bugün

nefes alamama tehlikesi öldügünü sanıyorsun bi zaman sonra.
ölümün soğuk nefesini ensenizde hissettiren, şuursuzluğu beyninize; korkuyu da yüreğinize hakim kılan ataklardır.

nefes alamama ve aldığınız son nefesi geri verememe şeklindeki bir krizi tahayyül edebiliyor musunuz? ve bu krizin bir - iki dakika boyunca aynı ağırlıkta seyrettiğini, kriz esnasında morardığınızı, korku ile büyümüş gözlerinizle yardım beklediğinizi ve durmadan çırpındığınızı; sizin çırpınışlarınıza şahit olan ailenizin de feryatlar içerisinde çırpındığını hayal edebiliyor musunuz? sizi bilmem ama ben böylesi bir krizin dehşetini hayal etmekte pek zorlanmıyorum. çünkü ziyadesi ile yaşamışlığım vardır.

yatılı lise eğitimimin üçüncü yılındaydım. ağır bir grip ve berbat bir öksürüğe yakalanmıştım. ki zaten bitlis'in morartan soğuğunda böylesi bir illete yakalanmamak pek mümkün değildi. güç bela dolabımdaki dağınık elbiseleri bir sırt çantasına tıkıştırabilmiştim. ailem, kırk beş km uzaklıktaki bir ilçede oturuyordu ve cebimdeki para, sadece beni aileme götürecek minübüse binmeme yetiyordu. şehrin zemheri tepelerinden birine kurulu olan okuldan çıkıp da garaja gitmek için epeyce yürümek zorundaydım.

kara kış...

yerde var birbuçuk metre kar...

karın çilesi bir yana, o karı ve dışarda olan diğer bütün herşeyi buza kesen ayaz yok mu, işte o öldürücü soğuk insanın direncini kırıyordu. hastaydım. yürümekte bile zorlanıyordum.
sırtımda çanta...
sırtımda ağır kaban...
sırtımda soğuk terler...

sulanmış gözlerim ve tıkanmış burnum... durmadan kükreyen ciğerlerimle karda ve buzda düşmemeye gayret göstererek; ama bunu pek de beceremeyerek, tek kelime ile bitik bir ruh ve bedenle garaja kadar yürümüştüm. minübüsün arka dip koltuğuna çökerek başımı cama dayamış ve minübüsün hareket saatinin gelmesini beklemiştim.

şimdi tam olarak hatırlamıyorum ama, tanıdığım haymatloss muhtemelen yol boyunca ölü doğaya bakakalmış ve ölümün doğası hakkında düşüncelere dalmıştır, yalnızlığın bir kader olduğuna hükmetmiştir.

evde geçirdiğim günler, tam anlamı ile bir halüsinasyon, bir yarı baygınlık seansıydı. evde kaldığım süre zarfı, birkaç haftayı bulmuş, bu süreçte birçok doktora gidilip onlarca tetkikten geçilmiş, her bir doktordan ayrı ayrı teşhisler duyulmuştu.

lakin bütün ağızlar yarım, bütün cümleler şüphelerden ve sezgilerden ibaretti. şimdi arkamda bıraktığım o sancılı sürece dönüp baktığım vakit, hiçbir doktordan kesin birşey duymamış olduğumu hatırlamak, fazlası ile enteresan geliyor bana.

bu sancılı ve sanrılı süreçte bir şafak vakti vardı ki, bir bütün halinde bu ağır hastalığın bütün kahrına rahmet okutturan cinstendi.

sabaha karşıydı. gece boyunca doğru dürüst uyuyamamıştım. inilti, öksürük ve de kabuslarla dolu bir gecenin son demindeydim. önceki günün bütün saatlerini hastahane kordorlarında tüketmiş, türlü türlü ilaçlardan medet ummuştum. lakin bu gecenin karanlık demleri de diğerlerinden farksız geçmişti. bir el hissetmiştim omuzumda. dönüp baktığım vakit babamı görmüştüm. sabahın erken saatinde hazırlanmış, toplantıya yetişmek üzere evden çıkmazdan evvel yanıma uğramıştı. iyi olup olmadığımı sordu. iyi olduğumu ima eden bir mırıltı ve baş haraketiyle cevap vermiştim. ben çıktıktan sonra kapıyı kilitleyebilir misin diye sormuştu bana. ağır ağır toparlanmış, ardı sıra kapıya kadar gitmiştim. o beni ve ailesini allah'a emanet ederek gitmişti. kapıyı kilitleyip yatağıma dönmek kalıyordu bana. lakin beni bekleyen bir sürpriz vardı. bir ilkin dehşeti vardı kapımda bekleyen.

