bugün

siklenmeyen tespittir.
yeterince var sasirmiyoruz artik.
ülke içindeki muhalefet seviyesinde bir tespittir.
söyleyin de biz de bilelim.
(bkz: lassie bize bir şey anlatmaya çalışıyor)
tespit okumaya geldik nerde tespit.
AKP hükumeti tüm islam aleminin Hükumeti'dir.
Cemaat-AKP krizi adında haftalardır devam eden tartışmaya dair gündelik akışın içinde yapılan değerlendirmeler çoğu zaman toplam durumu açıklamakta yetersiz kalıyor. MiT gibi, dershane gibi gündemlere tıkanan tartışmalar "iktidar içi pay kapma kavgası" olarak rejimin dönüşümünün ancak yansıdığı yerlere değmekle kalıyor. Oysa bugün tartışılan basitçe bir cemaat mi Tayyip'i yenecek yoksa tersi mi olacak tartışmasından ibaret değil elbette. Bugünkü durum Türkiye'de artık yerleşmiş olan neoliberal sistemin nasıl yönetileceği ile ilgili soruya denk düşüyor.

Neoliberalizm Türkiye'de uygulanma kararı alındıktan 20 küsür yıl sonra uygulanabilmiştir. 24 Ocak kararları ile neoliberalizme geçiş kararı alınmış ama askeri darbe bile bu dönüşümü tam anlamıyla sağlayamamıştır. Darbe sonrasına bakarken Özal'ın basit kurucu adımlarını, ANAP'ın özelleştirme furyasını göz ardı etmeden 2000'lere kadar kurulamayan bir neoliberal sistemden bahsedebiliriz. Kurulamamasının ise bir dizi nedeni vardı. AKP'nin başarısı bu nedenleri ortadan kaldırabilmesinde gizlidir zaten. Neden kurulamadığına basitçe bir bakarsak: Liberalizm Türkiye'de hiçbir zaman kendi başına vücut bulmuş bir akım olmadı. Liberalizm Türkiye'de her zaman sağ ittifaklarla ilerleyebildi. Liberalizmin serbestleştirme ve her şeyi piyasalaştırma güdüsü ise Türkiye'de sağın yapısal özelliklerine takılıp durdu. Sağ Türkiye'de Kürt Sorunu'nu yıllarca kirli savaş yöntemi ile iç siyaseti kendine tabi kılma güdüsünde kurguladı ama sermayenin Kürt illerinde serbestçe dolaşabilmesi de gerekiyordu. Ayrıca Kürt Hareketi kirli savaşa ciddi bir karşı koyuş da sergiledi. Liberalizm Türkiye'de kendisi vücut olamadı evet ama Türkiye'de etkisi de 1946'dan beri baki ve belirleyen durumda. Türkiye'de sermaye çok uzun süre tek başına adımlar atamaz halde gelişti. Sermaye siyasetin ana belirleyeni olma konumuna hala tam anlamıyla erişemedi. Liberalizmin sürdürülmesi, ihtiyaçlarının karşılanması, ülkeye şekil vermesi için ise Amerikancı bir unsur olarak orduya yatırım yapıldı. Trumman Doktriniyle başlayan süreç,NATO'ya üyelik, 9 Martçıların temizlenmesi ve 12 Mart muhtırasıyla kendine ismini vermiş oldu. Türkiye'de emperyalizm kendinini ordu içindeki bürokrasi ile var etti. Bu gizli işgal ordusu uzun yıllar askeri bürokrasinin ülke yönetimine, ekonomik modeline yön vermesi ile sonuçlandı. Neoliberal kararların uygulanması için darbe yapan ordu darbe sonrası yıllarda bürokrasi içindeki hantallığıyla ve kısmen devletçi yapısıyla neoliberal dönüşümün önünü tıkamış oldu. Türkiye'de liberalizmin gerçek haliyle bulunmayışı 2000lere kadar istikrarsız hükümetler, ordu-siyasetçi gerilimleri, kurulamayan ittifaklar, şeriatçı-laik tartışmaları, güçlü iktidar figürlerinin oluşmayışı, kirli savaş, faili meçhuller vs. neoliberalizmin bir türlü kurulamamasıyla sonuçlandı.

