bugün

her alışverişe gidildiğinde daha alevlenir.

aynur. ara sıra babasının yanına uğrar, ona yemek getirir, babası o nefis yemekleri yerken müşterilerle ilgilenirdi.

bana karşı bir ilgisi vardı. bunu farketmiştim. ne zaman eğilip yerdeki sebze kasasından patates alsam bana bakardı. bu ilgisine ilerleyen günlerde ben de karşılık vermeye başlamıştım.

bakkal ferhat abi'den de çekiniyordum. son günlerde sık sık bakkala uğramamdan şüphelenmişti. artık karar vermeliydim; aynur mu, ferhat abi mi?

ferhat abi ara sıra bana sigara uzatır, hoşsohbetini eksik etmezdi. ne zaman veresiye istesem yazardı. böyle de iyi bir adamdı.

aynur, ahh aynur... sevdiceğim benim. o gözleriyle beni yer bitirirdi. upuzun saçlarını bir tokayla toplardı. sırf benim için daha sık gelmeye başlamıştı babasının yanına.

yine bir gün aynur yemek getirmiş, babası yemek yerken müşterilerle ilgileniyordu. ben gittim; saat akşama doğru beşte giderdim hep. tam aynur' un elini tutacakken; ferhat abi zeytinyağlı taze fasulyesini bitirmiş, dudaklarının etrafında kalan salçalı makarna izlerini temizliyordu. olmadı yine, konuşamadım.

ertesi gün kararlıydım. bu sefer konuşacaktım aynur'la. bir de ne göreyim? gözlerim kör olsaydı da görmeseydim. ferhat abi bakkala kimi çırak almıştı? piç emin. mahallenin en piç çocuğuydu zamanında. aynur'la konuşuyor, şakalaşıyordu. elim ayağım titredi, sinirden ne yapacağımı şaşırdım.

aynur; ''evet teega, ne alacaksın?'' dedi, ciddi bir ses tonuyla. ''bi... bi... kısa lm'' diyebildim kekeleyerek. sigaranın parasını verdim ve derhal oradan uzaklaştım; apara üstünü almadan. sinirli ve üzgün bir şekilde bir sigara yaktım. gülme seslerini hâlâ duyuyordum. içimden türlü küfürler ediyordum; ''hay! tabure koyyim bu işin!''

emin olmasaydı belki de olacaktı bu iş.
allah belanı versin piç emin. tabure koyyim piç emin!

belki de aynur benimle eğlenmişti. allah senin de belanı versin. yolluydun zaten.