bugün

ATATÜRK, MENDERES ve KENNEDY

ATATÜRK, MENDERES VE KENNEDY GiBi ÜÇ BÜYÜK SiYASAL LiDERiN ERKEN ÖLÜMÜ, ÇEŞiTLi SUiKASTLAR VE iDAM CEZALARININ GÜNDEME GELMESiNiN ARKASINDAKi ANA ÇiZGiNiN SiYONiZM'E KARŞI ÇIKMAK OLARAK GÜNDEME GELDiĞi GÖRÜLMEKTEDiR.

Birbirleriyle hiç ilgisi yokmuş gibi görünen ve ayrı siyasal dönemlerde kendi ülkelerini yönetmek durumunda olan bu üç devlet adamı arasında, ne gibi bir bağ olabileceği sorusu, son günlerdeki gelişmeler doğrultusunda fazlasıyla akla gelmekte ve bazı haklı yeni soruları da beraberinde getirmektedir. Türk Devletinin kurucusu büyük önder Atatürk ile beraber, Türkiye'nin gelmiş geçmiş başbakanları arasında en çok sevilen halk önderi olarak tarih sahnesinde yerini almış olan eski başbakanlardan Adnan Menderes arasında, Türkiye Cumhuriyeti'ni yönetmek gibi bir paralellik kurulabilir ve Türk Devleti üzerinden giderek Atatürk ile Menderes arasında çeşitli siyasal bağlantılar kurulabilir. Ne var ki, Amerika Birleşik Devletlerinin gelmiş geçmiş başkanları arasında en çok sevilen bir cumhurbaşkanı olarak Kennedy devreye girdiği zaman, Atatürk ve Menderes arasında kurulmuş olan ulusal çizgideki bağlantının hiç bir işe yaramadığı, devreye giren uluslararası bağlantı çerçevesinde Atatürk ve Menderes arasında yeniden bir bağlantı kurulması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Her üçü de ülkeleri ve devletleri için çok büyük mücadeleler vermiş olan bu liderler, uluslararası konjonktürde hedef olmuşlar ve bu nedenle de beklenmeyen gelişmeler sonucunda, normal koşulların ötesinde yaşamları sona erdirilmiştir.

Her üç liderin yaşamları bir bütün olarak ele alındığında siyasal konjonktürünki yükselmeler sonucunda işbaşına geldikleri görülmekte ama üçü de görevdeyken yaşamlarını yitirdikleri için, böylesine bir olumsuz durumun ortaya çıkması üzerinde daha fazla durulması gerekmektedir. Bu konu üzerinde durulduğu zaman, her üç önderin uluslararası gelişmeler sonucunda Siyonizm'in önüne çıktıkları için hedef oldukları görülmekte, Siyonizm'in isteklerine ve baskılarına karşı direnirken, Büyük israil peşinde koşan Siyonist lobilerin çeşitli komploları ile karşılaştıkları ve bu nedenle işbaşında iken yaşamlarını yitirdikleri görülmektedir. Üç liderin beklenmedik erken ölümleri sonucunda, siyaset sahnesinde bazı gelişmelerin önü açılmış ve tarihsel bir ideoloji olarak Siyonizm yoluna devam ederek, Büyük israil Projesi doğrultusunda yeni siyasal adımların atılması sağlanmıştır. Önüne çıkan her engeli aşmasını bilen Siyonizm, bir uluslararası hareket olarak hedeflerini iyi belirlemiş ve bu doğrultuda büyük stratejiler geliştirerek bütün ülkelerin siyasetlerini yakından etkilemiş ve Siyonist planlara uygun diplomasilerin büyük ülkeler tarafından izlenmesini sağlayarak, bugünkü tablonun ortaya çıkmasına katkı sağlamışlardır. Her türlü "izm"in ötesinde en güçlü izm olarak Siyonizm'in her devirde en önemli akım ve siyaset olarak etkili olması güçlü Siyonist lobilerin baskılarıyla sağlanmıştır.

