bugün

j.j rousseau egemenliği milletle devlet arasında yapılan bir antlaşma olarak görür, atatürk ise egemenliği bir antlaşma olarak değil kayıtsız şartsız milletin elinde olması gereken bir hak olarak görür. milletler seçtikleri milletvekillerine kendilerini yönetme hakkını verir ancak bu hak birazdan atatürk'ün paylaşacağım sözünde de olduğu gibi kötüye kullanılabilir. bu sebepten ötürü demokratik cumhuriyetten bürokratik cumhuriyet'e 2. dünya savaşı sonrası geçilmiştir. bu modelde güçler ayrılığı ilkesi benimsenmiştir ve başa gelen hükümet eğer hainlik içerisindeyse bunu çeşitli kurum ve kuruluşlar halka yetkileri çerçevesinde duyurabilirler. anayasa mahkemesi, danıştay, yargıtay, hakimler ve savcılar yüksek kurulu, yök gibi özerk kurumlar hükümeti kısıtlar ve çoğunluğun diktatörlüğünü engellemekle kalmayıp, çoğunluğun gücünü elinde bulunduran hükümetin de denetimini gerçekleştirir.

yıllar önce deniz gezmiş " hareketimiz tamamıyle anayasaldır. anayasanın milletin zulme karşı direnme hakkı vardır maddesine dayanarak bu yola çıktık." demiştir. bu durumda gösteriyor ki milletlerin meclislerine karşı direnme ve mücadele hakkı bulunmaktadır.

mustafa kemal atatürk de şu sözüyle bu noktaya dikkat çeker:

--spoiler--
Milletler egemenliklerini geçici olarak da olsa verecekleri meclislere dahi lüzumundan fazla güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile istibdat edebilirler. Ve bu istibdat, şahsi istibdattan daha öldürücü olabilir. Musfata Kemal Atatürk (1923)
--spoiler--

bugün yaşanmakta olan süreç de az önce belirttiğim gibi güçler ayrılığı ilkesinin yerle bir edilerek, yargının denetim altına alınarak, devlette kadrolaşarak, demokratik cumhuriyete yani çoğunluğun diktatörlüğüne dönmektir. bu durum ise milletin mevcut meclise aşırı güveni ve memleket meselelerine olan aşırı duyarsızlığından kaynaklanmaktadır. duyarsızlık ise bu amaçsız ve bilinçsiz güvenin asıl kaynağıdır. bu duyarsızlık duygusunun devamı için de türkiye'deki eğitim sistemi daha da beter hallere getirilmekte ve türk dizileri hiç olmadığı kadar ilgi çekecek duruma getirilmektedir, futbol ise halkın tek yaşam sebebi durumuna gelmiştir.

bunun adı orwellian demokrasidir.

özgürlüğün olmadığı ama halkın kendini özgürmüş gibi hissettiği demokrasi...

persepolis'de de dendiği gibi:

"mutluluğu o kadar çok arıyorduk ki özgür olmadığımızı unutmuştuk."