bugün

bugün benim doğum günüm sözlük.

doğduğum gün başlıyorum derdimi anlatmaya. bir nevi not defteri. ya da adımızın bile kalmayacağı bu dünyada, belki yıllar sonra, birkaç kişiyle acılarımı paylaşmak için başvurduğum bir yöntem.hiç yoksa birkaç yazı kalsın benden geriye. kaybettiklerimin acısını harflerden çıkarmaktan başka çarem yok.

iyi geceler.
''son zamanlarda depresyonla başa çıkamıyordu'' açıklaması gibiyim.
beni, oturduğum yerde çakılı tutan şeyin ne olduğunu anlamıyorum. insanlar sosyal olmasa da, mutlu olmasa da bir şekilde kendisiyle zaman geçirmeye çabalıyor. çeyrek asırdır yaşadığım istanbul bana birkaç sokaktan ibaret, ama insanlar geziyor hiç bilmediğim sokakları. o insanların hepsi iyisiyle kötüsüyle, eksiğiyle veya fazlasıyla bambaşka insanlar. benim eksiğim ne ? umutsuzluk mu desem, vazgeçiş mi desem yoksa küskünlük mü, bilmiyorum. boşa geçen her gün cam kırıkları gibi ruhuma batıyor, ama yine de oturduğum yerden kalkamıyorum. hayatımı cahil bir münzevi gibi duvarlara bakarak geçirmekten çok sıkıldım. kendi kendimi hapsediyorum sanki buna mecburmuşum gibi. bilmiyorum, bunun bir sonu olacak mı? gerçekten anlattıkları gibi gelecek güzel günler var mı?
öyle kötüyüm ki, özlediğim hüzünler bile var.

