bugün

babam.
yıllar boyunca neden hep birbirimizi yiyerek aynı çatı altında ayrı yaşamak zorunda kaldığımızı seneler sonra yargılamaya başlamış olsam bile onu anlamaya çalışmakla üstesinden gelmeyi başardığım durumun baş kahramanı.
benim için hiç dokunulmamış, okunmamış bir kitap olduğunu anlamış olsam bile neden tüm yaşlarımın güzelliklerini onunla yaşayamadım dediğimde kendimi suçlu bulduğum,
şu günlerde en çok özlediğim,
hiç yanımda olamayacak olsa bile kokusu her daim derin bir nefeste gizli duran,
çocukluk günlerimde, yapmak zorunda olduğu ağır işler nedeni ile avuçlarında oluşan nasırlara dokunmaktan büyük zevk aldığım,
ottan boktan tv programları yüzünden büyük bir iştahla ve tatlı atışmalara kendimizi kaptırırken beyaza çalan bıyıklarının altından attığı saklı ve kendinden emin tebessümlerini özlediğim,
hakkımda iyi ya da kötü neler düşündüğünü ağzından hiç duymadığım fakat yıllar sonra annemin anlattıkları ile bir hayat boyu gururlu ve boğazımda düğümlerle yaşamama neden olacak düşünceleri ile geriye kalan tüm hayatıma daha bi dört elle sarılmamı sağlayan,
yanıbaşımda dururken anlayamayıp şimdi yarım yamalak anılara sığınarak kendimi hep benzetmeye çalıştığım, elbiselerini kestirip biçtirip kendime uydurduğum, en çok kucağında gezintilere çıkardığında aldığı gazozun tadını özlediğim babam...
kendi elinle gömdüğün adamın ertesi gün kapıyı çalıp gelmesini hayal etmektir ve bu hayale sarılıp günlerce beklemektir... her kapı çalışında alahım o olsun lütfen. bu bir rüya olsun diye düşünmektir. kapılar çalınır ama o hiçbir zaman gelmez artık. buna alışmak daha zordur. kabullenme sürecindeyken rüyanda görürsün ve özlemi daha bir artar.

devri daimli umutların sonunda anlarsın artık öldüğünü ve hiçbir zaman dönmeyeceğini. bu kabulleniş daha bir koyar adama aslında...
özlemeye bile alışmakla sonuçlanandır.

daha dün gibi hatırınızdadır, avucunuzdaki toprak lekeleri.
bir bakmışsınız seneler geçmiş.
ama ne baba gelmiş, ne acı dinmiş.
sadece alışmışsınız işte yokluğuna, boşluğuna.