bugün

bilimin illa da ''ispatlayamadığım şeyi kabul etmem'' mantığında olmasından mütevellit bağdaşmama durumudur. ancak bağdaşmasa da birbirini tamamlar bu iki müessese;

söz sende deyip mikrofonu bilime verdiğimizde ilk sözleri hep ''başlangıçta gaz ve toz bulutu vardı'' oluyor. işte tam da orda sorulan ''o gaz ve toz bulutundan önce ne vardı'' şeklindeki soruyu sırf cevap veremediği için es geçiyor. burada da devreye din giriyor. tamam belki somut bir kanıt sunmaksızın yuce bir yaratici ile açıklama getiriyor meseleye ama sonuçta çemberin halkası tamamlanmış oluyor.

herşeye rağmen din ile bilim düşman kardeşler değildir. din bilimin bir gün ulaşacağı nihayettir, varacağı son noktadır.

kainatı ve insan yaşamını bir roman gibi düşünürseniz din, bu romanın finalidir, bilim ise o finale kadar ki aşamalardır.
mesela bilim bir gün şunu ispat etse: evrenin big bangle oluşumundan önceki sorunun cevabının sonsuz kere bu işlemin tekrar ettiğini, o zaman bu finale nolacaktı? yerle yeksan mı olacaktı? evet ihtimaller dahilinde bu da vardır. bilimin alanı tamamen kendisinedir, bir romanla bu ikisi birleştirmek size göre cennetle cehennemi aynı yerde var olmasıdır. ikisi de ihtimal dışıdır, hayallerde olur.
yanlış bir önerme, böyle bir olasılık var olsa bile bu milyonda bir gibi bir şeydir. çünkü "din" ve "bilim"in tanımları birbirinden farklıdır. bilim pozitif bilimlere ağırlık verirken, din maneviyata önem verir. kur'an'daki bilimsel içeriği yüzdeye dökseniz %2'yi geçmez. çünkü indiriliş amacı farklıdır. diğer dinlerin kitapları da öyle.
bilim sürekli ilerler, gelişme gösterir. bugün elmayı bulur yarın elmanın moleküler yapısını.
ayrıca bunu doğru kabul etmemiz için, "din" dediğimiz şeyin daha farklı olarak yorumlanması gerekir.
zaman kavramı bu evrenle beraber oluştuğu için, evrenin öncesinde ne vardı sorusu aslında temelde yanlış bi sorudur. çünkü zamanı evren öncesinde de işleyen bi kavram olarak kabul etmektedir. o yüzden aslında evrenden öncesi diye bi şey yoktur.

kaçamak bi cevap gibi duruyor ama işin doğrusu bu ne yazık ki. insan beyni sadece zamana dayalı düşündüğünden varlık öncesinde ne vardı diye sormadan edemiyor. soruyu bu şekilde yazınca zaten paradoks kendisini belli ediyor aslında,

varlık öncesinde ne "vardı".. yanlış bi soru.

işin bu tarafını bi kenara koyalım, yine de soruya cevap vermek gerekirse, soruya verilen cevap yine hatalı (kaçamak olarak değil, insan mantığına göre de hatalı), çünkü aslında cevap "tanrı vardı"dır, "din var" değildir.

yani, eğer tanrının varlığı kanıtlansa bile bu herhangi bi dinin kanıtı olmaz. misal yarın tanrı'nın varlığı kanıtlansa da benim müslüman olacağım yok. değil mi ya, dünya üstünde binlerce farklı din geldi geçti, hangisinin kanıtı olur ki tanrının var olması.