yıllar önce moda sahilinde, lise çıkışında arkadaş grubu olarak takılıyoruz, içiyoruz.eski sevgilimin orada olduğunu sonradan öğrendim. sarhoşum biraz. yanına gittim. elimde bir vodka şişesi var. fenere dönmeden tellerin orada duvara yaslandık durduk. yanımızda uzaklara dalmış dertli bir adam var. 45 yaşlarında, duruşundan bile yalnız olduğunu haykıran bir görünüşü var. bir elinde bira şişesi, bir elinde taşınabilir küçük bir teyp var. demir attım yalnızlığa şarkısı çalıyor. böyle güzel bir bahar günü, ancak bu denli fazla hüzün barındırabilir. şarkının da etkisiyle hüngür hüngür ağlamaya başlamıştım. eski sevgilim de benim ağlamama dayanamamış olacak, ağlamaya başladı. sarıldık, ağlaştık. oradan yalnız ayrıldım. sanki bütün aşklarımı, bütün mutluluklarımı o duvarın dibinde bırakmıştım. benim için çok hüzünlü ve çok anlamlı bir anıdır. elimde şişelerle sık sık ziyaret ederim orayı. bütün geçmişim bundan ibaret. o günleri bile özledim. insan yaşadığı her acıyı, her üzüntüyü son sanıyor. bundan fazlası olmaz dedikçe daha fazlası mutlaka oluyor. şaşırmamak gerek.
beni en çok üzen konulardan birisi ailemin gurur duyduğu biri olamamak. muhtemelen hiçbir zaman babamın istediği arabayı ona alamayacağım. anneme takılar, güzel kıyafetler alamayacağım. küçük kardeşlerim de benim gibi eksiklikler ile büyüyecek. kardeşim, sana daha iyi bir hayat sağlayamadığım, senin daha iyi ve donanımlı biri olarak yetişmene yardımcı olamadığım için çok üzgünüm. bir enstrüman çalıp, sana da öğretmeyi ne kadar isterdim. hayatın ne kadar zor ve acı olabileceğini çok geç anladım. her şey için çok üzgünüm.
bugün bu hayattan bir çıkış yolu aramak üzere toplandık arkadaşlarla. herkesin derdi aynıydı. sohbet yine dalgaya alındı. ama aslında dert bu kadar savruk olmamız değil, hayal kırıklıkları ve travmalarla büyüyen biz gençlerin umudunun bile kalmamasıydı. bırakın plan yapmayı, hayalini bile kuramıyorduk. çünkü bu insanlar için hayal kurmak bile kısmen parayla olur. umudu olmayan şeylerin hayalini kurmak insanı yıpratır. bizde bunlardan hiçbiri yok. bu hayatı hakettiğimizi zannetmiyorum.
Bayıldım bu arkadaşa. Sözlükte nadiren ince duygularla, hisli yazılmış entry buluyoruz artık. iyi ki gelmiş hoş gelmiş.
hoş gelmiş olan dertli bir yazardır. sözlükte böyle gerçek şeylerin böyle güzel şekilde yazılması hoş.
uzun zaman sonra ayça yazdı bugün. bana doğum günü hediyesi almış ama ulaştıramamış henüz. ne kadar özlediğinden bahsetti beni. ben de üzerine düşününce anladım, o hiç keşfedilmemiş bir mücevher gibi birisi. sadece aşk ve cinsellik konuşulabilen sıradan kızlar gibi birisi değil. ömrümde arasam bile onun gibi kaç kişiyle karşılaşabilirim bilmiyorum. kaç kızla daha kitaplardan, edebiyattan konuşabilirim. kaç kişinin yazdıklarını okumak için sabırsızlık ve heyecanla bekleyebilirim bilmiyorum. ya da beraber yazıp beraber okumak için, beraber işler yapmak için kaç kişiyle hayaller kurabilirim bilmiyorum. düşündüm, ben de fena halde özledim onu. sevgiyi, aşkı kendi içimde hiç bir tanıma kavuşturamadım. hissedince, evet bu aşkmış der miyim bilmiyorum. hala bir bilinmez benim için. ama onunla geçireceğim zamanlar, yaşayacağımız şeyler için ne kadar memnun olacağımı biliyorum. umarım bu da berbat olmaz. sevgiler.
yine yalnız bir gece. yalnız bedenen değil, ruhen de yalnız. içimde bütün ömrümün ağırlığını taşıdım daima. sanki başkasının hayatını yaşamak zorunda kalmış da hapis tutuluyormuşum gibi. fonda ''one more cup of coffee'' çalıyor. bazı şarkılar bir insanı kendinden ancak bu kadar uzaklara götürebilir. yaşamadığım hayatlar, yaşamadığım yerler kafamda canlanıyor. olmadığım, olamadığım kişilerin acısını dahi çekiyorum. garip bir şey bu. sanırım hayata dair anlatacağım şeylerin geneli hüzünle alakalı. bunun için doğmuşum sanki. kimi zaman acısından nefeslerim kesiliyor, kimi zaman istiyorum, bilerek bataklığa adım atıyorum. diğer insanlar gibi olmayı hiç beceremedim, bunu istemem zaten. asosyal gibi biri de değilim. sadece diğer insanlar gibi bir hayatım ve öyle bir bilincim olsun isterdim. umursamayı bir kenara bırakıp her şeyin üstesinden gelmek konusunda benden çok daha iyiler. bense daha ileride yaşayacağım acıları tahmin ederek kendimi alıştırmaya çalışıyorum. hayatım konusunda yükselttiğim tek çıta hazin olayların büyüklüğü. kötü günler bitti, şimdi sırada daha kötüleri var. felsefeye merak sardığımda beni en etkileyen kişi arthur schopenhauer olmuştu. okuduklarım karşısında ilk zamanlar çok şaşırmıştım. benden farklı düşünmüyordu. bu hayat acıların hayatıydı. burada ancak acılar hüküm sürebilirdi. mutluluk diye bir şeyin varlığı bile şüpheliydi. insanların hayatı sağ salim atlatmak için yapması gereken şey mutluluğu aramak değil, mutsuzluktan kaçmaktı. çünkü mutluluk yoktu.

