yazarlar tarafından uydurulan kısa masalcıklardır.

bir dağın yamacında, bir tepenin başında, derenin üzerinde, göğün hemen altında bir güzellikler ülkesi varmış. bu ülkenin kralı güzel bildiği şeylere bayılır mı bayılırmış, en sevdikleri de topraktan olanlar, otlarmış. kii krallığın en güzel bildiği de yeşil otlarıymış. kral krallığın dört bir yanını ziyaret eder, otlar vakitlice çıkmış mı, dağlar, yerler, ovalar yeşile boyanmış mı diye kontrol edermiiiiiiş. eğer otlar zamanında çıkmazsa yeterince güzelleştirmezlerse etrafı hepsine kızar, yolar atarmış.

bir gün bu krallığın bir ovasında kimsenin adını bilmediği, yaprağını görmediği, kokusunu duymadığı bir şey bitmiş. adına gül denirmiş. ama hayatlarında gül görmeyen tüm otlar bu güzel gülle dalga geçmişler, üzmüşler, yapraklarını dökmüşler de bir şekilde ayakta kalmaya, gül gibi olmaya karar vermiş bu güzellik.
kral bir gün, mart’ın 18 inde güzellikler ülkesinin 18 eyaletli şehrinin 18.kasabasını , saat 18:00 sularında ziyaret etmeye karar vermiş. ama o da neymiş. aylardan ocak, mevsimlerden sonbaharmış, otlar tam yeşermemiş, yeşerenler de bitmemiştir. bir tek bizim garip gülümüz bakıyordur göğe. tüm otlar feryat, figan dünyalık gözleri ve kulaklarıyla birbirine katmışlar ortalığı: “halimiz harap, kral geliyor, ne yeşilimiz var ne suyumuz, kötü olacak bahtımız”.

sonra kral gelmiş, kral otlar gibi bakmıyor, onlar gibi duymuyor, koklamıyormuş. tam otların işgüzarlık yaptığını düşünüp tüm ovayı yaktırıp, yıktıracakmış ki bizim güzel gülümüzü görmüş. rengi parlak alacalı beyazmış, kokusu cennetten güzel, dikeni batsa da seyreylemeye, tutmaya değermiş. ve o gülün uğruna koskoca ovayı affetmiş. tüm otlar o güzel güle yaptıkları için pişman olmuşlar. ve artık ot gibi değil, insan gibi bakmaya, insan gibi duymaya çalışmışlar.
“körlere resim çizmenin, sağırlara şarkı söylemenin manası yoktur.
gidin ve değerinizi bilenlerle birlikte olun”

güzel sözlük kızları dizime yatarsa onlara masal anlatıp, saçlarını okşayarak uyutabilirim.
evet.