bugün

bazen, annelerin durumuna üzülüyorum. çocuk, sokağın ortasında ağlayarak tepinme krizine giriyo ya kötü oluyor. içim sızlıyor. çocuk susmak bilmiyor. ağla ağla, bağrış çığrış...ün kıyamet! susacak tabi de anne bezdiriliyor yoğun tarafından. işte sokakta oluveren etrafı da az biraz rahatsız kılan ortamdan arındırmak için annemizin mükemmel savunma mekanizmalarından birisi de şeker ve çikolata alıvermek çocuğuna. bir seçim vaadi gibi sanki. yeter ki sus, sana en güzide, pahalı, leziz şekerleri alıvereceğim. suscaksın değil mi? bakışı masum masum atılmakta etrafa. baba biraz daha kayıtsız. arkadaşına bugün onu tavlada nasıl yendiğini zikrediyor. umursamazlık var. çocuğun zırlamalarını/ tepinmelerini bertaraf etme görevi anne de işte. o da ağız tadıyla gezmek istiyor belki arkadaşına bugün girdiği denizin güzelliğinden bahsedecek. suyun sıcaklığı, güzelliği, naturalliği falan. olmuyor işte. bazen, malum savunma mekanizması yemiyor. şeker tüketildikten 10 dakika sonra durum aynı tas aynı hamama dönüveriyor.
çileli annelerimizin haklarını ödeyemeyiz biz. sohbet bile ettirmiyoruz onlara. halbuki, yemek sonrası tezgah turlarken uzun uzadıya incik- boncuk bakma ve denizin niteliğini masaya yatırma azıcıkta dedikodu yapma hakları baki onların. baba hala tavla seanslarında. kazanmış ya, ballandıra ballandıra betimliyor. dertli annelerimiz ve savunma mekanizmaları bir bütün adeta. gene ağlıyor bak, kulağımda bir senfoni. beethoven güzellemesi edasında.