın, at üzerinde "seyahat" eden askerleri aynı zamanda birer seyyahtılar. Bu topraklar içinde oldukça farklı halklar dolayısıyla kültürler barındırdığı için mesela biz gözlemlemek noktasında bir ingilizden binlerce defa daha şanslıyız. Biz Büyük Tur'umuzu komşumuz ile yapabiliyoruz mesela, bu muazzam bir eğitim biçimi işte.
Devletin verili kültürünün ve verili ahlak anlayışının dışına çıkmak için yani açıklananları anlamak için önce kendinden yola çıkmak gerekiyor. Aynı dili konuşan insan gruplarının bile küçük hesaplar ile birbirlerine nefret kustukları bir coğrafyadan daha büyük ve sınırsız bir dünya hayaline doğru seyahat etmek, işte insanın kendinin "cahil hoca"sı olarak eğitiminin başlıca çıkış noktası.
Orada koskocaman bir "başka" dünya var.