Atatürk, Menderes ve Kennedy gibi üç büyük siyasal liderin erken ölümü, çeşitli suikastlar ve idam cezalarının gündeme gelmesinin arkasındaki ana çizginin Siyonizm'e karşı çıkmak olarak gündeme geldiği görülmektedir. Siyonizm bir anlamda Tevrat kökenli bir siyasal akım olarak algılandığı için, Musevilik dininin kutsal amaçlarıyla karıştırılarak savunulan bir ideoloji olmuş ve Tanrı adına hareket ettiğini zanneden bazı aşırı Siyonist lobiler ve onların temsilcileri her türlü gözü kara plan ve projeyi uygulama alanına getirebilmişlerdir. iki bin yıllık Yahudi sorununun çözümü doğrultusunda son üç yüz yılda örgütlenen bir uluslararası akım olarak, dünyanın merkezi coğrafyasında bir Yahudi devletinin kurulmasını her türlü engeli aşarak başarabilmiştir. Engeller arasına bazı devlet adamları ya da siyasal önderler girdiği zaman, onların yok edilmesi sanki Tanrı emriymiş gibi uygulanmış, Siyonizm'in hedeflerine karşı çıkan ve direnen birçok devlet adamı ve politikacı çeşitli komplolar, suikastlar ya da darbelerle ortadan kaldırılarak yok edilmeğe çalışılmışlardır. Orta Doğu'da israil kurulmadan önce bu plana karşı çıkanlar ile daha sonra küçük israil'in oluşturulmasından sonra da Büyük israil Projesinin gerçekleştirilmesi doğrultusunda izlenen politikalara ve girişimlere karşı çıkanlar, çeşitli komplolar aracılığı ile yok edilmişlerdir. Bu çerçevede, Atatürk, Menderes ve Kennedy gibi üç önemli siyasal liderin ortak kaderi Siyonizm'e karşı çıkmakta birleşince, bu ideolojinin önünün açılabilmesi doğrultusunda her üçünün de belirli planlar ve komplolar doğrultusunda yok edildikleri görülmektedir.

Söz konusu üç liderden Atatürk, ilk olarak tarih sahnesinde ortaya çıkmıştır. Merkezi coğrafyadaki büyük dünya devleti olan Osmanlı imparatorluğu'nun yıkılış sürecinde tarih sahnesine çıkıp, Anadolu ve Rumeli halkı ile bütünleşerek bir Ulusal Kurtuluş Savaşı vermiş, eski imparatorluğun merkezi topraklarında bir orta boy devlet olarak Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur. Misakı Milli sınırlarına uygun olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş sürecinde, Osmanlı devletinin yıkılışından sonra merkezi coğrafyayı batı hegemonyasına dayanan bir doğrultuda yeni bir düzene koymak isteyen ingiliz emperyalizmi ile israil Siyonizm'i devrede olmuşlar ve Sevr Antlaşmasını, Birinci Dünya Savaşı sonrasında bölge ülkelerine dayatmıştır. Osmanlının yıkılışı ile başlayan Balkanizasyon sürecinin Anadolu üzerinden Orta Doğu ve Kafkasya bölgelerine yayılmak istenmesi, Türklerin bir büyük ulusal kurtuluş ve varoluş mücadelesi vermesine neden olmuş, bu büyük mücadelenin önderi olarak tarih sahnesine çıkan Atatürk, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti'ni uluslararası hukuka uygun bir biçimde kurarak, Lozan Antlaşması sayesinde de dünyanın büyük devletlerine yeni Türk devletini kabul ettirmiştir. Batılı emperyalistler ve Siyonist'lere karşı savaşan Atatürk, Lozan görüşmeleri dahil hiç bir biçimde batı ülkelerini ziyarete gitmemiştir. Otuzdan fazla suikast girişimi ile karşılaşan Atatürk'ü, ikna etmek üzere o dönemin dünya devleti olan ingiliz imparatorluğu'nun Kralı gelmiş ve bizzat Atatürk ile çeşitli görüşmeler yapmıştır. ingiliz Kralı bu ziyaretinde Atatürk'ü iki konuda ikna etmek çabası içinde olmuştur. Bunlardan birincisi Türkiye Cumhuriyeti'nin ingiliz milletler topluluğu olan Commenwealth örgütlenmesi içerisinde yer alması, ikincisi de israil devletinin yeni Türk devleti tarafından kabul edilmesidir. Atatürk'ün batı ile ilişkilerini düzeltmek isteyen ingiliz Kralı aynı zamanda, Türkiye'nin bağımsızlığını yakından ilgilendiren bu iki önemli konu üzerinde Atatürk'ün onayını almak istemiştir.