hayat hakkında hala çok fazla fikrim yoktur. yaşıma göre fazla acemiyim. hala hayat nasıl yaşanır sorusuna kendi içimde cevap veremiyorum. iyi bir iş bulup bir aile kurmaktan ibaret olamaz hayat. veya savruk bir hazcı gibi de geçiremem hayatı. fakat hepsini istiyorum. bir de, ömrümün geçtiği kalabalık kadıköy sokaklarından birinde, varlığını her zaman sürdürecek olan bir bina olsaydım, veya bir parke taşı. dilsiz, cansız bir varlık olmak isterdim orada bir yerde. bir çift göz, bir insan bilinci. gelen geçene laf atardım, benden haberleri olmadan. ayıp da olmazdı. ama ben yine de o hüznü yaşardım üstüme her bastıklarında.

bir enstrüman olmak da isterdim. ama daima fakir bir çalgıcının sokaklarda ekmek parasını kazanmak için çaldığı türden bir enstrüman. bana fazlaca değer verip, gözü gibi bakabilirdi. sesim çıkmazdı nasıl olsa. gerçek bir işe yaramış olurdum. şurada yazdıklarımı toplasan birkaç kişiyle paylaşmaktan başka ne işine yaradım insanların.

bilmiyorum. ben bu hayatta bir şeyleri sevmeden hayat beni terk etmeli. kabak tadı vermeye başladı artık. en kısa sürede 'aranızda' olmak dileği ile. mutlu geceler.
kitap yazma çabasıyla, kelimelerle kafa patlattığım bir gecenin daha başındayım yine. biraz önce uyumak üzere yatıyordum. beni dürtüp tekrar ayaklandıran şey, uykuya verdiğim zamana acımamdı. her insanın hayatının ortalama dörtte biri uykuya gidiyordu. yorgunum ama biraz kafa patlatıp kitabıma devam edecek moda da sahibim. yazmam gerekiyor. dedim ya, hiç yoksa birkaç yazı kalsın benden geriye
iki yıldır bir iş yerinde çalışıyorum. ilk gördüğümden beri her seferinde dönüp tekrar baktığım, giderek kaybolana kadar izlediğim tek birisi var. sözde arkadaşız. ona yanık olduğumu tahmin bile edemez. ki benim bir bakışıma bile şahit olmamıştır. o kadar titiz şekilde gözlerim yollarını.

o odasından çıkar,sesini duyarım. peşinden ben de çıkarım tesadüf olmuş gibi. yalandan kendi makinelerimle ilgilenmiş gibi yaparım. tek amacım onun yüzünü tekrar görmek, gidene kadar onu tekrar izlemektir. ona her bakışımda birine son kez bakıyormuş gibi anın keyfini çıkartırım. gözden kaybolunca içime çöken hüzün, bu güzel anın bedelidir.

bu hayalimin gerçek olamayacağını düşünürüm. büyük bir çaba sonucu belki kendime güvenime, mutluluğuma tekrar kavuşurum. kendimi sevmeyi başardığım an onun karşısına başka biri olarak çıkmayı isterim. bu aşk olamaz. diğer insanların aşk diye anlattıkları şeyler böyle gelişip sonuçlanmıyor. bu çok daha güçlü bir duygu. sadece oturup uzunca, hiç çekinmeden gözlerine, yüzüne bakmak, ellerini tutmak için nelerden vazgeçebileceğimi sadece ben bilirim.

ne kadar içten, ne kadar samimi bir kız. her şey hallolsa bile onun karşısına bu şekilde çıkmak beni tereddüte sokar. çünkü benim ruhumda bu denli söz sahibi olan sadece o var. tek yanlışta ömür boyu yalnız kalırım.

hayatta birini ilişkiye ikna eden taraf hiç olmadım. yaşadığım her ilişkinin adımını başkasından bekledim. şimdiye kadar böyle oldu. lanet bir gurur. ama olacağını bilsem onun için çeyrek asırlık hayatımda vazgeçmediğim gururumdan vazgeçmeye hazırım. umarım kendimi kabullenmeyi ve hayatımı olması gerektiği gibi yaşamaya başlarım, ve her şey güzel gelişir. onun hayatımda olmaması düşüncesi beni çaresiz bir yalnızlık düşüncesine itiyor. onsuz olmak istemiyorum artık. sevgiler.
herkes benim yanımda olduğunu söylüyor. halbuki ben dünyanın en yalnız insanıyım.
bugün kiraladığım bisikletle moda burnundayım, moda sahilini aşıp hayatımda hiç oraya gitmemiştim. oraya girdiğim andan itibaren sanki gezegen değişti. daha marjinal bir topluluk, daha zengin bir muhit, daha büyük ve mutlu bir kalabalık.

