bugün

entry'ler (123)

ivory tower

1996 çıkışlı alman progpower metal grubu. tubesurfing ederken Beyond the Stars albümünden foreboding adlı şarkıları rastgele dinlenilmiş, o an çok sevilmiş, tüm albüm dinlendikçe daha da hayran olunmuş, nette çok aranmasına rağmen albümü bulunamamış, bunun üzerine msn iletisinde "Bana Ivory Tower bulanın kırk yıl çift sarılı yumurtası olurum" yazılarak yardım beklenilmiş, en sonunda kaf dağının ardında bu albümleri bulunmuş olan zatı muhteremler topluluğu(anka kuşuyla yapılan savaştan söz etmeye bile gerek yoktur). tavsiyedir.

http://www.ivorytower.de/

tanrı ya mektup

"tanrım,
sana inanmıyorum. sen yoksun, yoktun.....taa ki ben bir önceki mektubu yazana kadar. çünkü var olmayana ithaf edilmez ve ben ettim, oyüzden artık var olabilirsin ya olmazsın. zaten ne eyler ne yaparsın anlamadım daha önce de belirttiğim gibi. ama ben seni, sana inkar edebilirim, hoş paradoks olur, civciv-tavuk hesabı, eğleşiriz. ben çelişirim kendimle sen bana bakma zaten bu taraflara pek bakmıyorsun, ama büyük ihtimal bu çelişkiminde suçlusu sensin, o yüzden sana bir kere daha inanmıyorum, yoksun sen...evet evet bence yoksun. Ha varlığını kabul edip de sana itaati kabul etmiyorsam,bunca afetin/mucizenin, insan mantığının alamayacağı güçleri kontrol ettiğine inanıp da sana isyan ediyosam, insanlığın elindeki muhteşem güçle (zeka) kendine verdiği zararı görmezden gelip herşeyde seni suçluyorsam, ve en önemlisi inannılmaya zorlandığım gücünle beni pikosaniyenin megabirimlerinde birinde sadece bir puf sesine çevirebileceğine, ve bundan çok daha uzun ve acılı sonlara beni maruz bırakabileceğine rağmen, insan denilen denyonun mahvettiği şu dünyada yine de iyi kötü yaşamama olanak verdiğine farketmeme rağmen isyan ediyorsam, din denilen olayın özünü araştırmadan dini yaşadığı iddia eden dinsizlerin sözüne göre seni yargılıyorsam.....eee.....bence ben bir konuyu gözden geçirip dönücem sana!"

şeklinde devam etmesi muhtemel mektup.

80 li yılların unutulmaz dizileri

(bkz: uzaylı zekiye)

bes vakit namaz kilan solcu

saygı duyulası insan, laikliği tam kavramış tc vatandaşı. din ile siyaseti karıştırmayan toplum üyesi. ne solculuğu ne dinciliği* özentilik içinde yapmadığına inanılan insan.

beş vakit namaz kılan metalci genç

pentagramı severek dinleyecek gruptur. metal'in kökü olan rock, bir başkaldırış eylemidir doğru, namaz da teslimiyettir bu da doğru ama bu demek değildir ki bu arkadaş ikisini birden yapamaz. aslına çok daha iyi olur, dindeki bir takım yanlış anlaşılmaları, kötüye kullanmaları, ve çıkar uğruna değiştirilmiş şeyleri en iyi bu insan ifade eder. çünkü hem işin içindedir namaz kıldığından, hem de işin bilincindedir metal dinlediğinden. şu paragrafı anlamak için derim ki gidin Epica dan seif al din adlı şarkıyı dinleyin. bu da sözleri:

Seif Al Din "The Embrace That Smothers - Part VI"

The origin of a dogma
Placed in a new millennium
Vilified demons have been embraced
And given a warm welcome

The Seif al Din
Hasn't got the ghost of a chance to rust
Because it has always been kept in shape
In serving th one Almighty

The rudiments have always been misinterpreted during history,
despite the good intentions of many disciples who's faithful believe was strong and unswayed.
Most leaders interpret the old words to their
advantage in the attempt of gaining leadership and power
over those unfortunate enough to fall under their maliciousness and manipulative ways.
This misuse of trust will forever stain the pages of history,
echoing the exploitation and the frailty of decent
men carried away by nurtured rancour...