Hiç bir zaman sömürge olmamış bir büyük imparatorluğun varisi olarak kurulmuş olan bağımsız devletin eski ingiliz sömürgelerini yeni dönemde gene ingiliz hegemonyası altında tutacak bir örgütlenmeye üye yapılmak istenmesini Atatürk gibi bağımsızlıkçı bir önderin kabul etmesi mümkün değildi. Ayrıca, iki bin yıllık mesele olan Yahudi sorununun çözümü için gündeme getirilen üç yüz yıllık Siyonizm'in göstergesi olacak bir israil devletinin kurulmasını kabul etmek de yeni Türk Devleti açısından çeşitli sakıncalar yaratabilecekti. Sahip oldukları ekonomik zenginliği uluslararası siyasal örgütlenme doğrultusunda kullanan siyonistlerin teme hedefi olan bir israil devletinin kuruluşunu kabul etmek, Balkanlarda başlamış olan Balkanizasyonun Anadolu üzerinden Orta Doğu'ya taşınması anlamına gelecekti. Bir anlamda merkezi coğrafyada Sevr haritasının çizilmesine izin vermek olacaktı. Türk ulusunun varoluşu için beş yıl süren bir büyük ulusal kurtuluş savaşını başarıya ulaştıran Atatürk gibi bir önderin, Lozan barış Antlaşması sonrasında yeniden Sevr'e dönüş anlamına gelebilecek küçük israil devletinin kuruluşunu kabul etmesi tarihsel grevine ters düşecekti. Bu nedenle Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş yıllarında fazlasıyla israil sorunuyla ilgilenmiş ve birinci dünya savaşı sonrasında ikinci Siyonist kongrenin Avustralya kıtasında ABD destekli olarak yapılmasını gördükten sonra, Amerika Birleşik Devletlerinin istediği gibi "Keşke israil Avustralya'da Kurulsa" demiştir. Avrupa Yahudilerinin desteği ile ilk Siyonist kongrenin isviçre'nin Basel kentinde yapılmasından sonra, Birinci Dünya Savaşıyla beraber, Yahudi devleti kurulamayınca, Amerika Birleşik Devletleri dünya ülkelerine dağılmış olan Yahudileri Avustralya kıtasında toplayarak, onlara bu yeni kıta üzerinde bir Yahudi devleti kazandırmak için uğraşmıştır. Bu durumu yakından takip eden Atatürk, ingiliz kralının israil'i kabul ettirme teklifine karşı çıkarken, ABD'nin Avustralya'da israil'i kurma planına dolaylı olarak destek vermiştir.

Atatürk'ün Siyonizm'e karşı çıkan ve israil'in kurulmasını kabul etmeyen antiemperyalist ve anti Siyonist tutumu, beraberinde bir büyük Siyonist komplo'yu da gündeme getirmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında kutsal topraklar ilan edilen Orta Doğu'da bir Yahudi devleti kurulamayınca, Hitler senaryosu ile ikinci dünya savaşına yönelen Siyonizm, bunun sonucunda Doğu Avrupa'nın yoksul Yahudilerini Orta Doğu'ya göç ettirerek israil devletini kurdurabilmişlerdir. Hitler aracılığı ile ikinci Dünya Savaşını dünya gündemine getiren Siyonizm, ikinci Dünya Savaşı sırasında israil projesine açıkça karşı çıkan Atatürk'ün, Türk Devletinin başında olmasını istememişlerdir. Bu nedenle, daha önceleri yayınlanan çeşitli kitaplarda ortaya konulduğu üzere Mustafa Kemal, Paris üzerinden yönlendirilen ve bazı doktorlar aracılığı ile uygulamaya konulan bir sağlık senaryosu ile zehirlenerek erken ölüme yönlendirilmiştir. Doktorlar, Atatürk'e yanlış teşhis koymuşlar ve yanlış tedavi yöntemleri ile de erken ölümüne yol açmışlardır. Orijinali yayınlanan raporlardaki hata açıkça ortaya konulmuş ve uzmanlar, Atatürk'ün sirozunun içkiden değil ama gençlik yıllarında yaşanan sıtmadan kaynaklandığını söylemişlerdir. Bütün hedefi Misakı Milli sınırları içerisinde yer alan Kerkük ve Musul'u Türkiye'ye katmak olan Atatürk eğer ikinci Dünya Savaşı sırasında Türk Devletinin başında olsa idi, tıpkı I925 yılında hazırlandığı gibi bir askeri harekât ile Irak'ın kuzey bölgesini Türk topraklarına katabilirdi. O dönemde ingiliz provokasyonu ile Şeyh Sait isyanı çıkartılarak Atatürk'ün Kuzey Irak'ı alması engellenmiştir. ikinci Dünya Savaşı senaryosunu dünyanın başına bela eden Siyonizm ise bu dönemde Atatürksüz bir Türkiye'yi daha rahat etkileyebilmiş ve çıkarları doğrultusunda yönlendirmiştir. Savaş dışı bırakılan Türkiye pasifize edilerek baskı altında tutulmuş, savaş sonrasında kullanılmak üzere bir anlamda Siyonizm'in rezerv ülkesi konumuna itilmiştir.