orada tek mutsuz olan benmişim gibi düşünecek kadar mutluydu kalabalık. üçer, beşer, onarlı gruplar halinde sohbet edip içen gençler hallerinden fazlaca memnun gözüküyordu. birisi gözüme çarptı sadece. onu görünce gördüğüm herkes birden yok oldu sanki. bir genç kayaların üzerinde iki büklüm olmuş, yalnız başına ağlıyordu. yanına gidip nesi olduğunu sordum. cevabını anlamadım, ama gülerek cevap verdi. büyük bir sorunu olmadığı belliydi, sonra arkadaşı gelince iyi geceler dileyerek oradan ayrıldım. ilerledim.

yerleşimin ve lüksün arttığı daha sakin, göründüğü kadarıyla daha kültürlü insanlar vardı bu tarafta. kalabalık azdı, gürültü ve heyecan daha azdı. güzel bir dinginlik hakimdi tüm yeşilliğe ve simsiyah denize.

bisikletimle ilerlerken kulağıma bir müzik sesi geldi. tüm topluluktan tamamen ayrı olan bir kadın ve bir erkek, huzur ve tatmin içinde kendi müziklerini icra ediyorlardı. kadın keman, adam akordeon çalıyordu.

bisikletim yaya yolunu kapatmasın diye çimenlere ilerledim, müziğin sesine yaklaştım ve bir süre ruhumun sefil bedenimi terk etmesine izin verdim. denizi ve müzisyenleri izlerken hiç yaşamadığım ve yaşayamayacağım hayatlar gözümün önünden geçip gidiyordu. bu sıralar, ne kadar güzelliğe şahit olduysam o kadar hüzne boğuluyordum. çünkü hiçbirine sahip olamamıştım. ne bir yeteneğim vardı ne de bir değerim. maddi olarak zaten olmayan varlığım, manevi olarak da beni şüpheye sokmuştu son zamanlarda.

müzik bitti. başımı öne eğdim ve kötü olan her şeyi düşündüm. sahip olmak istediğim şey para değildi. bu kadar basit olamazdım. istediğim şey yaşamak için ömrümü verdiğim işlere mecbur olmama özgürlüğüydü. hayata gözlerimi bu kadar açmışken, bu günümüz köleliğine kurban olmak, yaşamam için bana gereken bütün maneviyatımı fareler gibi kemiriyordu.

başım önde yere bakarken bir karınca sürüsüyle karşılaştım. onları görmekte zorluk çekiyordum belki, ama her biri benden büyüktüler bu hayatta.

müzisyenler bir sonraki parçalarına geçtiler. bu hüzne daha fazla katlanamayacağımı kendime söyledim. müzisyenleri tebrik ederek oradan uzaklaşabildiğim kadar uzaklaştım.

giderken içimde dostoyevski tarzı bir kaybetmişlik vardı. bunalımlarım yüzünden, yetersizliklerim yüzünden yaşayamadan ölmek istemiyorum. madem geldim, biraz yaşasam ne olurdu sanki.

geldiğim yere geri döndüm. sadece iki saatliğine benim olan bisikletimi yerine teslim ettim. benim olmayan taksimle, benim olmayan evime gittim.