tanrı varsa bile bugünkü herhangi bi oturmuş sistematiği olan dini inanç kanıtlanmış olmaz. hele hele tamamen peygamberinin yaşayışından sonra (ki o bile kesin değil) oluşturulan hıristiyanlık da, milyarlarca insanı sonsuza kadar cehennemde yakacak kadar primitif ve sadist bi tanrı betimlemesinin olduğu müslümanlık da kanıtlanmaktan uzaktır. tanrı varsa tanrı vardır, din değil.
olayı dallandırıp budaklandırmaya gerek yok. bilim felsefesinin gideceği nokta açıkça bellidir. ihtimaller dahilinde her şeyin olabilme ihtimali olsa da bunun anlamı göreceliliğin sonsuz gücü anlamına gelmez. çünkü görecelilik mekan zamana göre bir noktadan sonra değişeceğinden ve nesnelliğin tüm gücüyle onu zorlayacağından ötürü şu ne olacaktı bu ne olacaktı sorusunun semaya haykırılan çığlıkklardan öteye gidemeyeceği açık. bir noktadan ileri kalarak sorulan sorunun amacı bellidir, okuyucuyu bir noktaya götürmek ama ne yazık ki sözlüklerde bu laf sokmak anlamına geldiğinden ötürü düşünen kişiyi bir noktadan diğer noktaya götürmek imkansızlaşıyor. laf söyleme hadisesi bir noktaya kadar anlamlı bir noktadan sonra ise mantıksızdır. mantıksızlığa gerek yok en azından konu bilimse. tabi ısrarla arkaik bir şeyle heterojen bir kavramı bir birine bağlamanın mantığı neye dayanır? işte o ancak insan aklının yaratıcılığında ya da dha doğru bir ifadeyle yaratıcılıksızlığında...
doğruluğu kesin olmayan söz. hatta şimdi sözü tekrar okudum da anladım; kesinlikle yalan olan söz. tanrıya belki ulaşır bilim bir gün. belki 'hafız açıklayamıyoruz biz bazı kısımları.' der ama bilimin dine ulaşması da ne oluyo? nasıl olcak o?

ayrıca bana göre tanrıya ulaşması da zor. insan bir gün her şeyi kavrayacak, yaratıcının kendisi olduğunu bilecek denseydi daha bi vurucu olurdu. di mi osman?*
budizm, islam, hristiyanlık... hangi birine ulaşacak bilim? kuran-ı kerim'in içinde insani ilişkilerden de bahsediliyor.
ana babaya, akrabaya nasıl davranılması gerektiği mesela. bilim buna mı ulaşacak? ilginç bir ulaşma durumu. hayırlı olsun.
şöyle desek, allah'ın varlığı bilimin bir gün ulaşacağı nihayettir. ben birşey söyleyeyim mi? pozitif bilim ölçülebilirlik üzerinden gider. allah ölçülebilir olmadığına göre onun varlığı bilimsel olarak kanıtlanamaz.
bu yüzden allah'ın varlığı bilimin bir gün ulaşacağı nihayet olamaz.
(bkz: einstein ın ölürken verdiği ayar)

(bkz: evraka evraka dini buldum)

