bugün

Tırnaklarım etlerinde/ Saatler sonsuz, ya da bize geleni öyle/ Bir örümcek, ağından sarkmış, tam yatağımızın-günahlığımızın orta yerinde, misafirliğiyle/ Ne demeli, hoş mu geldi yoksa zamansız mı oldu bu sessizliği bozan tanrısal imge/
Gözlerim ruhunda, çıplaklığın avuç içimde/ her bir katrelere ayrılmış parçan fikrimin en ince yerinde, kah sessizliğinde, kâh çaresizliğinde/ bir yalvarış gelir senden, "beni azat et, ne olur diye"/ daha gitme vaktine çok var, otur soluklan kalem tutan elinle/ beni yazan çizerliğinle/
Yaradılışı en baştan alalım kelama/ önce sen başla şiir sesinle/ sonra da ben, düşleri bozan düş-bozan erdemimle/ beni küçümse ve beni aşağıla, marduk'da yaşan ben değilim nasıl olsa/ önce günahı var edelim bulunduğumuz pozisyon itibariyle/ sonra başlarız sevabın en bonkör hediyesiyle/
Şşttt, adsız kalsın bu başlıkta, bırak öylece...
yazmaya kudretim var da sınıflandıramadım yazdığımı...
yazılarım; isimsiz kahraman, bir kere görüp beğendiğim adam, içimde beni yiyip bitiren kahrolası duygulardır... adınız ne?
sözcüklerim duygularımı bulur çıkartır, parmaklarım istemsiz oynar, odamın duvarının rengi içimi kemirir. mor...
kirlenmiş tüm duygularım varlık denizine akar, kokar. balıklar yüzer içinde, tutulur, ölür...
martılar simit yakalar duygularımın üzerinde, çığlıkları eklenir çığlığıma da duyulmaz yanından. işte bu yüzden duymadın isyanımı, sandın ki içime aktı tüm yaşlarım, isyanlarım. yanıldın...
ismini hatırlayamadığım tüm nesnelere senin ismini verdim, konuşurken aklıma gelmeyen tüm kelimeleri senin adınla doldurdum. bu yazı da olsa olsa senin adın olur ...