şimdi bana ait olan sefil yatağımdan ve telefonumdan yazıyorum. savaşacak gücüm kalmadı. elbet bu acılar son bulacak.o zamana dek yazmaya devam edeceğim. sevgiler.
uzaktan seviyorum diyerek uzunca anlattığım kızın ahlak yoksunu ve entrika düşkünü biri olduğunu öğrendim. kendi sevgilisi de varmış. onun dışında babası yaşında evli çocuklu insanlarla ilişkileri varmış. hayat kadınına ''seni bu hayattan kurtaracağım'' diyen masum müşteri kıvamında takılıyorum.

kendime son bir şans vereyim dedim. hayatımı düzenlemeye çalışıyorum. bazı şeylerin gereğini yapmak, oturduğum yerden mucize beklemeyi bırakmak bende bazı fikirleri değiştirdi, mutsuzluk baki ama.

anladım ki insan bir hayale inanmadan onu kurmamalı, zaten ben kuramıyorum. gerçekçi olarak ilk kez hayal kurabildiğimi fark ettim ve benim için kendi hayatımda yeni ufuklar açıldı. hayal kurabiliyordum çünkü o hayallerin gerçek olma ihtimaline artık inanıyordum. bunu sebebi ise o şeylere adım atmak, gereğini yapmaktı.
sigarayı ve geçmişimi bırakmak istiyorum. bunlar şimdilik en büyük dertlerim .

sefiller gibi uzun bir kitabı bitirdikten sonra tek bir kitaba bu kadar vakit ayrılmaması gerektiğine, ve de okumanın artık işe yaramayacağına (öğretici kitaplar hariç) kendi içimde karar verdim. artık istediğim üretmek. düzenli olarak yazmaya başlamam gerek.

hayatı unutabildiğim kadar unutup, normal insanlar gibi yaşamaya başlamak istiyorum. sevgiler.
hayatı sıradan yaşamak gerek, mükemmeli istemek bir hatadır bence.

şimdiye kadar ne mükemmeli ne de sıradanı kovaladım.ul üzerine hiç çaba göstermediğim şeylerin acısını çekiyorum sonuna kadar savaşmış gibi. oturduğu yerden mucizeler beklemem de hataydı. yaşamaya hevesli değilim, ölmeye de hevesli değilim. ancak insan faaliyette olduğu kadar mutludur. elime bir şey geçmese de çabalamam gerekiyor. toz pembe hayalleri bir kenara bıraktım.

Arthur schopenhauer'in de dediği gibi bu dünyada mutluluk beklemek aptallık, sadece mutsuzluktan kaçınacağım. sevgiler.
ben,
her gün biraz daha uzaklaşıyorum kendimden,
huzurumu alıp toprağa koydular,
mezarları sevdim, sen oradasın diye,
ıssızları sevdim, sona erdi korkular.
sabahlara karşı sahilin birinde
gözlerim yok olan hatırana dalar
meyhanenin içinde, masanın dibinde
adını sayıkladığım hıçkırıklar ağlar.
bazen pişman olmayı da sevebilirsin. gelecekteki belki binlerce ihtimalden en ideal olanları hiçe saymak bazen güzel gelebilir. insan bazen acıya aşık olabilir. art arda geçen uykusuz geceler uzadığı zaman kayıtsızlık baş gösterir, sonra da sempati duyarsın. artık hayatın gri olmuştur.. geçmiş olsun.
kendimi aşağılık eylemlerle oyalarken çektiğim azabın tarifi yok. sanki bu dünya sona ermeyecekmiş gibi, sanki sonsuz bir yarışta yer alıyormuşum gibi ya da o yarışta olmak zorundaymışım gibi, hayatımı kazanma konusundaki gayretsizliğimi kendi yüzüme neden vuruyorum. doğru dünyada olsaydım parayı hayatımdan çıkartırdım, bu bir gerçek. fakat bulunduğum dünya buna izin vermiyor. ben mutsuz ve huzursuz biriyim. benim en azından yaşayacak kadar morale sahip olabilmem için belli bir konfor alanına ihtiyacım var. bu gibi şeylerin gereğini yapmamak her anımı çekilmez kılıyor. beni burada böyle bir hayata , böyle bir bilince neden mahkum ettiler.

