bugün

thomas mann'in şahanesi. buddenbrooks ile birlikte, yazarın en sevdiğim eseri.

(bkz: Büyülü Dağ)

alıntılar (1.cilt)

-mekân, zaman gibi unutkanlık getirir ve bunu bir insanı tüm ilişkilerinden koparıp onu özgür ve aslına dönebilecek bir duruma getirerek yapar ve gerçekten de bir anda ayrıntılara meraklı ya da ilkelerine bağlı birini bir serseriye dönüştürebilir.

-zamanı böylesine savurup barbarca harcamak asya tarzıdır.

– hastalık yaşamın ahlaksız bir biçimiydi. peki, yaşamın kendisine gelince, o neydi? maddenin enfeksiyonlu bir hastalığa tutulması mıydı? yoksa, maddenin nedensiz oluşumu denen olgu, yalnızca bir hastalık ve madde olmayanın bir öfkesi miydi? kötülüğe, zevke ve ölüme doğru atılan ilk adım bilinmeyen bir sızmanın uyarısıyla ruh yoğunluğunun ilk kez artması ve maddeye geçişin başlangıcı olarak yarı zevk yarı da savunma bağlamında, dokunun patolojik olarak çoğalmasıyla atılmıştı; bu ilk günahtı. ikinci nedensiz oluşum, organik olmayandan organiğin doğuşu, bedenselin bilinçliliğe doğru kötü yükselişiydi; organizmadaki bir hastalığın kendi varlığını büyüleyici bir biçimde yüceltmesi ve kaba bir biçimde vurgulamasında olduğu gibi. yaşam ise, onurunu yitirmiş ruhun macera dolu yolunda atılan bir sonraki adımdan ve maddenin, onu uyandıran her ne ise, o şeye karşı duyarlılık kazanması ve onu kabullenmeye hazır oluşundan öte bir şey değildi.

-insanoğlu, her ne kadar varoluşunun genel ve kişisel olmayan, genel ve geçerli temellerini kesin bir olgu gibi alır ve bunu doğal karşılarsa da, yaşamını bireysel yaşayamaz, bilinçli ya da bilinçsizce çağının ve çağdaşlarının yaşamını da yüklenir ve bizim hans castorp gibi, bunları irdelemeye hiç niyeti yoksa, ahlaksal açıdan iyi durumda olmasından kaynaklanan eleştiri eksikliği nedeniyle biraz zarara uğradığını sezmesi olasıdır. böyle bir insanın gözünün önünde, kendisini büyük işler peşinde koşmaya iten dürtüyü harekete geçiren kişisel amaçlar, hedefler, umutlar ve tasarılar uçuşmaya başlar ama çevresindeki kişisel olmayan yaşam ve tüm canlılığına karşın zaman, ona umut ve tasarı sağlayamıyor, işlerin aslında umutsuz olduğuyla ilgili gizli ipuçları veriyorsa ve zaman, nasıl ortaya konursa konsun, yalnızca kişisel olmayan işlerin ve görevlerin kesin amacıyla ilgili her tür bilinçli ya da bilinçsiz soruyu boş bir suskunlukla yanıtlıyorsa, bu durumun, özellikle dürüst biriyse, ahlaksal ve ruhsal kanallardan ilerleyerek o kişinin bedensel ve doğal yaşamının üzerinde engelleyici bir etki yaratmaması olanaksızdır. içinde yaşadığı zaman, nedenine doğru dürüst bir yanıt vermemesine karşın bir insanın, kendisinden beklenenleri aşan büyük işlere kalkışması için kişiliğinde ya bir tür ahlaksal soyutlanma ya da ivedilik olan az bulunur bir kahramanlık ya da sıra dışı bir canlılık olması gerekir. hans castorp’ta bu ikisi de söz konusu olmadığına göre, onurlu bir biçimde de olsa sonuçta sıradandı.
(bkz: büyülü dağ)

alıntılar(2.ciltten)

-şarap – eski hümanistik toplumların dediği gibi tanrıların insana verdiği bir armağan. izin verirseniz söyleyeyim, insanları seven bir tanrının bu buluşunun uygarlıkla da bağlantısı var. insanoğlunun üzüm yetiştirme ve şarap yapma sanatını öğrenmesiyle ilkel konumundan çıkıp kültüre yöneldiğini biliriz. günümüzde bile, üzüm yetiştirenler, kendilerini üzüm yetiştirmeyen kimerlere oranla daha kültürlü sayarlar ya da sayılırlar – ilginç. bu da, kültürün, akıl ve iyi ifade edilmiş ciddiyetten çok coşku, kendinden geçme ve keyifle duyguların rahatlaması demek olduğunu gösterir. sormamda bir sakınca yoksa, siz de böyle düşünmüyor musunuz?

