(bkz: gri şehrin yeşil aşkı/#14548242)

devamı niteliğinde. *

”uzun zamandır görmediğim bi arkadaşı gibiyim kendimin, aklıma geldikçe özlerim” dedi sigarasının dumanını ciğerlerine yapıştırırken cektiği son nefeste. sessiz bi hırıltı çıkardı boğazından..

bu aralar duyduğu en rahatsız edici sesti. huzuru keşfedeli çok olmamıştı bu küçük köy evinde.. aklına geldi bi an neden burada olduğu, kadehlere şarap doldururken…

bi yudum aldı ve daldı, gitti gözleri uzaklara..

-park da bulutlara ulaşan çocuğu bir süre daha izledi bilmem kaçıncı sigarasını topuklarının altında ciğneyerek öldürürken ve aslında hırsına yenik düşerken..

uyandığında kapkaranlıktı odası. ağır sigara kokusunu aldı üstünde ki, alkol sanki sıkılmıştı tenine dunyanın parasına satılan ama korkunç kokan parfümler gibi yapış yapış, ağır..

içerden sesler geliyordu ya da artık delirmişti ve gaipten ses duyuyordu. kendi kendine konuştu tam bu an da ”ben ne yaptım!?”

oturma odasında ki beyaz üstüne kocaman çiçekleri olan koltuğunda can arkadaşı uyuyakalmıştı, battaniyesi kaymıştı. üşürdü o hemen, bilirdi. gözleri doldu. battaniyeyi üstüne örttü sanki bebeğini sarıp sarmalayan anne naifliginde.. ve televizyonu kapattı.

mutfağa yürüdü ve farketti ki, kafasının içinde beyni onun adımlarına ayak uyduruyorlardı tüm damarlardan bağımsız. bu nasıl bir ağrı dedi sesli ve ekledi ”ben ne yaptım kendime?”

-sen ne yapmadın ki kendine dedi tanıdık ses.

döndü ”can arkadaşı” tam arkasında duruyordu. en az kadın kadar perişandı hali, en az onun kadar bitkin.. ve en az onun kadar üzgün..

takatı olmayan bacaklarına son bir enerji ile adım atma emri verdi, sarıldı sımsıkı ”canına”.. bi süre öyle kaldılar..

ayrıldıklarında ıslaktı omuzlar. zaten her düşüşlerinde birbirlerinin omuzlarıydı limanları ya da son durakları..

-sen otur dedi, ben yaparım kahveleri..

sessizce bekledi kadın..

masaya bardakları koyup, sukunetini koruyan fırtına gibi can arkadaşı oturdu karşısına ve anlattı..

gece yarısı telefonu caldığında aklına sadece annesi gelmişti can arkadaşının hastaydı çünkü biraz, besmele ile kesmişti telefonun dijital sesini ama karşıdan gelen ses ”kadın”ın adını söylüyordu ve acilen hastaneye gelmesini.

evden nasıl çıkıp gittiğini bilememişti ”can”ı, - seni dedi, öyle gördüğüm an ömrümün bir kısmını kaybettim o acil servis odasında ilac kokuları arasında..

gene sustular.

bu sefer o kadar uzun sürmedi sessizlik , kadın bozdu yitirilmiş sesi ile..

-ne yaptım ben ?

+çok içmişsin önce mekanda sorun cıkarmışsın sonrasında da kazayı yapmışsın işte.. dedi ve kahvesinden bir yudum aldı sanki birazdan çıkacak kelimelerini yumuşatmak ister gibi.

-ne kazası dedi kadın korkuyla, kendi yaşıyordu aşikar da başkasına zarar vermiş olabilir miydi !?

hemen anladı ”can”ı tedirgin sorularla dolu gözleri,

-yok, kimseye bir şey olmadı merak etme, gene her zaman ki gibi kendine ettin.

caddebostan’ da bir mobilya mağazasına girmişti direksiyon hakimiyetini kaybedip sonra da sinir krizi geçirmişti.. hastaneye kaldırılmıştı hemen iç kanama icin kontroller yapılmıştı ama zapedememişlerdi, polis son aramada ki numarayı çevirmişti cevap alamayınca ikinci numarayı aramıştı..

ilk numara..

adam.

susan adam..

hatırladı..

park da arkasını dönüp giden adamın soguk sesini hatırladı..

ama sonrası..

rezillik.

babasına haber vermıstı ”can”ı hemen müdahale etmişlerdi, sikayetçi olmaması icin dükkan sahibi ikna edilmisti, kamu davası icinde tanıdıklar sokulmuştu araya.. hastaneden 48 saat sonra baygın cıkarmışlardı ”kadın”ı, -agır bir kriz demisti doktor, ellerine recete tutuştururken..

ve şimdi aklı eriyordu ki, üç günden fazladır uyuyordu..