bugün düşündüm, insan hayatını hiç ölmeyecek gibi yaşıyor. eğer yirmi dördün üzerine bir yetmiş yıl daha yaşayacağımı söyleseler aynı hayatı yaşamaya devam ederim. ama bana ölüm tarihim bildirilse deli gibi üretmeye başlardım. bunu biliyorum. öyleyse kitaplar ve yazılar yazmak için kanser olmayı falan beklemem şart değil. dedim ya, hiç yoksa birkaç yazı kalsın benden geriye. sevgiler.
içimde büyüyen başka biriymiş gibi devamlı ve hızla gelişen bu tarif edilemeyen hüznü daha fazla beslemek istemiyorum. içimdeki bu zehri atacağım bir roman yazmak istiyorum. hangi kelime boşa geçip giden bir hayatı, zehirlenmiş bir kalbi anlatmaya yeter bilmiyorum. yine de denemek lazım umarım başarırım. sevgiler
dünyaya kaybetmekten yoruldum. yaşayabilmek için arayıp bulduğum her avuntu, tıpkı dalgalar gibi daha büyük bir hezeyanla geri dönüyor. gitmek isteyip gidemiyorum. aslına bakarsanız gitmek de isteyecek insan değilimdir ben. başka şartlarda ne kadar mutlu bir insan olabileceğimi düşünüp duruyorum. yaşamayı sevebilirdim.

ama umudunu kaybetmiş insan hayatı ne kadar severse sevsin, giderken gözü arkada kalmaz. çünkü merak edilecek, heyecanla beklenen yarınlar yoktur. en çıkmazı da budur zaten. yarınlardan ümidim yok. el birliğiyle küçücük hayatımı, küçücük umutlarımı ve hayallerimi, heyecanımı veya kısacası ufacık hayatımı benden çalan kimseyi affetmiyorum.

insanın bilinci, onu en ücra hapishanelerin içinde özgür kılabileceği gibi, en güzel manzaraların göründüğü o yeşil tepelerde ruhuna prangalar vurabilir.ben kazanamadım. tek tesellim hayatın bir gün bitecek olmasıdır. sevgiler.
bir zamanlar en sevdiğin insanın hayatında ne kadar değersiz olduğunu hissetmek kötü şey. birini sevmeye ihtiyacım yok. birinin beni sevmesine de ihtiyacım yok. bu zaten ihtiyaç meselesi değildir.

velhasıl, insanların geri kalanı kadar mütekabil olmadım. onların yaptıkları hesapları yapmadım. kimseye boyun eğmedim, gururumu yücelttim çok güzel bir şeymiş gibi. fakat uzun zaman bazı şeyler paylaştığın insanın gözünde sebepsiz yere artık bir hiç olmak insanı düşürüyor, karşındaki kim olursa olsun. nankör insanlara lanet olsun. sevgiler.
Bu kaçıncı affedişim, bu kaçıncı kabul vermişliğim, bu kaçıncı dersimi almışlığım..

Hayatım bir öykü * her adımda bir ders her nefeste bir affediş var. Çok kandım, çok isyan ettim ama her seferinde özüme döndüm. Kabuğum sağlam, içim yeterince yumuşak. Şükürler olsun.

Hayatımdan gelip geçen tüm aşklarım için bir renk veriyorum. En koyu pembesi şu an bu yazıyı okuması muhtemel aşkıma. Pembeyi çok sevdiğimi bilir. En güzel hissiyatları bana yaşattığı için, en iyi şiirleri dinlettiği için, en güzel çiçekleri bana gönderdiği için, en iyi kahveleri bulup bana içirdiği için, görmediğim bir çok yeri bana gösterdiği için, içimi ısıttığı kalbimi yumuşattığı için. Beklenmedik bir anda yaşamıma girip en ihtiyacım olduğu anda bana kadınlığımı yaşattığı için, sohbetler için, rakı sofraları beyaz geceler için. Ve sayamadığım onlarca güzellik için. Bunların yanı sıra hayata muhteşem bir evlat getirdiği ve onu layıkıyla büyütmeyi tercih ettiği için. Bir diğeri de var gibi ama onu bilmiyorum. *

Ben özgürüm düşüncelerimden, ben özgürüm eteklerimden, ben özgürüm ruhumun beyaz yelelerinden...

