bugün

hayat ve felsefe adına uzun uzun düşünürken birden aklıma gelen soru. aslında birden gelmedi, bir birikimin eseri bu soru. şüphelenmeye açıkçası daha önceden başlamıştım ama artık emin olduğum bir şeyler var. bunu marx'ın çarpık adalet anlayışından rahatlıkla çözebiliriz ve evet kanıtlayacağım bunu ama önce marx'ın geliştirdiği bu felsefeyi eleştirmek lazım sağlıklı olarak.

özel anlamında komunizm ve ona bağlı olan adaletli kişi ile ilgili olarak, yüksek görevlerin, zenginliklerin veya politik topluluğun üyeleri arasında paylaşılan tüm mallann dağıtımına uygulanan birinci tür adalet ile düzeltici adalet olan bir ikinci tür adalet vardır, öngörüsü öyle sallantıda kalıp reel politik dengelerden uzak bir yapı izliyor.

birincisi için, ''adil kişi zorunlu olarak dört unsuru taşır marx!a göre; sözkonusu kişilerin sayısı ikiyse, içinde bulunduğu şeylerin sayısı da ikidir. ye bu, kişiler ve şeyler için aynı eşitlik olacaktır: kişiler arasında ve şeyler arasında aynı ilişkiler olacaktır. eğer kişiler eşit değilseler, eşit paylan olmayacaktır; ister eşit kişiler, eşit olmayan paylar alsınlar, ister eşit olmayan kişiler eşit pay alsınlar bu sebeplerden dolayı kavgalar, istekler olmaktadır''. öngörüsüde çok aritmatik olduğundan realistik değildir.

marksisizm anlayışına göre apaçık bir olgu olan fazla merkezci olması bazı şeylerin bu görüşe direk etki yaptığını gösterir. aslında her ideoloji, paylaşımlardaki adaletin değere göre bir orantıyı içerdiğini kabul etmektedir ama bu değeri herkes aynı şekilde anlamamaktadır. zamanın şartlarında demokrasi taraftarları değeri özgürlüğün içine yerleştiriyorlar, oligarşi taraftarları değeri ya zenginliğin içine ya da doğuşun içine yerleştiriyorlar, aristokrasi taraftarları ise erdemin içine koyuyorlar. o halde sosyalizm'de adil olan şey orantılı ve daha muallak bir şeydir... işte adil olmayan şeyin ilk türü. ikincisine gelince bu düzeltici adalettir, sözleşmelere ve insanların arasında istemli veya istemsiz ilişkilere uygulanan adalettir ki; sosyalist adalet daha verimci evet ama öyle. bu adaletin öncekine göre farklı bir biçimi de yoktur. ortak malların bölüştürücü adaletinin daha önce belirttiğim orana uyması gerekir (ortak zenginliklerin bir dağıtımının sözkonusu olduğunu varsayalım: bu dağıtım herkesin birbirine göre verdikleri katkıların oranına göre olacaktır, bu cins bir adalete göre haksızlık bu ilişkiden ayrılan dağıtımdır) ama sosyalist sözleşmelerdeki adalet, belirtmeye çalıştığım sözkonusu olan orana göre değil, aritmetik orana göre bir tür eşitliktir ve haksızlık bir tür eşitsizliktir. yani zaten marx gayet brujuva bir sistem yaratmıştır.

anlattığım bu marxist paradoxlar değerli bir insanın aşağı sınıftan bir insanı soymasının veya tersinin olmasının, değerli bir insanın veya aşağı sınıftan bir insanın zinadan suçlu olması gibi bir algılayışla günümüze kadar sirayet etti ne yazıkki.sosyalist kavramlarlar, yalnızca birinin haksızlığı yapan, diğerinin kurban olup olmadığına, birinin bir zarara neden, diğerinin bundan zarar görüp görmediğine bakarak, neden olunan zarardan (kişilere gelince onlara eşit davranır) doğan farkla ilgilenir. bu şekilde lider kısmı haksızlık tarafından yaratılan eşitsizliğin içinde eşitliği sağlamaya çalışır. biri dayak yer öbürü dayak atarsa, biri öldürür, diğeri ölürse, maruz kalman şeyle yapılan şey arasında eşit olmayan bir dağılım vardır. sosyalist sistem, suçlunun avantajlarını elinden alarak ceza yoluyla eşitliği yeniden sağlamaya çalışır ki ne alaka, o olgu sizin eseriniz.

evet gayet açık soruyorum. das kapital'i zamanının hangi dış güçleri yazdırdı? ben şahsen yahudilerden şüpheleniyorum ama neyse onu da sonra açıklarım.
(bkz: ergenekon)
Das kapital'in yazılmasının tamamen Karl marx'ın sürdürdüğü hayat tarzından kaynaklanan nedenlerden kaynaklandığını göz ardı eden görüşün sorduğu sorudur. Karl Marx hayatı boyunca doğru dürüst bir işe girip de bir baltaya sap olamamış, son derece dağınık ve düzensiz bir hayatı olan bir adamdı ve hayatını fredrich Engels'in babasından kalan, manchester'da bulunan ve tekstil üzerine çalışan mağazanın paralarıyla sürdürüyordu. Tabi fredrich Engels'in babasının bu durumdan haberi yoktu, çünkü oğul Engels mağaza gelirlerinin bir kısmını, başka adlar altında Karl marx'a yaşaması için yolluyordu. Hiçbir zaman kendine iş aramak gibi bir çaba göstermeyen, sağdan soldan aldığıyla salaş bir hayat sürdüren karl marx da engels'ten asalak gibi beslenip yaşıyordu. Fredrich Engels karl marx'a para yollamasaydı marx'ın sokaklara düşüp, fazla yaşayamadan öleceği bir gerçektir.

Şimdi böylesine asalak yaşayan, onun bunun parasıyla geçimini sağlamaya alışmış bir adamın politik ve ekonomik olarak kalkıp da paylaşımcı ve eşitlikçi olmasından, komün bir hayatı savunmasından daha normal birşey olamaz. Dolayısıyla das kapital'i marx'a dış güçler yazdırmamış, adamın kendi salaş ve hiçbir yüksünme olmaksızın sürdürdüğü parazit hayat tarzı bu eseri yazdıran doğal nedenler olmuştur. Konunun bu boyutunu ele almakta fayda vardır.
cevabı yine marks' ın "grundrisse" eserinde ve dostu engels' e yazdığı mektuplarda bulunabilecek sorudur. bu arada marks' ın ideolojik olarak düşmanları bile onun bilimselliği karşısında saygıyla eğilmişken istavrit beyinli ergen yazarların ona saldırıları komik bile değil mide bulandırıcıdır...
Teorik anlamda yazılanların uygulanabilirliği yoksa, "çöpe atılacak bir meta"dan farksız olduğunu idrak edemeyen hayalperest zavallıların, marx'ın galiba vahiyle yazdığını sandığı eserin yazılmasına etken olan nedenlerin sorgulandığı sorudur. Var böyleleri, hep de olacak, eksik olmaz bu rüya alemindekiler. Arada bir büyük çapta da olsa geçici ekonomik krizler olunca "bak gördün mü marx demişti bunu" deyu deyu kendilerini komikçe avuturlar. Sistem tekrar toparlanınca da ortadan kaybolup, kendi fildişi kulelerinde "komün hayat"a dair atıp tutarlar. tiyatro sahnelerinde "marx'ın dönüşü" diye kişisel tatmin peşinde koşup ,düşüncelerini tatmin etmeye çalışırlar. Bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler, bırakınız kendi çaplarında eğlensinler efendim! *