Atatürk sonrasında göreve gelen "ikinci Adam"ın, Atatürk'ün bağımsızlıkçı kadrosunu temizlemesi ve bazılarını ülkeden uzaklaştırarak bir Atlantik yörüngesine oturtması da, Atatürk'e yönelik olarak yapılan komplonun bir uzantısı olarak gündeme gelmiştir. Yanlış teşhisi izleyen yanlış tedavi sırasında, Atatürk'e erken ölüme neden olabilecek cıvalı ilaçlar verilmiş ve daha sonra da, ikinci Dünya Savaşı çıkmadan önce Atatürk'e hızlı bir biçimde ekstra iğne uygulamaları sık sık yapılmıştır. Paris'ten gelen her iğneden sonra daha da fenalaşan Atatürk, çok yakınında bulunan Afet inan ve Sabiha Gökçen'e zaman zaman, "Bunlar beni erken ölüme sürüklüyorlar" demiştir. Yaşamının son döneminde halktan uzak tutulan Atatürk, böylesine bir Siyonist komplo ile ikinci Dünya savaşının hemen öncesinde erken ölüme terke dilmesi, Siyonizm'in önünü açmış ve Atatürk sonrasında devreye giren Atlantikçi yapılanma Siyonizm'in emelleri doğrultusunda israil'in kurulması için kullanılmıştır. Atatürk'ten sonra Türkiye'nin yönetimine gelen ikinci Adamın, Rusya'dan uzaklaşarak ingiltere ve Fransa ile gizli antlaşmalar yapması ve daha sonraki aşamada da, ABD ile yakın bağlara girerek, savaş sonrasında kurulan israil'i hemen tanıması, Siyonizm'in Atatürk'e yönelik komplosunu doğrulayan ve destekleyen gelişmeler olarak ele alınmalıdır. ikinci Adam, yanlış politikalarla Türkiye'yi Atatürk'ün çizgisinden uzaklaştırırken, ülkedeki Kemalist bağımsızlıkçı yönetimin tasfiyesine giden yolu açılmış ve en sonunda bu süreç, Siyonizm'e yakın duran bir Atlantikçi gazetecinin öne çıkarak, ikinci Adam'ın önüne geçmiştir. Bir anlamda; Türkiye'yi Atatürk'ün bağımsızlıkçı çizgisinden uzaklaştıran ikinci Adam, kendi alet olduğu Siyonist sürece teslim olarak, Türkiye'nin iyice Siyonizm'in kontrolü altına girmesine neden olmuştur. Tarihin gösterdiğine göre Atatürk, ikinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye Cumhuriyeti'nin başında bulunsaydı, bugün Kuzey Irak'ta Kürdistan kurulamazdı. Siyonizm'e karşı çıkan Atatürk, israil devletinin kuruluşunu da önlemeğe çalışır ve hukuk dışı yollardan kurulan bu devleti tanımazdı.