AKP projesi ise 20 yılda becerilemeyen her şeyin büyük bir ittifakla hayata geçirilme projesi idi. Tayyip Erdoğan ve ekibinin milli görüşçü çizgi ile özellikle belediyecilikte kendilerini ispat etmeleri, 90'lı yıllar boyunca süren ve oy verenlere yeter artık dedirten siyasi istikrarsızlık döneminin yarattığı güçlü ittifak arayışı, 2000lerin başında patlayan ekonomik kriz gibi etkenler milli görüşçü çizgi ile Gülen hareketinin tarihte ilk kez yan yana gelmesi ile sonuçlandı. Tayyip Erdoğan'ın kimliğinde somutlaşan ittifak neoliberalizmin kurucu iktidarını yaratmada tarihsel bir rol kazandı. Milli görüş, Gülen'in uluslararası vizyonuna yani ABD desteğine muhtaçtı. Tayyip Erdoğan'a bugün sorsanız, " Biz ABD'yi kullandık" der elbette ama AKP'yi iktidara getiren unsurların başında ABD'nin sonsuz desteği yer alıyordu. Erdoğan'a bu gücü Gülen kazandırdı. Gülen hareketi, Devletin büyükelçisinin bile olmadığı yerlerdeki okulları aracılığıyla sermayeye uluslararası hareket kabiliyeti kazandırdı. Tayyip Erdoğan ise cezaevi görmüş, ülkenin en büyük kentinde belediye başkanlığı yapmış, sağın zayıflayan aktörlerinin alternatifi olarak bir anda parlamış, sağ tabana büyük güven veren bir şef olarak kendini var etti. Yani hem uluslararası alanda hem iç politikada, sermayeye geniş hareket kabiliyeti kazandıran ve güven veren bir iktidar bu ittifakla yaratılmış oldu. Askerin siyasete etkisi de bu ittifakın operasyonel aygıtları ile yavaş yavaş ama etkili darbelerle zayıflatıldı. Öyle ki ordudan beklentisi en yüksek olanlara bile "Ordu kağıttan kaplanmış" dedirtti. Kısa zaman içinde ülke tarihinin en büyük özelleştirme dalgası yaşandı. AB ilişkileri derinleştirildi. Türkiye'de sermaye özellikle inşaat ve enerji alanında büyük yol kat etti. AKP ülkeyi uluslararası sermaye için tercih edilebilir bir ortam haline getirmek için her şeyi yaptı. Aynı zamanda ülkenin geleneksel uluslararasılaşmış sermayesi ile AKP'nin kendi yarattığı Anadolu Kaplanları'nın bile çıkarlarını uzlaştırabilen yasal düzenlemeleri yapabildi. AKP açısından güllük gülistanlık geçen 2 seçim ve ardından neoliberal sistemi güvenceye alma hamlesi olarak yaptıkları 2010 referandumu sorunsuz bir iktidar olarak tüm müttefikleriyle sürdürülebilir bir görüntü vermişti.

AKP 10 yıldır iktidardaydı, %50lik oy oranına ulaşmıştı, Tayyip Erdoğan'a alternatif olabilecek siyasi aktörler(Numan Kurtulmuş, Süleyman Soylu vs.) AKP'lileştirilmişti, Erdoğan'ı devirebilecek bir ordu yoktu, Tayyip Erdoğan başbakanlığa bağlı kurum ve kuruluşların sayısını arttırdı, yürütme KHK'lerle yasama işini de görür vaziyete gelmişti, Ortadoğu'da siyasal islam güçlenmiş Tayyip Erdoğan ortadoğu turlarına çıkar olmuştu, Kürt Sorunu'nu çözmeye(!) kalkmış, Öcalan'la görüşülebileceği konusunda toplumu ikna etmiş, Suriye meselesinde de "tek başıma da olsa ben bu işi yaparım" diyecek konuma gelmişti. Tüm bunları yaparken ise ülke içinde %50-%50 kutuplaşması yaratmış, dış politikada sorunsuz sınır ülkesi kalmamış, yeni anayasa yapamamıştı. Bu kadar gerilimli bir siyaset neoliberalizm için fazladır. Neoliberalizmin felsefesi toplam siyaseti normalleştirme, pasifleştirme derdindedir. Kısacası merkez sağı da merkez solu da liberalizmde ortaklaşan, gerisini de kendi aralarında paslaşan bir konuma getirme gayretindedir. Bu kaygı Gülen çizgisinin kaygısıdır. Gülen hareketi her zaman ABD politikasına paralel bir yönelim göstermiştir. Tayyip Erdoğan ise milli görüş gömleğini hiçbir zaman çıkarmamıştır ve sağın yapısal kırıntılarını "kendi" iktidarında belirginleştirmeye başlamıştır. Buradan Tayyip Erdoğan'ın ABD politikalarına aykırı davrandığı iddiası çıkmaz. Aksine ABD 1 isterse 3 yapan bir Erdoğan var. Ama aradaki 2yi de kendi hanesine yazdırma çabasında bir Erdoğan var. Aktif taşeron görevini hiçbir zaman reddetmeyen ama özellikle Ortadoğu'da biraz fazla rol kapsam fena olmaz diyen bir AKP iktidarı var. Tersi durumun doğrulanması için bugün NSA'dan gelen belgelerin binde biriyle 1 günde Erdoğan'ın fişinin çekilebileceği gerçeğiyle yüzleşmezdik.

