bugün

Allah’ın dilediğine hidayet vermesi ise, hidayet şartlarına riayet eden kimseye, dilerse hidayet vermesi demektir. Yoksa, “hidayet için gerekli hiçbir sebebe riayetin gerekmediği” manasına gelmez. Bu düşünce tarzı rızık misalinde, tarlaya tohum ekmeden mahsul beklemeğe benzer.
Bu noktada bir hususun açıklanması gerekmektedir. Tarlasına tohum ekemeyen kimsenin mahsul alamayacağı kesindir. Her sebebe hakkıyla riayet eden kimse ise yüzde doksan dokuz ihtimalle mahsule kavuşur. Yüzde bir ihtimal ile dolu, sel, kuraklık gibi bir musibet söz konusu olabilir. işte, az da olsa netice alamama ihtimalinin bulunması insanın dergah-ı ilahiye ye iltica etmesi ve o'na yalvarması hikmetine binaendir. Bu misal ile izah ettiğimiz hakikat, hidayet meselesi için de söz konusudur.
ya şuna değmez kardeşlerim yazmayın üstünüzden vebali gitsin yeter ben bunun iman etmesi için gereken ufak birşeyler de olsa yazmamızın da etkisi olacağını sanmıyorum, bu kayıp, bu gerçekten nuru alınmış bir kayıp
- Hidayet Allah’ın elinde ise, dalalete gidenlerin suçu ne?

Hidayet: “doğru yolu göstermek. irşat etmek. Rehberlik yapmak, hakkı hak, bâtılı bâtıl görüp doğru yola girmek, bâtıldan ve dalâletten uzaklaşmak.”

Elinize Kur’an-ı Kerim’i alınız. “Allah’ın hidayeti ve dalâleti dilediği kimseye verdiğine” dair bütün âyetleri birer birer bulunuz. Her âyetin geçtiği sûrenin baş tarafına doğru yaprakları çeviriniz. Sûrenin başına vardığınızda karşınıza her defasında “besmele”nin çıktığını göreceksiniz. Bildiğiniz gibi “besmele”de üç ilâhî isim zikredilmiş: Allah, rahman ve rahim. Birçok âlimlerimiz Allah isminin ism-i âzam olduğunu ifade buyurmuşlar. Allah, ism-i âzam... Yâni bütün isimler bu isim içinde dahil... Şöyle ki, Allah rahmandır, rahimdir, kadirdir, kahhardır, rezzaktır ve hakeza... Şu noktaya dikkatinizi çekmek isterim: acaba niçin Allah isminden sonra kahhar, cebbar, aziz gibi celâl ve kibriya ifade eden isimler değil de, Rahman ve Rahîm isimleri zikredilmiş? Bu soru ile birlikte zihninizde hemen bir kutsi hadis şimşek gibi çakar: “rahmetim gazabımı geçti.”
Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Allah Gafur'dur, Rahîm’dir.” (Fetih, 48/14)

Allah, göklerin ve yerin yegâne yaratıcısı, sahibi ve mâliki... O’nun bağışladığına kimse azap veremez; azap verdiğini de kimse bağışlayamaz. Mutlak iradesine karşı koyacak bir başka iradenin mevcudiyeti muhaldir.

Ve âyet-i kerime “Allah Gafur’dur, Rahim’dir” diye son bulmakla mü’mine şu mesajı veriyor:

Gafur ve rahîm olan Allah, lütfuyle yarattığı, gökleri ve yeri hizmetine verdiği bir kuluna azap ederse, bu azap mutlaka o kulun küfür ve isyanındandır.
Hidayet ve dalâletle ilgili âyet-i kerimeler bir yönüyle de mü’minin ruh terbiyesi ile ilgili... Bilindiği gibi mü’minin ruhu havf ve reca sınırları arasında terakkisini sürdürür. Bu sınırları tecavüz ettiğinde zarara düşer yahut mahvolur.. Havf, Allah’tan korkma, o’nun azabından kendini katiyen emin bilmeme hâli... Reca ise, Allah’ın rahmetinden daima ümit var olma, günahlarının o’nun affını hiçbir zaman aşamayacağını düşünerek yeise, ümitsizliğe düşmeme hâleti.
Kur’an-ı Kerim, “Allah’ın dilediğini dalalete götürebileceğini” beyan etmekle mü’mine, yaptığı iyi amellerle övünmemesini ve onlara güvenmemesini öğüt verir. Diğer taraftan, kötü halleri ve günahları için de yeise düşmemesini, “Allah’ın dilediğini doğru yola sevk edebileceğini” hatırlatır.
“Bir de müşrikler (Allah’a eş koşanlar) dediler ki: Allah dileseydi ne biz ne de atalarımız o’ndan başka hiçbir şeye tapmazdık. Ve o’nsuz hiçbir şeyi haram kılmazdık. Kendilerinden öncekiler de böyle yapmışlardı. Buna karşı peygamberin vazifesi ancak açık bir tebliğ değil mi?” (Nahl, 16/35)

Bu âyet-i kerimeden, şu anda karşımıza yeni bir soru gibi getirilen meselenin, aslında bir gericilik belgesi olduğunu, bu şeytanî sorunun tâ Asr-ı saadette, hatta ondan önceki devrelerde ortaya atıldığını anlıyoruz. Bu soruyu soranlar, kaderi, cebir mânâsında gösterip, insanın cüz’î iradesini görmezlikten geliyorlar ve ilâhî adalet konusunda muhataplarının zihinlerini bulandırmaya çabalıyorlar. “Madem ki hidayet ve dalâlete gidecekleri Allah diliyor, öyleyse kulun iradesinin ne hükmü var?” demek istiyorlar.
“Her şeyin kader ile takdir edildiği” bir hakikat. Ama, bu takdir edilenlerden birisi de insana cüz’î irade verilmesi ve onun emir ve yasakları işlemekte serbest bırakılması... Bu da bir takdir... Buna göre, insan ister ibadet etsin, ister isyan yolunu tutsun, her iki hâlde de kader dairesi içinde... Bu incelik, çoğu zaman gözden kaçıyor, yahut yeterince anlaşılmıyor.
Cenâb-ı Hak, taşların cansız, bitkilerin yarı canlı olmalarını dilemiş; hayvanlar âlemini ise his dünyasına kavuşturmuş. Bunların hepsi kader dairesinde... insana gelince, onu mahlûkatı içinde en güzel şekilde yaratmış... Ona akıl, kalp, vicdan gibi nice ihsanlarda bulunmuş ve onu bir imtihana tâbi tutmuş... Kendisine birtakım emirlerde bulunmuş ve önüne bir takım yasaklar koymuş. insanı bu emir ve yasaklara uyup uymamakta serbest bırakmış. Dilemiş ki, bu hürriyet içinde, gaflete dalmayan ve Rabbini unutmayan kullarına, meleklerden daha üstün dereceler versin ve onları ebedî saadetlendirsin. Nefis ve şeytana tâbi olarak Rabbini unutanları ise azabına uğratsın.. işte bu da bir takdirdir. Bu takdire karışmak kula yaraşmaz.
“Bu, doğruluğu şüphe götürmeyen ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara doğru yolu gösteren (hidayet kaynağı) bir kitaptır.” (Bakara, 2/2)
“De ki, hakikaten Allah dilediğini şaşırtıyor, kendisine gönül verene de hidayet buyuruyor.” (Ra’d, 13/27)
Kulun kendi cüz’î iradesini hayra yahut şerre yöneltmesi ile kalbinde hidayet yahut dalâlet yaratılıyor. Bu hakikati, hiçbir vesveseye fırsat vermeyecek kadar açıkça ders veren bir âyet-i kerime:

“Muhakkak ki, Allah, bir kavime verdiğini, onlar nefislerindekini bozmadıkça, değiştirmez.”(Ra’d, 13/11)
Bir başka âyet :

“Onlar öyle kimselerdir ki, hidayet karşılığında dalâleti (sapıklığı) satın almışlardır. Ticaretleri kendilerine bir kazanç sağlamadığı gibi, doğru yolu da bulamamışlardır.” (Bakara, 2/16)

Bu âyet-i kerimeden kulun, dalâlete kendi iradesiyle müşteri olduğunu açıkça anlıyoruz. Hidayet ve dalâletle ilgili âyetlerin her birinde bu hakikati görebiliriz. Bunlardan bir kısmını takdim edeyim:

“... Allah zâlimler topluluğunu hidayete eriştirmez.” (Bakara, 2/258)
“... Allah kâfirler topluluğunu hidayete eriştirmez.” (Bakara, 2/264)
“... Allah fâsıklar topluluğunu hidayete eriştirmez.” (Tevbe, 9/24)

Bu üç âyet-i kerimeden kalpte dalâlet yaratılmasının üç sebebini öğreniyoruz. Hepsi de insanın kendi iradesiyle ilgili: zulüm, inkâr ve fısk.
sevgili kardeşler, burda bizlere düşen görev şu ki:

önce allahın varlığına ve birliğine iman.

yaradana teslim olmamızın bizi hidayete götüreceği gerçeğini anlamamız.

onun dinine tabi olarak emir ve yaşaklarına uyarak.
onun bizden istediği şekilde yaşayarak hidayeti bulabiliriz ancak.

ve rabbimiz çok merhametli inanın buna hiç bir kulunun dalalette kalmasına razı gelmez.
çeşitli vesilelerle kendine çeker.

soruyu soran kardeşten allah razı olsun.
Allah yoktur diyenlerin hiçbir kanıt gösterememesinden daha kanıtlayıcı olan durumdur.
654 entry girilmiş hala tartışması bitmemiş olan çelişkidir.Bunlara kafa yormayın, bulunacak olsa şimdiye bulunurdu.
Her şeyin mükemmel işlemesi Yüce Allah'ın var olduğuna en büyük kanıttır.
Allah'ın kendisi ona kanıtlaması gerektiğini düşünen yazar.
Allah'a biz kanitladik diye inanacaksan inanma kardeşim yorma kendini boş yere.
Pesin edit: muslumanim.

Birincisi: kimse allah in varligini kimseye kanitlamak zorunda degil. Kanitlama cabasi cok sacma cunku bu bir inanc.

Ikincisi: adamlar allah in kanitini istiyor. Siz kuran i kanit olarak gosteriyorsunuz da adam zaten ona inanmiyor. Komik duruma dusuyorsunuz.

Ucuncusu: evren tesadufen yaratilmis alamaz deyip allah i kanitlamaya calisiyorsunuz. Ama bu allah in kaniti degil bir yaraticinin kaniti oluyor. Bu sekilde ateizmi curutursunuz ama deist karsinda tokezlersiniz.

Sonuc: bosverin kanit islerini. He deyin gecin.
kanıt istiyorsan kuran'ı oku denilesi iddadır. kuran'daki ayetlerin %80'i bilimle örtüşmektedir. daha da detayı için hem tıp hem bilim hem de din adamı olan dr zakir naik'in videolarını incelenebilir. kendisi sırf islami araştırmalar için bu ünvanları almak için çabalamıştır.

onlarca var ama özellikle bunu sabrederek izlemenizi öneririm: https://www.youtube.com/watch?v=Xo1b6Mk38_s
Gösteremezler efendim. Kendilerini savunmak için iki ayrı konu vardır birincisi mükemmel sandıkları evreni one koyarlar. Halbuki biraz baksalar evren karmaşa halinde, afetler, genetik hastalıklar, birbirlerini yemekle ya da kaçıp saklanmakla yaşamak zorunda olan canlılar, doğanın bir çok felaketi vardır. Hepsi mükemmel şeyleri görüp bunlara gözlerini kapatmistir. ikinci bir konu "allahin olduğuna somut bir kanıt olsaydı herkes inanirdi. Sen kendi amelinle inanmalisin gerçek iman ancak böyle olur" kusursuz mutlak bir tanrı varsa neden kendinden aciz canlılar yaratıp onlara hiç bir delil sunmadan sonsuz itaat etmesini ister.
(bkz: noel baba var diyenlerin kanıt gösterememesi)
Sikik türk ateist ibnelerin uydurmasıdır. Allahım bu ateist ibneleri helak et. Amin.
Kanıt çok, yeter ki inanç olsun.bu muazzam düzen bir düzenleyicinin olduğunun en büyük ispatıdır.