israil devletinin kuruluş aşamasında Atatürk Siyonizm'e karşı çıkarken, kuruluşundan sonra da bir Menderes faktörü Siyonizm'in karşısında tıpkı Atatürk gibi yer almıştır. ikinci Adamı etkileyerek Türkiye'yi batı tipi demokrasiye sürükleyen batılı emperyal güçler, Siyonizm'in denetimi altında israil'i Orta Doğu'da kurdururken, Türkiye Cumhuriyeti'ni de Arap ve islam dünyasına karşı bir şemsiye olarak kullanmışlardır. ikinci Dünya Savaşı sonrasında ABD'yi merkezi alana getiren Siyonizm, ABD çatısı altında bir israil'i kurdururken, Sovyetler Birliğinin de iran toprakları üzerinden bir Kürdistan devleti kurdurulmasına karşı çıkmıştır. ABD, israil aracılığı ile Orta Doğu'ya gelirken ve incirlik üzerinden Türkiye'yi bir şemsiye konumuna sürüklerken, Sovyetler Birliği de soğuk savaş koşullarında önce iran üzerinden Mehabad Cumhuriyeti ile güneye doğru sıcak denizlere inmeyi denemiştir. Siyonizm'in ABD ve ingiltere'yi yönlendirmesi üzerine iran'daki Sovyetler Birliğine bağımlı Kürdistan projesi bir yıl içerisinde tasfiye edilmiştir. ABD ve Siyonizm'in merkezi coğrafya ya gelmesini bir türlü kabul edemeyen Rusya, 1958 yılında Irak'ta kendine bağımlı General Abdülkerim Kasım darbesini gerçekleştirerek Irak Devletinin kontrolünü ele geçirince, israil hükümeti hemen ertesi gün Türk hükümetine baskı yaparak, Türk ordusunun Irak'a girerek Rus darbesini tasfiye etmesini istemiştir. Sovyetler Birliği ile komşu bir ülke olan Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanı olan Menderes, israil'in baskılarına karşı çıkmış ve Rusya ile savaşmamak için israil'in bu önerisini reddetmiştir. ABD'yi kullanan israil'e karşı, Sovyetler Birliği yönetimi Türkiye'yi yeniden Kars ve Ardahan'a girmekle tehdit edince, bu durumu gerekçe gösteren Menderes hükümeti israil ve ABD'nin çıkarları doğrultusunda Irak'a asker göndermemiştir. Irak'a yerleşen Sovyetler Birliği daha sonraki aşamada Suriye'ye girerek kendisine yandaş bir rejim oluşturmuş ve Suriye üzerinden karşı kıyıdaki Kıbrıs adasına çıkarak, Akdeniz'in en büyük ve güçlü komünist partisini kurarak Kıbrıs'ta ikinci bir Küba yaratmayı hedeflemiştir.

Sovyetler Birliği'nin dünyanın merkezi alanının ele geçirme planlarına karşı çıkan ABD ve israil ikilisi, bu büyük doğu gücüne karşı Türkiye Cumhuriyeti'ni ve Türk ordusunu kullanmağa kalkışmış ama o dönemin Türk yönetimi olan Menderes hükümetinin direnişini kıramamıştır. Tarihten gelen dersleri iyi değerlendiren Menderes, israil Siyonizm'i ve ABD emperyalizmine alet olmayarak büyük komşusu olan Rusya ile savaşa girmemiş ve zaman içerisinde yavaş yavaş Türk devletinin kurucusu olan Atatürk'ün bağımsızlıkçı ve dengeci dış politikasına doğru yönelmeğe başladığında, ABD üzerindeki etkili Siyonist lobilerin baskılarıyla karşı karşıya kalmıştır. Türk devletini ve ordusunu Sovyetler Birliğine karşı kullanamayan Siyonistleri bu kez intikamlarını Menderes hükümetinden almağa çalışmışlar ve dış yardımları hemen kestirerek Türk devletini bir ekonomik darboğaza mahkûm etmeğe çalışmışlardır. 1958 Irak darbesi sonrasında Türkiye ciddi bir ekonomik durgunluğa sürüklenmiş ve halkın sevgilisi konumuna gelmiş olan Menderes hükümetleri köylü kitleleriyle karşı karşıya getirilmiştir. 1959 yılının son aylarında Ankara'da yapılan bir gizli toplantıda iran Şahı ile beraber israil başbakanı ve ABD dışişleri bakanı beraberce Menderes'i Irak ve Suriye'ye dönük olarak bir askeri maceraya ikna edemeyince, Menderes hükümeti ortada kalmış ve giderek artan ekonomik çıkmazdan ülkeyi kurtarabilmek üzere tıpkı Atatürk döneminde olduğu gibi Rusya ile batı emperyalizmine karşı bir işbirliği kendiliğinden bir siyasal alternatif olarak devreye girmiştir. Tam bu doğrultuda ilk görüşmeleri yapmak üzere Menderes Moskova'ya gidecekken cumhuriyet tarihinin ilk askeri darbesi yapılarak halk kitlelerinin büyük desteğine sahip olan Menderes hükümeti iktidardan indirilmiştir. Bazı hukuk dışı durumlara rağmen, Türkiye'yi geniş halk desteği ile yöneten Menderes, uluslararası konjonktürde tam Siyonizm ile karşı karşıya kaldığı aşamada iktidardan indirilmiştir.

