bugün

ben bu durumu çok yaşadım arkadaş. hala da yaşıyorum. çok mu subjektif bir tanım oldu? sanmıyorum. 10 kişilik bir ailenin son çocuğu siz olun da bakayım subjektif oluyor musunuz, olmuyor musunuz?
şu bayram arefesinde o meleği anarken buradan geçmişe dönüyoruz:

lise yıllarımda anneme yardım etmek isterken evde, annem, ben hariç tüm kardeşlerimin adını telafuz ederdi.

"zafer, zeki, ahmet, mehmet, remzi, afgan, barbaros, cenk, berk" dediği an annem, ben bir anda "yettim anne" derdim. kadıncağız da sevinsin mi, üzülüsün mü bilemezdi. kızmazdı ama. boynuna sarılırdım arkadan. her türlü işine yardımcı olurdum. kolay mı lan, 10 tane erkek çocuğa anne olmak. bir kız olsa yardımcı olurdu en azından. gel ki, annem her yerde kendisiyle övünürdü ama, işin doğrusu asıl marifet babamdaydı galiba. yoksa annemde miydi be?

neyse, sonuçta seks bir takım oyunudur.

aradan yıllar geçip de annem yaşalanmaya başladığında, oğullarının her biri birer birer evden ayrılmaya, annemin tabiri ile "el kızlarının koynu"na girmeye başlayınca tabi ki de biraz vefasızlık oldu. belki de birazdan biraz daha fazla. işte böyle günlerde annem kime çatacak? tabi ki de babama. adam, bir nevi annemin kum torbası olurdu. annem, babama çıkışırken araya bir cümle sıkıştırırdı:

"ben bu adamı nasıl sevmişim?"

yani, 10 kardeş olan bizler bir aşk meyvesi değilmişiz. düşünsenize, annemle babamın aşk meyvası üretmeye çalıştıklarını. 10'nun üzerine koyun siz koyacağınız kadar. gerisi nanay.

şimdi , o iki mukaddes insan hac vazifesi için kutsal topraklara gitmek üzerelerken her ikisini de çok ama çok sevdiğimi tüm kardeşlerim ve kendim adıma buradan bağırarak söylüyorum.

sanki annemin sesini duyar gibiyim tekrar:

"zafer sen misin? zeki, ahmet, mehmet, remzi, afgan, barbaros, cenk, berk?"

karşılık vereyim kendisine:

"benim anacığım. son beşikin. yettim." * * *
(bkz: ananenin sizin adınızı hatırlayamaması)
eğer parkinson hastalığına yakalanmışsa muhtemel olacak şey. *