Yukarda değinilen iktidar biçimi neoliberalizm için sürdürülebilirlik tehlikesi yaratmaktadır. Sorunlu bir dış politika Reyhanlı'yı yaratmaktadır. Baskıcı, kibirli, tekçi iç politika Gezi'yi yaratmaktadır. Böylesine toplumsal kalkışların sıklaştığı bir ülke neoliberalizm için kolay yönetilebilir değildir. Bugün yaşadıklarımız da tam olarak, sistemi kurulan neoliberalizmin siyasal alanının normalleştirilmesi meselesidir. AKP için MiT'ten beri iktidar içi çatlak tartışması yapıyoruz. Gülen'le Erdoğan'ın özellikle uluslararası politikada ve Kürt Sorunu'nda aynı fikirde olmadıkları açıktı. Fakat Gezi ve Suriye artık bu işin böyle gidemeyeceğine dair noktayı koydu. Halkın AKP'ye karşı biriken öfkesi AKP'yi yıkıcı bir toplumsal ayaklanmayı örgütlemeye doğru giderken iktidar açısından ertelenemeyecek bir kavga başlamış oldu. Karşılıklı hamlelere çok değinmeden şunu söylemek gerekir. iktidarın kendi iç kavgasında eli bugün daha güçlü görünen Gülen hareketi'nin özelliği, AKP'nin iktidar müttefiklerinin içinde kadrosal niteliği ve niceliği en büyük olan çizgi olmasıdır. Erdoğan'ın yakın dava arkadaşları dışında güvencek kimsesi kalmamış, Milli Görüş sıkı sıkıya bağlı kadrolar yaratamamıştır. Erdoğan'ın elinde sadece seçmeni kalmış onu da milli irade diye pazarlamaktadır. Sonuç olarak yönetemeyen, krizli bir iktidar haline gelen AKP'ye halkın Gezi tokadı, neoliberal sistem için yeni bir dönüşümü zorunlu kılmaktadır.

Bu dönüşüm elbette birkaç yıl ya da seçimle olacak bir şey değildir. En basitinden Erdoğan’ın direneceği gerçeği karşımızda durmaktadır. Özellikle sağ seçmen için ise alternatifsizliği hala geçerlidir. Diğer taraftan sağa açılma hamleleriyle yeni bir profil yaratmaya çalışan CHP ortaya çıkıyor. Cemaatle görüşen, ABD ziyareti yapan, AKP krizi patlayınca ABD büyükelçisiyle görüşen, özellikle metropollerin belediye seçimleri kazanmak için sağcı adaylar gösteren bir CHP var. Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına geçişi yeni yeni anlam kazanmaya başladı. Giydiği kasket, mavi gömleği, Rahşan Ecevit’le dostluk mesajları vs. birleşince MC’den hükümeti devralan ve rejimi daha derin bir krizden kurtanan Ecevit’i hatırlamaya başlıyoruz. 2. MC hükümeti CHP’li Öymen’in “iç ve dış politikada güvenliği sağlayamadığı, ulusal birliği zedelediği, ülkeyi yoksullulğa sürüklediği vb. iddialarla” verdiği gensoru sonucunda düşmüş, hükümeti Ecevit devralmıştı. Tarihsel olarak benzer bir durum -tabi ki aynı olamaz- bugün de geçerliliğini koruyor. Sağ ittifakla sürdürülemeyen liberal rejim geçici olarak sol tamponda ilerletilebilir mi? Buna verilecek cevaba göre ülkenin önümüzdeki 20 yılının egemenler açısından stratejisi belirlenecek. Liberal bir merkez kurulması artık kaçınılmaz hale gelecektir. 90larda Cem Boyner’le denenen YDH serüveni belki bugün daha olgunlaşmış şartlarda yeniden denenebilir. Burayı çok fazla uzatmaya gerek yok çünkü daha farklı onlarca senaryo üretilebilir. Ama değinilmesi gereken asıl konu senaryo yazarlarının da ellerinin çok kuvvetli olmaması.

Türkiye’de egemenlerin siyasal krizini kim çözecek?