Büyük israil Projesinin, Orta Doğu hegemonyası girişimleri doğrultusunda Türk Devletini, Rusya ile bir savaş macerasına sürüklemeyen Menderes'ten kurtulmak isteyen Siyonistler, önce Londra üzerinde bir uçak kazası komplosu düzenleyerek Menderes'ten kurtulmak istemişler, ne var ki Menderes böylesine bir uçak kazasından sağ salim kurtulunca, halk kitleleri nezdinde daha büyük bir saygınlık kazanmış, Menderes'ten kurtulmak isteyen Siyonistler bunun üzerine darbe senaryolarına bölge konjonktürleri doğrultusunda yönelmişlerdir. Uçak kazası ile büyük saygınlık kazanan Menderes, yaklaşmakta olan seçimlerde yeniden iktidara gelmeye hazırlanırken, bir askeri müdahale ile karşı karşıya kalmış ve böylece Türkiye üzerinde Atlantik hegemonyasının devamı sağlanarak, Siyonist planlar doğrultusunda Türkiye yönlendirilmeğe çalışılmıştır. Darbe sonrası açılan davalar sonradan yaratılmış ve Menderes'in idamını sağlayacak derecede bir siyasal baskı mahkemeler üzerinde sürdürülmüştür. "Sizi buraya tıkan güç böyle istiyor mantığı" ile yapılan yargılamalarda, Menderes ve arkadaşları idama mahkûm edilmişlerdir. Ne var ki, o dönemde israil ile ters düşen ingiltere'nin öncülüğünde bütün dünya ülkeleri Menderes ve arkadaşları için af konusunu gündeme getirmişler, büyük bir uluslararası kampanya ile tıpkı Atatürk gibi Siyonizm'e direnen Menderes'in idam edilmemesi için yoğun çaba göstermişlerdir. Halk kitlelerinin Atatürk'ten sonra en çok sevdiği lider olarak Menderes'in hayatta kalmasını kendileri açısından çok büyük bir tehlike olarak gören emperyal ve Siyonist çevreler özellikle Menderes ve yakın arkadaşlarının idamı konusunda ısrarcı olmuşlardır. Celal Bayar ve arkadaşlarının affedilmesine rağmen, Menderes ve yakın arkadaşlarının idamları gerçekleştirilmiştir. Böylece, tıpkı Atatürk gibi gelecekte Irak ve Suriye ile bir araya gelerek bir Orta Doğu birliği oluşturmayı düşünen Türk devlet adamından Siyonizm kurtulmuştur.