odama doğru ilerlerken ufaktan öksürük tutmuştu beni. bir elimi duvara dayayarak ardı sıra gelen öksürüğün geçmesini beklemeye başlamıştım. lakin geçmesi bir yana, gittikçe derinleşiyordu bu öksürük. ve diğerleri gibi bir sonu olacağa da benzemiyordu.

öksürük derinleştikçe derinleşti. artık dışardan duyulmayan, lakin ciğerlerimde durmadan patlayan öksürüklerle iki büklüm olmaya başlamıştım. ne olduğunu anlamaya çalışıyordum ki, yaşadığım ürkütücü sarsılışlar bir anda kesildi ve aldığım yarım yamalak son nefes, ciğerlerimin çıkışında bir yerlerde donup kaldı.

nefes alamıyordum. nefesimi dışarıya veremiyordum. konuşamıyordum, bir sözcük bile söyleyemiyordum. sadece mırıltımsı bir haykırış fısıldayabiliyordum. duvarlara tutuna tutuna annemin yanına kadar gidebilmiştim. dürterek uyandırdığım annem, beni o halde görünce dehşete düşmüştü. beni yatırıyor olmuyor; beni kaldırıyor olmuyor, sırtıma türlü şekillerde vuruyor olmuyor, ellerimi tutuyor olmuyor, bağırıyor olmuyor, haykırıyor olmuyor, o da benim gibi çırpınıyor ama yine olmuyor... tam gözlerim kaymışken, dudaklarım morarmış, yüzüm kireç gibi beyazlamışken nefes alıp verme nimetine tekrar nail olabilmişim.

işte böylesine bir illettir bu kriz.
bir nevi ölüm provasıdır..

Tam da uyumadan önce gelir genelde, bir anda aldığın soluk yetmez oluverir. Derken soluk alırsın ama sanki akciğerlerine ulaşmadan yok oluyor hissine kapılırsın. Aklından "aha şimdi ölücem" diye geçirirken sakin olmaya çabalar bir yandan da dua edersin "Allah'ım nolur bu sefer de kurtar, nefes alabileyim nolur" .. Seslerine annen baban yetişir onları da ayrı telaş sarar...

Sonuç olarak yeniden nefes almaya başlarsın, rutinleşir.
panik atak ile karışabilir.
çocuklugumun tamamında geçirdiğim krizler , temiz hava, bol ventolin , tükenmez iğneler, süzük bir popo.
bitse de ölsek der insan o an. ah o kriz sayesinde ben ilk defa insanla tanistim. tanistigim seyden nefret ettim, yasamim boyunca o seyin varligindan kacindim.
9 yaslarinda ilaci bitmis bir sekilde uyumaya yeltendim. aksam vakti. yatagima degil sanki okyanusun ortasina birakildim. dipsiz bucaksiz deniz, yorulmus bir beden ve tukenen oksijen. nefes aldikca daha da batiyor battikca daha fazla nefes almaya calisiyor insan boyle bir durumda. ahanda simdi ölecegim diyorsunuz ama nafile. ne ölüm geliyor ne aci diniyor. hem ruhsal hem fiziksel aci hissediyorsunuz. saatler suren suda bogusma, tek fark ortada sizi bogabilecek herhangi bir obje yok.
anneniz sizi bu halde gorur ve nobetci eczaneye gitmesi icin babanizin gitmesini ister. sizde icten ice biraz da olsa sevinirsiniz. ama babaniz o an "ilgi cekmek icin yapiyor bunu" derse krizin ustune bir darbeyi de buradan yersiniz. anneniz gecenin bir vakti olduguna aldirmadan gider tek basina sizin icin ilac alir ve bulur da. siz ilaci alip tekrar cigerlerinizi yakan deniz suyundan kurtulursunuz.
sonra ise evde tartis baslar "neden gittin beni neden dinlemiyorsun" "numara yapiyor bu" vs. vs.
ben o gun ilk defa insanla tanistim.
hastasını da, hastanın yakınında ki kişileri de strese sokar.