Emperyalizm ciddi bir hegemonya krizi yaşıyor. 2 kutuplu dünyanın bitişi liberalizmin mutlak hegemonyasını doğurdu iddiası yalanlanmış oldu. Reel sosyalizmin çöküşü sadece dünyanın 2 kutuplu olma halini bitirdi. ABD ise tek ve mutlak hegemonya olamadığını Ortadoğu serüveninin bugününde kanıtladı. Burada ne olacak ABD’nin halini tartışmaktan daha ziyade şuraya değinmek gerekiyor. Merkez ülkeler kendileriyle ilgili bir dizi kriz yaşıyorlar ve bu nedenle çevre ülkelere politika geliştirmekte zorlanıyorlar. Bu da çevre ülkelerde belirsizliği hakim kılıyor. ABD’nin Ortadoğu’da yaptığı taktik hatalar Türkiye için de geçerliliğini koruyor. Yani dışa bağımlı gelişen Türkiye iç politikası kurgulanmakta zorlanılan bir halde gelişecektir.
Önümüzdeki yıllar uzun vadeli planların yapıldığı, emperyalizm açısından hegemonyanın yaratılması, çevre ülkeler açısından neoliberalizmin sürdürülmesi, ezilenler açısından kapitalizme karşı büyük halk isyanlarının yaratılması başlıklarıyla geçecek dersek kehanette bulunmuş olmayız. Neoliberalizmin işi zor, mağdurlar özneleşiyor bile, ellerinde kürek var; mezar kazıyorlar!

****

21.yy tüm kavramların yeniden tartışıldığı bir dönem oldu. Sosyalizm tehlikesinin olmadığı bir dünya kapitalizm açısından büyük bir sömürgeleştirme ve proleterleştirme olanağı yarattı. Neoliberalizm tüm dünyada artık sınırlarına ulaştı ve her yerde krizler yaratmaya başladı. Neoliberalizme karşı büyük ayaklanmalar Ortadoğu’nun bütün dengelerini değiştirdi. Avrupa’da dinmeyen isyanlar, Latin Amerika ve Afrika’da kuşatılan hükümet binaları yarattı. Neoliberalizme karşı tüm dünyada yükselen isyanlar ülkelerin siyasal rejimlerini de tartışmaya açıyor. işin özü bugünün devrimcileri açısından tarihsel bir dönemin içinde olunma gerçeği var. Kapitalizm siyasal ve ekonomik olarak ciddi bir krizde.Neoliberalizme karşı halk ayaklanmaları tüm dünyada emekçilerin birikimlerini arttırıyor. Oluşum süreci yüzlerce yıl da sürse devrimin olma anının çok kısalabileceği bir dönemi yaşıyoruz.
Türkiye açısından yıllardır AKP karşıtlığında biriken öfke ve sokağa çıkan milyonların oluşturduğu dinamik neoliberalizme karşı gerçek bir saldırı şeklinde sürdürülme zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Egemenlerin AKP’siz alternatifler yaratarak halkta beklenti yaratmaya çalışacakları artık en bilinen yöntemleridir. Bugün üstümüze düşen görev yolsuzları kötülemekle yetinmek olamaz elbette. Sistemin beslendiği her yerde toplumsal durumu siyasallaştıran bir mücadele tarzını oluşturmak gerekiyor. Halkın parasıyla kendine yol yapanlara karşı otobüslere ücretsiz binmek, yemekhaneden ücretsiz yemek, okula harç ödememek vb. yöntemler her zamankinden daha gerçek ve yıkıcıdır. Gelenekselleşmiş, “yapmak gerektiği için yapan” bir dizi siyasi unsur gibi AKP’nin yolsuzluğunu kötüleyerek, sadece yukarıdan siyasete laf söyleyerek muhalefet etme ancak bir yere kadar götürülebilir; bu dönemin tarihsel rolü biriken öfkenin en dipten, dalga dalga nasıl kitleselleştirileceği meselesidir. Bu rolü iyi becerenler ise tarihi yazacaklardır.
Cemaatçiler chp'ye oy verecekmiş akp düşsün diye ,
Kemalistler cemaat karşıtı oldukları ve cemaatin kökünü silsinler diye için akp'ye vereceklermiş ,
Ülkücüler devlet bahçeliye kızdıklarından tkp'ye vereceklermiş ,
Kürtler açılım ve yeni devlet için akp'ye vereceklermiş ,
Koministler kürtlerin hakkı yeniyor diye bdp'ye vereceklermiş...

Beyler pasaportu aldım , vizeyide tamamlayıp gidiyorum ben. Ne haliniz varsa görün...
(bkz: zengindim para verdim okutturdum kardeş)
göt kılı olmak şart mı diye akıllara geliyor.