-insan, tanrı’nın uyandırılmış ve sarhoş edilmiş yaşamla olan evliliğini gerçekleştiren bir organdan öte bir şey değildir. ve eğer insan hissetmekte başarısız olursa bu yüce utancın patlaması, tanrı’nın erkek gücünün yenilgisi, kozmik bir felaket ve akıl almaz bir dehşet olur.

-siz, büyük bir alçakgönüllülükle adınızı söylüyorsunuz ama adınız, kişiliğinizle beraber, kısacası harika olasılıklar çağrıştırıyor. insanın göğsüne dolup taşan tüm duyguları göz önüne alıp bunun üzerinde düşünmeye değer. sıcak bir hitap için, bir kez daha söylüyorum, sıcak bir hitap için, rentia olabilir. emchen de olabilir, insanın içini ısıtıyor.

-yaşam ve ölüm, hastalık ve sağlık, ruh ve doğaymış! bunlar gerçekten birbirine karşıt şeyler mi? soruyorum size: bunlar sorun mu? hayır, bunlar sorun değil, soyluluk sorunsalları da değil. ölümün izleri yaşamın içinde sürer; öyle olmasaydı yaşam diye bir şey de olmazdı. homo dei statüsü de bunun içinde – ölümün izlerinin ve aklın tam ortasında bir yerde, mistik toplumla havalı bireycilik arasında bir yerlerde. buradaki sütunumdan bunların tümünü görebiliyorum. insan böyle bir durumda olduğuna göre, kendine karşı saygın, iyi ve içtenlikli olmalı ve yürekli davranıp kendisiyle iletişim kurmalı çünkü soylu olan o, karşıtlar değil. insan karşıtların efendisi, tüm bu karşıtlar o var diye var; demek ki o karşıtlardan daha soylu. ölümden de daha soylu; ölüme göre fazla soylu. ona zihinsel özgürlüğünü veren de bu. yaşamdan da daha soylu; yaşama göre fazla soylu. ona yüreğindeki inancı veren de bu. kafiye de tutturdum işte! insanlıkla ilgili bir şiir düşledim. aklımda tutacağım; iyi olacağım ve ölümün düşüncelerime egemen olmasına engel olacağım çünkü iyilik ve kardeşçe sevgi bunda yatıyor; yalnızca bunda. ölüm büyük bir güç. önünden, şapkanı çıkarıp biraz öne eğilerek parmaklarının ucuna basa basa geçersin. o törensel kırmalı yakasını takar, sen de ona saygını göstermek için siyahlara bürünürsün. akıl onun yanında aptal kalır çünkü akıl erdem demektir, ama ölüm özgürlüktür, karmaşadır ve şehvettir. düşüm aşk demiyor, şehvet diyor. ölüm ve aşk – bunlarda kafiye tutturmak olanaksız, bu aykırı ve yanlış bir kafiye olur. aşk ölüme karşıdır ve yalnızca o ölümden daha güçlüdür; akıl değil. ölümlü düşünceleri veren odur; akıl vermez. biçimin kaynağı da aşk ve iyiliktir; anlayış ve dostlukla dolu bir topluluğa, güzel insanlardan oluşan bir devlete biçim ve kültürünü veren de odur – kanlı şölene sessiz saygıyı veren de. ah, ne kadar da aydınlık bir düş gördüm ve ne kadar da güzel ‘kralcılık’ oynadım! aklımda tutacağım. ölüme olan bağlılığımı sürdüreceğim ama ölüme ve geçmişe bağlılık düşüncelere ve eylemlere egemen olursa bunun kötülük, karanlık şehvet ve insanlıktan nefret demek olduğunu da hiç unutmayacağım. insan, iyilik ve aşk adına, ölümün düşüncelerine egemen olmasına izin vermemelidir.