Siyonizm'in bir başka kurbanı olan ve o dönemde ABD başkanı olan John Fitzgerald Kennedy, resmen araya girerek idamları durdurmaya çalışmış ve açıkça ihtilalın önderi Cemal Gürsel'e mesaj göndererek, Menderes ve arkadaşlarının affını sağlamaya çalışmıştır. Bugünkü ABD başkanı Obama'nın israil'i kontrol ederken, Türkiye Cumhuriyeti başbakanından yardım istemesi gibi, o dönemin ABD başkanı Kennedy'de açıkca ters düştüğü israil'e karşı çıkan ve direnen bir Türk başbakanı olarak Menderes'in affı için büyük çaba göstermiş ama Siyonist lobilerin etkilerini ve gücünü kıramamıştır. Menderes'e karşı halk kitlelerinin büyük sempati beslemesi ve halk kitleleri arasında en çok sevilen lider olarak Atatürk'ten sonra Menderes'in öne çıkması, Siyonizm'in Menderesi de tasfiye etmesi sonucunu gündeme getirmiştir. Sonraki yıllarda idam edilmesine rağmen Türk halkının içindeki Menderes sevgisinin sürdüğünün anlaşılması üzerine, emperyalist ve Siyonist çevrelerin, Menderes'in üç oğlunun da siyaset dışı kalmasına neden olabilecek çeşitli komploları gündeme getirmesine giden yolu açmıştır. Siyonizm'in merkezi alana egemen olması politikalarına karşı çıkan ve direnen, batı emperyalizmi ve Siyonizm için Rusya ile savaşa girmeyen, ABD ve israil ikilisinin çıkarları doğrultusunda Irak ve Suriye'ye Türk ordusu aracılığı ile müdahale etmeyen Menderes'in idam aracılığı ile siyasi alandan silinmesi sağlanmıştır. Menderes idam edilmeseydi; bir süre sonra yeniden iktidara gelebilir ve intikam alabilirdi. Menderes'in intikamını önlemek isteyen emperyal ve Siyonist çevreler hem onun idamını, hem de üç oğlunun siyaset dışı kalmasını sağlayan siyasal komplo ve baskılar içerisinde olmuşlardır. Böylece; Atatürk'ten sonra Siyonizm'e direnen ikinci Türk Devlet adamı da tasfiye edilerek, Türkiye Cumhuriyeti'nin yirminci yüzyılda israil'e ve Siyonizm'e yakın duran Atlantikçi gazeteci ya da iMF'ci iktisatçı ve mühendisler tarafından yönetilmesi sağlanmıştır. Atatürk gibi bağımsızlıkçı bir yaklaşım ile merkezi coğrafyada Türkiye'nin ulusal çıkarlarını koruyacak bir Menderes yönetimine, israil Siyonizm'i ve ABD emperyalizmi izin vermemiş, Menderes de Siyonizm'e karşı çıkanların tasfiye edildiği listeye dahil edilmiştir. Ekonomik kriz, siyasal komplolar ya da uçak kazası gibi girişimler ile Menderes tasfiye edilemeyince, darbe ve idam cezası yolu ile Menderes tarihin tozlu sayfalarına gönderilerek Siyonizm'in önü açılmış ve böylece israil'in kontrolü altında bir Türkiye yaratılarak Orta Doğu'da batı emperyalizminin ve Siyonizm'in çıkarları doğrultusunda kullanılmak istenmiştir.

Siyonizm emellerine ulaşma doğrultusunda, bağımsızlık ve antiemperyalist Türk Devlet adamlarını ortadan kaldırırken, benzeri doğrultuda dünyanın çeşitli ülkelerindeki siyasetçileri de hedef tahtasına oturtuyor ve bunlardan kurtulmanın yollarını aranmıştır. Siyonizm'in dünya hegemonyası planları doğrultusunda girişimlerine karşı çıkan ilk ABD başkanı John Kennedy'de böylesine bir siyasal konjonktür içerisinde israil'in kurbanları arasına girmiştir. Amerikan siyasetindeki Siyonist lobilere karşı çıkan en güçlü Katolik lobisinin temsilcisi bir irlanda kökenli politikacı olarak ABD cumhurbaşkanlığına seçilen John Kennedy, göreve gelir gelmez, Amerikan hegemonyası doğrultusunda bir dünya egemenliği politikasına yöneldiğinde en büyük problemin en küçük devlet olan israil'den kaynaklandığını görmüş ve başkanlık döneminin ilk günlerinden başlayarak, bu küçük Yahudi devletine karşı son derece ihtiyatlı bir politika izlemiştir. iki devlet arasındaki ilişkilerde sürekli olarak israil'i uyaran John Kennedy açıkça bu küçük Yahudi devletinin atom santralı kurmasına karşı çıkmıştır. Kennedy atom silahına sahip olacak bir israil'in ABD hegemonyasını dinlemeyeceğini ve bütün dünyaya yayılmış olan Siyonist lobiler üzerinden bir Büyük israil hegemonyasının dünyaya dayatılacağını görüyordu. israil'in bir nükleer güç olmasına karşı çıkan ABD başkanı, bu yüzden Siyonizm'in hedefi olmuş ve ABD devleti içine sızmış olan Siyonist lobilerin hazırladığı bir komplo sonucunda da, Dallas kentini ziyaret ederken açıktan ateş edilerek öldürülmüştür. 5 Temmuz I963 tarihinde ABD başkanı John Kennedy tarafından kaleme alınan resmi mektup ile, ABD israil'in Dimona bölgesinde bir nükleer santral kurmasına karşı çıkmıştır. Bunun üzerine CIA ve FBi gibi Amerikan istihbarat servisleri içerisindeki Siyonist Yahudilerin organizasyonu ile Kennedy için Dallas suikastı örgütlenmiştir. Böylece bir Katolik ABD başkanını öldüren Siyonist lobiler, Amerikan politikasını israil'in çıkarlarına kilitlemişlerdir. Bunun ne anlama geldiğini oğul Bush yönetimindeki Amerikan devletinin Siyonist israil politikalarına alet olan kötü durumları açıkça gözler önüne sermiştir. israil devletinin kurulmasına en büyük desteği sağlayan Amerikan Birleşik Devletleri'nin cumhurbaşkanını bile öldürecek derecedeki katı ve aşırı bir Siyonist politikanın dünyanın başına ne belalar açabileceğini, ABD'nin Irak macerası açıkça göstermiştir. Siyonizm'in Menderes ailesine karşı izlediği toptan yok etme politikasının benzeri, Kennedy ailesine karşı da uygulanmış, sonraki başkanlık seçimlerinde aday olan kardeş Robert Kennedy'de gene bir Siyonist komplo aracılığı ile seçim kampanyasının başlangıcında öldürülmüştür. Üçüncü kardeş Ted Kennedy ise, bunun üzerine başkanlığa aday olmayacağını ilan ederek vurulmaktan kurtulmuştur. Yıllardır Kennedy suikastının sürüncemede bırakılmasıyla artık gerçekler gizlenemez bir noktaya gelmiştir. Bu yıl içinde ABD'de yayınlanan "Final judgment-Son karar" isimli kitap açıkça Kennedy kardeşlerin, israil'in nükleer santral kurmasına karşı çıktıkları için Siyonist lobiler tarafından öldürüldüğünü yazmaktadır. Türkiye'de de benzeri birçok kitap bu doğrultuda Siyonizm'e hedef olan Katolik Kennedy kardeşlerin dramını açıklamaktadır. Hakan Yılmaz Çebi tarafından kaleme alınan "israil'in Şifresi" isimli kitap bu açıdan yararlı bir kaynaktır. Başkan Kenndy'nin öldürülmesine neden olan israil'e tehdit mektubunun orijinalinin kopyası bu kitapta açıkca görülebilmektedir.