-aman tanrım dedi aslında içinden söylemek isterken kulağına çığlık gibi gelen sesi ile.

-tamam dedi ”can”ı kahveni iç hadi, unut geçti bitti atlattı-k-.

her zaman böyleydi işte, ne yaparsa yapsın, ne derse desin ”can” hep kendini de katardı. atlatmışlar-dı-.

kahvesini içti, duş aldı, bi sigara yaktı.

emaillerine bakmak istedi, yapamadı.

uyuyacağım dedi oturma odasında ki koltukta üstünde bornozu..

bir kaç saat sonra,

rüyalar da yorulmuştu ama ne gördü hatırlamıyordu.

”can” arkadaşı not bırakmıştı, taze poğaçaya ev sahipliği yapan tabağın altında

”hemen döneceğim, ofise uğramam lazım ve bu poğaça yenecek ”.

gülümsedi ya da gülümsediğini sandı..

bilmiyordu refleskleri de onu terk etmişti galiba.

bir ısırık aldı görev gibi poğaçadan, bıraktı.

üstünde hala bornoz vardı, odasına gitti, giyindi, mekanik hareketlerle sanki robot gibi içinden ruhu çekilmiş insan olarak.

telefonla konuştu, on dakika sonra korna sesini duyunca asağıya indi elinde küçük bir çanta üstünde esofmanları.

-havaalanı dedi.

taksicinin gözleri parladı, kadın umursamadı.

-gidiş dönüş mü diyen uçak şirketi calışanının sesi ile anımsadı kendini.

-hayır, tek gidiş.

elinde portakal suyu ile salona geçti, birazdan kapıları acacağız diyordu arkasında ki adama görevli kız sinirli bir ses tonu ile kelimelerin üstünde tepinerek.

telefonunu açtı, belli daha eve gelmemişti ”can arkadaşı” yoksa aramış olurdu binlerce kez. hemen dedi mesajı çekip kapatayım telefonumu ve yazdı ,

-bi süre izin ver bana, iyiyim yani aslında değilim ama iyi olacağım.. bi sure.. seni seviyorum. ”kızma”

hemen kapattı telefonunu mesaj eline ulastığı an delirecek olan arkadaşının suratı belirdi gözlerinin onunde, ürktü.. en son üzmek isteyeceği insandı o, ailesinden bile kıymetliydi baharlar getiren ”can” arkadaşı.

anons, vakit geldi diyordu..

kadın aşk’ı terketmek için ayağa kalktı ve yürüdü cam kapıya doğru elinde bir kağıt parçası ile..

…ve bir seyler yolunda gitti, şirket hisselerini devretti, huzurlu olduğu bu evi aldı, eşyalarını gönderdiler ”metropol” şehirden..

mba yapıyordu, bir kaç şirkete de danışmanlık veriyordu ama asla istanbul’a gitmiyordu, insanlar deli olduğunu düşünüyorlardı, sebebini bilmeden sanki aşktan tek delirmiş olan oymuş gibi..

neyse,

tek eksiği can arkadaşı da gelmişti kırgınlığını, kızgınlığını bırakıp. sadece hafta sonu bile olsa gelmişti işte..

—

aşk herkeste bu etkiyi mi yapıyor acaba dedi şarabın tadı boğazında dans ederken..

-bilmem dedi kadının ”can”ı..

bilmiyorlardı hakikaten, veranda da uyku keyfi yapan kopeğe daldı gözleri ikisinin de.

ve bahçe ışığına yakalanmış minicik bir fare geçti hayatından endişe ederek, peşinde bir kedi ile..

canı için kaçanlarla doluydu dünya ve canı için kovalayanlarla..

sessizliğin içindeki ses nina’ya aitti o sırada sadece..

”feeling good” diyordu, her şeye herkese inat gibi.

köpeği göstererek ,

-ismini ne koydun bunun dedi ”can” arkadaşı..

kadın cevap verdı ;

”çocuk”..
*
--spoiler--

http://www.youtube.com/watch?v=h8tuTSi6Sck

--spoiler--
(bkz: öldürmez süründürür)= (bkz: aşk acısı)

yeşilin solup, griye mahkum olduğu bir hayatta boşuna yaşamaya çalışmaktır. ortası olmayan bir yolun, keskin iki ucundan birini seçmeye mecbur olmak ama ikisini de yapamamaktır.
yeniden kalkacağını bildiğin halde kalkmayı istemek için hevesin, gücün olmaması, o tümsekte öleceğini sanmaktır.