Güzel düşünceli, güzel bakışlı, iyi huylu, özgün adam. Şiir yazabilseydim eğer senin için yazardım. Ben affettim seni, her hücremin yaşadığı ızdırabı unuttum.

Ben yol oldum,
yolda öğrenci oldum,
yola döktüm içimi,
yolda var oldum,
yolda yok oldum.
Yolumu kaybettim,
yoldan çıktım,
yolcu oldum, yoluma yoldaş oldum
Yolumu aradım, yolumu bulamadım
Ben yol oldum, yol uzun..

Tüm kainat şahit olsun ben affettim. Zerrelere ayrılan tüm kırıklarımı tamir ettim. Çok şükür.

Çok fazla mutlu ol, çok fazla sağlıklı ol, çok fazla huzurlu ol.
büyük hayaller, büyük hezeyanlarla kardeştir. hayattan beklediğim şeyler olmadı. sadece maddi ve mannevi olarak belli bir sefaletin altında olmamam gerektiğine inandım her zaman. hayattan öğrendiğim her şey beni umuttan ve gerçekçi hayallerden, hayattan uzaklaştırdı. benim gibi yaşayan insanlarla kendi psikolojimi karşılaştırmaya çalışıyorum. ne olursa olsun sonunda gece uyuyacak kadar huzuru edinebiliyorlar. şükürkarlar. her şartta yaşayabilecek kadar omurgasızlar. ben bu hayatı da bu insanları da kabul etmiyorum. herkes aynı bok diye diye kendimi deki gibi görmekten çok sıkıldım. sevgiler değil.
şimdiye kadar ölüm hakkında yapılmış tüm subjektif yorumları bir kenara bırakıp konuşacağım.

ölüm değerli midir?
herkesin başına gelmesi kesin olan bir şey bence değerli değildir. ölümleri insanların gözüne sokarak insanları bir başka bilinmezle korkutmak psikolojiye yıkıcı zararlar verebilir.

benim için doğru olan ise yaşanmamış bir hayatı geride bırakmama çabasıdır. doğru yaşanmamış her hayat biraz beklenmedik ölümdür. dolayısıyla arkamıza değil de önümüze bakıp yaşayalım, çünkü ölüm gelip çattığında ''benim daha yaşayacağım şeyler vardı'' diyemeyeceğiz.

hayatın zorluğu, hüzünler ve yaşayabilmek konusundaki çaresizlikleri göz ardı edemeyiz, ancsk gerçek bu. bir şekilde hayatı doldurmak gerekiyor. belki bir aile kurmak, belki hayatını bir davaya adamak, belki iyi bir meslek edinip lüks içinde yaşamak, belki dünyayı gezmek, belki sokak çocuklarına yardım etmek. ideallariniz kendiniz içindir. tek mesele bu hayata bir anlam atfedebilmektedir. ben henüz yapamadım, ama belki bir gün.

inancı olmayan, varoluş boşluğuna kendisini kaptırmış kişiler, bilin ki önünüzde aynı sona varan iki yol var. birisi yaşamak; keyif alabilmenin yanında dünyaya bir şeyler katarak bazı yanlışları düzeltmeye çalışarak yaşamak( akislerini yaşamak da var, ki bu umulan hayatlardan birisidir). bir diğer yol ise yaşama akdini sonlandırmaktır. ben kendi adıma, yaşamak bana iyi gelmese bile öncelikle kendi dünya tasavvurumu oluşturmak, sonra anlatmak, birilerine bir fikir verebilmeyi istiyorum. size de hayattan anladıklarınızı yazmayı tavsiye ederim. sonuçta aynı şeyi yaşayan çok fazla kişi değiliz. daha fazla yalnız olmamak için en azından bu konuda okuryazar olmalıyız. schopenhauer'in dediği gibi bu dünya bizim tasavvurumuzdur. biz nasıl algılıyorsak dünya öyle bir yerdir. bu yüzden çok bilmişlerin sözlerine itimat etmekten önce kendi gördüklerinizi düşünün ve doğrulayın. bir dünya fikri edinin. sevgiler.