Tarihsel süreç içerisinde akıp giden siyasal gelişmelerin ve yaşanan olayların ortaya koyduğu üzere; Atatürk, Menderes ve Kennedy gibi üç devlet adamı Siyonizm'in karşısına çıktıkları için suikast ve komplolar ile karşı karşıya kalarak yaşamı terk etmişlerdir. Bu liste aslında diğer olaylara da bakıldığı zaman daha da genişletilebilmektedir. Yıllarca israil Siyonizmi'ne direnen Yaser Arafat bir hastanede zehirlenerek tasfiye edilmiş, Saddam Hüseyin ise ABD ordusunun haksız işgali üzerine tıpkı Menderes gibi idam edilerek ortadan kaldırılmıştır. Bu arada Büyük israil projesine gerçekçi olmadığı ve büyük bir kıyamet senaryosuna aracı olacağı için karşı çıkan, ishak Rabin ve Ariel Şaron gibi israil başbakanları da, Siyonizm'in Büyük israil Projesi doğrultusunda adım atmadıkları için ya öldürülmüşler ya da zehirlenmişlerdir. Görüldüğü gibi, kim Siyonizm'in karşısına çıkarsa tepelenmektedir. Buna bizzat israil başbakanlarının da dahil edildikleri son senelerdeki gelişmelerle görülmektedir. Gelinen bugünkü aşamada, artık dünyayı bir insanlık aklı ya da dünya aklı yönetecekse, Siyonizm'in yeni çılgınlıklarının önlenmesi gerekmektedir. Hiç bir devlet adamı tek başına Siyonizm'in ilerlemesini durduramamıştır. Koskoca ABD başkanları bile bu uğurda harcandıkları için artık görev Birleşmiş Milletlerin üzerindedir. Üçüncü dünya savaşını önlemek üzere Birleşmiş Milletler, Siyonizm'in yeni çılgınlıklarına karşı gereken önlemleri bütün büyük devletlerin bir araya gelmesi ve ortak hareket etmesiyle bir an önce uygulama alanına getirmelidir. Yoksa yarın çok geç olabilir

kaynak: Prf.Dr.Anıl Çeçen
http://www.sebinmedya.com