tanım: reelde duyulduğunda "evet,evet öyle" deyip geçiştirilecek arkadaş saçması, mahalle araştırma enstitüsü yayını.
"heyyt ulan bakın batılılar bile allah'ı buldu bulacak" deyip de allah'ın varlığının
kanıtlanmasına can atanların merakla beklediği sondur. kimi ise kanıt manıt ummadan inanıyor öylesine. işte onun
gözlerinden öperim. berisini ise uzaya, esiri aramaya yollarım.
anadoluda insanlar, örneğin bundan uzun yıllar önce tarlada çalışırken karpuzu ortadan ikiye böler bu sayede öğlen vaktinin kavurucu sıcağına rağmen o karpuzu soğumuş halde yiyebilmenin keyfini çıkarırlarmış.. aynı insanlar bir de yanlarında getirdikleri testiden (bilindiği gibi topraktan yapılan testiler çoğunlukla az da olsa su sızdırırlar) sıcağa inat yudumlarlarmış soğuk sularını...
örneği verilen bu uygulamalar ne zamandan beri yapılmaktadır bilinmez ama bilinen şu ki; dış yüzeydeki sıvının buharlaşmak için gereksinim duyduğu ısıyı iç kısımdan karşılamak suretiyle, iç kısmı soğutmaktadır. bu aynı olaya bilimsel bir bakış açısıyla bakmaktır ve muhtemeldir ki yakın geçmişimizde ıspatlanmıştır.
tarlasında çalışan masum köylüye fayda sağlayan bu uygulamalar küçük yaştan itibaren, ailesi, arkadaşları ve çevresindeki diğer insanlar tarafından öğretilmiştir. tıpkı din gibi değil mi? yani kendisi bunlara uzun süren deneyler ve araştırmalar sonucu ulaşmamıştır ama faydasını görmektedir.
evet belki kuranı kerimin muhtevasında bilimsel konular yüzde ikiyi geçmez ancak kuranı kerim insanlara öyle bir yaşam biçimi önermektedir ki; bazı insanlara hala 'ne alaka şimdi?' dedirten tutum, yaşayış ve davranışlar aslında bilimin hala ulaşmaya çalıştığı zirvede bulunmaktadır.
katıldığım önermedir. saygılar.
gerçekleri konuşmakta fayda olduğunu düşünüyorum ve son bir müdahale de bulunmayı bu konuda kendime görev biçiyorum. insanoğlunun her şeyi anlayamayacağı konusu kuramsal olarak tartışılsa da pratik her daim bu görüşü yalanlamıştır. hayatın o devindirici gücü bu kuramsal açıdan her şeyin bilinemeyeceği görüşünü büyük bir oranda yalanlamıştır. doğayı anlamanın giderek kompleksleşmesi bunu savunanlar için bir umut ışığı olsa da onların deyişiyle tabula rasa'larımız yani boş levhalarımız gün geçtikçe daha çok şeyi keşfetmesi ciddi bir tesadüf sanırım! ama olayın bu olmadığını hepimiz biliyoruz. olay çok açık; burada dinin varlığı, bir yaratıcının zorunlu oluşundan bağımsız olarak konuşuyorum, bu konuya girmek olayı kısırlaştıracaktır, evren bilinebilir bir şeydir ve bu süreç sürekli olarak ilerleyecektir. bir durma noktası yoktur çünkü evrende bizler gibi sürekli hareket eden bir olgudur, o nedenle bilgilerimiz her daim değişecektir ama evrenin bilinmez olduğu yalanı her gün yeniden yıkılacaktır!

öte yandan insan zihninin sonsuzluğu barındıramayacağı ifadesi bile kendi içide bir tutarsızlık taşımaktadır. tutarlı olma niyetinde değilimi tutarlılık çoğunlukla küçük beyinlerin işidir. ama ön açıcı ve ilerlemeci bir fikrin ise benimsenmesi şarttır. sonsuzluk kavramı insan tarafından yaratılmıştır, pek çok bilim alanında kullanılır. yaratılmış bir yapının özne olan insan tarafından çevrelenmiş olması onun fikrinin zihinde bulunmadığını nereden çıkartmaktadır? öznenin zihninde var olmayan bir şey nasıl aniden ortaya çıkar o halde? bu sorunun cevabı ise bunın bir süreçle olduğudur. somut şartların somut bir ifadesiyle ortaya çıkmıştır sonsuzluk ve zihnimizin kendisinde soyutlama ile bulunabilir. yöntemin gücüne güvenelim!
(bkz: bilimin aslına rücu etmesi)
öncelikle,
din : Tanrı'ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum.

bilim : Evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgi.