hele astım krizi geçiren kişi sevdiğiniz, unutamadığınız kızsa sizde onun kadar olmasa da nefes daralması, kalp çarpması hissedersiniz. dün bir badire daha atlattık, allah bugün ve gelecek günlerde göstermesin böyle birşeyi.
insanın aklını başından alır. bazen ölüme bu kadar yakın hissetmek aldığın her nefesi daha çok sevmeye sebep oluyor.
doktorum 3 ay boyunca hergün 1 litre kefir içmemi tavsiye etmişti astımın düzelmesi için ben başaramadım sanırım çaresi bu olabilir tabii denemek isteyenler doktora danışmadan yapmaya kalkışmasın aman diyeyim sağlıkla şaka olmaz.
Kanser hastaları içer genelde kefiri ki yarar, ama tadı çok berbattır. Dedem kullanırken süt diye dolaptan alıp içmiştim direk çıkarmıştım.
Sık sık olan.
inhaler en yakın dostum oldu.
doğdum doğalı hayatımın kabusu, özellikle son dönemde sabaha karşı birden uykudan uyandıran, sanki boğazınızı sıkıyorlarmış, göğsünüzün üstüne öküz oturuyormuş hissi veren lanet durum.. ölümün provası gibi, kaç kere öldüm geri döndüm unuttum.. çekene de çekenin yakınları içinde zor durum..
(bkz: kriz asmak)
bir el boğazına oturur, nefesin kesilir, alamadığın her nefes gözlerinden yaş olarak akar, ciğerlerin ki kül olurcasına yanar. titrek ellerle ilacını ararsın, tek başına bir tuvalet kapısına sırtını yaslar ve "burada ölürsem kim bulacak bedenimi?" diye düşünürsün.
annen, baban, sevdiğin gelir gözünün önüne; pisi pisine gitmek bu muymuş dersin.
can havliyle ilacı bulursun ve nefes almaya başlarsın. bir nefes. insanların düşünmeden alışkanlıkla yaptıkları şeyi başarabilmenin mutluluğunu yaşarsın.

bir nefes; değerini bilin.

tanım: ölüme çok yakın hissettiren kriz durumu.
Ölümü her defasında ensedeki nefes kadar yakından hissettiren kriz. Önce nefes darlığı, sonra kesik kesik nefes alma, ardından nefes alamama, gözyaşlarıyla çırpınma... Korkunç bir olay.

Ölümden korkan, yaşamayı seven biri de değilim ama bu krizlerin ürkünç tarafı var: psikolojik acı çektiriyor, her seferinde yolun sonu diye düşündürüyor. Panikledikçe gözyaşları artıyor, göğüs sıkışıyor, nefes boruları tıkanmışçasına nefes alamama müthiş bir yaşama içgüdüsüne ve savaşına dönüyor.
uykumda ve aniden ölmeyi tercih ederim. Ama biliyorum, en istemediğim ilk başıma gelen olacak.
Nefes alamama hali.
bizim lisede astımlı bi kız vardı derste krize giriyodu tuvallete götürüyolardı bunu sigara içip geri geliyodu sanırsam çok ciddi bir rahatsızlık değil.
Kriz anında asla paniklemeyin, usulca kendinizi sakinleştirerek ilacınızı kullanın. Şayet ilaç yok, bitmiş veya kullanmıyorsanız açık havaya çıkın, paniklerseniz aldığınız azıcık nefesi bile hepten alamaz olursunuz. Sonrasında gözyaşlarıyla çırpınmak iğrenç hissettiriyor.
Derin nefes alamadıkça tedirgin olmayın, yalnızca bir atak bu. Korktukça nefessiz kalacağınız süreyi uzatmış olursunuz ancak, hiçbir faydası yok size.

Oldukça basit bir işlem olan, vücudun istemsizce yaptığı nefes almayı yapamıyor olmak can sıkıcı evet, üzülmüyoruz korkmuyoruz.
Ha bir de şunu fark ettim; astımı tetikleyen bir diğer sebep de üzüntü ve stres. Yapmaan guzum.
Bol bol meditasyon ve yoga yapın.