önerme : din bilimin bir gun ulasacagi nihayettir.

bu tanımlar ve önerme bağlamında önerme yanlıştır. din inanç üzerine, bilimse gerçekler ve deneyler üzerine temellendirilmiştir.

başka açıdan bakarsak, tanrının varlığının pozitif bilimlerde ispatı mümkün olmamış olsa da bilim onun ya da bir yaratıcının varlığına delalet eden bir sürü doğal olayı deneylemiş, sorgulamış ve bir sonuca ulaşmıştır.

sadece insan vücudu ve bunun işleyişi bile insan aklının alamayacağı bir zeka ve düzen eseridir.

insansa, doğası gereği bunu anlamlandırma çabasındadır. biz ne ve kim için yaşıyoruz, bu dünya nasıl ve ne amaçla oluştu? yani kısaca, nereden geldik nereye gidiyoruz.
bu anlamla bilimin bize sundukları belli bir noktada tıkanıp kalmaktadır. bakış açısına göre kimisi bunu evrim zincirindeki kayıp halka olarak tasavvur eder, kimisi de senin benim gibi etli butlu bir "insan" a yaratıcının kitap indirmesindeki mucizevilik olarak, kimisi toz bulutu falan iyi de öncesi neydi derken, kimisi iyice abarıp " o halde tanrıyı kim yarattı ?" der.

işte tam da din bu konuda büyük bir ihtiyacı ve çaresizliğimizi karşılar, doyurur.
din tüm bu sorulara cevap verir. ona göre bizi tanrı yaratmıştır. onun başı ve sonu yoktur. o hep vardı'dır. bizi ona kulluk edelim diye yaratmıştır. bu dünyayı ve tüm evreni de o yaratmıştır.

işte bu "Tanrı'ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal bir kurum" sayesinde insanoğlunun acizliği kaybolur gider.

bilim ise bunu default olarak doğru ya da yanlış kabul etmeksizin sorgulayarak anlamak ve öğrenmek çabası güder. tanrı varsa, ben bunu kanıtlamalıyım, der.

tanrının varlığını tam anlamıyla ispatlasa bile bu paradoksun devamında ise "onu kim yarattı" gibi bir soruyla karşı karşıya kalacağını çok iyi bilmektedir.

diyelim ki bunun da cevabını buldu ve ispatladı. bu kez de " peki onu kim yarattı " sorusuyla karşı karşıya kalacaktır. bu kısırdöngüde tek anahtar işi bu kadar çetrefilsizleştirmeyen, bilimsel hiçbir kanıtı olmayan ve tüm bu sorulara yanıt veren " din ve inanç " sistemidir.
Geleceği gördüklerini iddia edenlerin zırvasıdır. Bir nevi peygamberlik ilanıdır. Sözlükteki Hasan Mezarcılar.*
(bkz: catastrophe finale)
din dediğinin hangisi olduğunu açıklamadığı gerekçesiyle çelişkiler içiren cümle.

bilim birgün reenkarnasyonun olduğunu ispatlarsa , yani döneceği din budizm olursa, ne diyeceksiniz?

bilimlerin temeli dindir. bilimler merak edilen bilinmeyen ve o zamanlar "doğaüstü güçlere" atfedilen şeylerin araştırılmasıyla başlamıştır. yani bilim dinden çıkmıştır. ama "çıkmıştır" artık. bilim ve din ayrı kulvardadırlar.
-nihayet kavuştuk.
-dipçik gibisin.
gerçi şimdi düşündüm de;

evet din bir nihayettir ama bilimin bu nihayete ulaşabileceği kesin değildir. yani aslında ''din bilimin ulaşmaya çalıştığı hedeftir''.
gidip bir çay koyması gereken önermedir.
dini yaşatan en büyük faktör henüz yanıtı verilemeyen sorular olduğuna göre bilim bu sorulara zamanla yanıt buldukça din tabanını kaybedecek ve marjinalleşecektir. şu an inanılanların akıbeti, geçmişte inanılıp da şu an dalga geçilenlerden farklı olmayacaktır.
bilim, çamurdan erkek, erkek kaburgasından kadının yaratılabileceğini bulduğu an tamamdır.