Perpetual distrust fed by a belief
In the malevolence of the others

When the beautiful unreality holds out its hand
It's better not to lose yourself in blind faith

La Illah Illallah, Mohammed rasul Allah

bir de pentagram'ın bir'i var tabi.

edit:
Bir - Pentagram

Ateş toprak hava olmuş
Yağmur olmuş hayat vermiş sana
Kalbin olmuş ruhun olmuş
Aklın olmuş yol göstermiş sana

Bir ömürlük maceranda
Hikayeni anlat bana
Ne anlam verdin sen buna
Ruhunda neler var senin

Korkma ondan bundan
Ne ölümden ne hayattan
Bu dünyada gördüklerinin
Hepsi bir hepsi haktan

Atalarına malum olmuş
Kitap yazmış anlatmışlar sana
imam rahip rehber olmuş
Yalan yanlış aktarmışlar sana

Günümüzün dünyasında
Hepsi aynı hepsi ala
isa Musa Muhammed Buda
Neyin varsa bilmiş senin

insanoğlu kendini arar
Dünya döner milim milim
Eğer göçüp gidersen bugün
Yarım kalan işin var senin

Korkma ondan bundan
Ne ölümden ne hayattan
Bu dünyada gördüklerinin
Hepsi bir hepsi haktan

bir de şu var metal müziği her dinleyen illa asi lacak, ona buna kafa tutacak değil. zaten başkaldırışın da anlamı bu değil. baş kaldıran metalci abilerimiz gördükleri yanlışlara başkaldırmışlar, metal de burdan çıkmış. din müesseselerinde kimi yanlışların olması, onları tümden hatalı yapmaz. zaten bu yanlışlar da insan kaynaklı mevzuatlardır.
Atalarına malum olmuş
Kitap yazmış anlatmışlar sana
imam rahip rehber olmuş
Yalan yanlış aktarmışlar sana
örneğinde anlatılmak istendiğin üzere.
namazdaki teslimiyet de tam olarak kelime anlamı değildir. zaten bu mevzu anlaşılmadığı için kaçımızın kıldığı namaz, namazdır bilemiyorum.

her namazını kılan yobaz olmadığı gibi, her metalci de dinsiz değildir. ha yok mudur inanmayanı* veya sayıp söveni*, elbet var, yobaz müslümanın olduğu gibi.

akmetalci

"Mush'dan RTE'ye sevgilerle" notuyla gönderilen, yapılan yardımların(?!?) karşılığı olarak ülkemize hediye edilen varlık.

komik mahkeme diyalogları

amerika'da yaşanmış bir kaç gerçek:

-...ondan sonra kilere indim hakim bey.
-bahsi geçen kilerin bir inişimi var?
-evet.
-peki çıkışı varmı?

-kaç kere intihar girişiminde bulundunuz?
-x kere.
-hiç başarılı oldunuz mu peki?

bomba imha uzmanı

üzerinde "ben bir bomba imha uzmanıyım. koştuğumu görürseniz yetişmeye çalışın" gibi geyik ama dikkate alınması gereken birşey yazılı yegane meslek grubu.*

karisina asik olan tip

aksi yaşandığı durumda ömür çürüten bir olaydır. elbette insan karısını sevecek, aşık olacak ya, yoksa ben evliliği yanlış mı anladım?

sevgiliye söylenen en ağır söz

"sen beni değil, sevgimi sevdin" lafını duyan arkadaş eğer durumun gerçek olduğunun farkına varırsa yeterince ağır gelecektir ama ne yapalım haketmiştir bir kere. bir de closer adlı filmden bir alıntı:

--spoiler--
"hayatım, seni aldattım. bunu söylüyorum çünkü seni seviyorum"
ohooo clive'ım sen bok yersin de julia'm durur mu?
--spoiler--

sırf bu söz değil de, filmde bundan 1 dakika sonra gelen sorular asıl bombadır, bir kadın ne yapmış olursa olsun sorulmaz böylesi. terkedip gidersin biter. clive bağırarak sormaktadır:

--spoiler--
"şurda da yaptınız mı, burda da yaptınız mı, kaç kere orgazm oldun, arkadan da verdin mi" vb böyle bi 2-3 dakika gider.
--spoiler--

rus ve türk kızları arasındaki farklar

türk kızının çoğu çok zeki değildir, üniversiteye bile koca bulmak için gelenleri vardır. nataşa olarak bile hor görülen rusların büyük çoğunluğu ise üniversitede derece yapmış insanlardır. rus, cinselliğin bu hayatın bir parçası ve herkesçe yaşanası bir şey olduğunu kavramıştır.** türk kızımız ise halen sevgi ile cinselliği bırak eritmeyi aynı potaya sokamaz. zanneder ki ya orospu ya da kaybedicek olan kız sevgilisiyle beraber olur.**** işi orospuluğa vuran rus kızı da daha dürüsttür, en azından paranızı alır, makbuz keser, sizinle niye uyuduğunu bilirsiniz. türk kızı ise sinsidir, direk para filan almaz ama ömrünüzü çürütür, çaktırmadan bitirir sizi. her türk ve rus kızı böyle midir, elbette değil özellikle kırsal kesim asla yukarıdaki genellemelere dahil olamaz, kimsenin günahını almayalım.

rus kızlarını bu kadar övüyomuş gibi gözüksek de, yine de tercihimiz türkden yana, niye bilemiyorum ama bir şeytan tüyü var herhalde.****

kirilan tirnagin hincini cevredekilerden cikarmak

genelde en büyük çilenin sevgililer tarafından çekildiği, haksız yere suçlandığı, "ayı, kıro, sakar, sen ne yapıyon be!" gibi ithamlara maruz bırakıldığı bayan tribi.

porno izlemeyen kız

izlemesinde harhangi bir sakınca olmayan, ama izlememiş olmayı seçen dişi insan kişisi. izlese de izlemese de bu ona birşey kazandırmaz ve ya kaybettirmez. belki anın verdiği adrenalin vb benzeri hormonların artışından söz edilebilir ama düşünülenin aksine ne izlemesi onu orospu yapar ne de izlememesi vajinismus.*

allah in sikmabaslari

gönül isterki herkes birbirine sevgiyle saygıyla yanaşsın, her görüşün sahibi birbirine ilk fırsatta hakaret edeceğine kardeşlik içerisinde yaşasın, sağcısı solcusu her kim varsa aynı ortamda birbirini adam yerine koysun, türk kürt ermeni rum ve bilaire millet çatışmaları olmasın, kısaca insan olunsun ama olmuyor. belki gerçekten inanan sıkmabaş, belki gerçekten ülkenin iyiliğini isteyen mafya ve gerçekten eşitliği isteyen vatan haini-allahsız oluyor. bense gerçekten bir tosbağa olmak istiyorum, ne güzel onların böle bir derdi yok.

apolitik

eleştirilen apolitik insan ikiye ayrılır:

1. gerçekten apolitik insandır. bunlar da ikiye ayrılır:
a. hiçbir gerekçesi olmadan, sırf düşünmek kendine zor geldiği için, piyasa takılmak, hatun/eleman götürmek varken* devlet mevlet işlerine kafa yormak zor gelen insandır. popüler kültürün köleleri, mtv çocukları, bence tikilik felsefesinin* çıkışını yapan insanlar.
b. sağlık, geçim sıkıntısı vb dertleri yüzünden, kendinden başka birşeyi düşünmeye vakti olmayan yurdum insanıdır. birçoğumuzun anası babası böyledir. evlat okutucam, kirayı çıkarmaya çalışıcam, hastalıklarla boğuşucam derken gözü başka birşeyi görmez. belki bu duruma gelmelerinin sebebi yine ironik bir şekilde apolitik olmalarıdır ama iş işten geçmiştir bu saatten sonra yapabilecekleri birşey yoktur.

2.dışı apolitik içi beni(seni) yakan insandır. aslında bu işlere kafa yorar hatta bir çok "politik" insandan daha fazla kafa yorar. ama mevcut olan düşünce gruplarından hiçbirine kendini dahil edemez. daha ılımlı, kardeşçe düşünceleri vardır, daha objektiftir. her grubun iyi-kötü yönlerini haklı haksız olduğu tarafları görür ve aslında hepsine de kısım kısım hak verir. çünkü bilir ki mutlak haklı diye birşey yoktur, lakin buna rağmen kendi ideolojisi dışındakileri ezme, hakir görme, aşağılama hatta yok etme eyleminde olan günümüz türkiyesi politik gruplarının hepsinden tiksinir. halbuki elbet bir tarafı kendine yakın görme ihtimali vardır ama ideolojiden değil de, ona inandığı iddia eden insanların yaptığı öküzlüklere kendini dahil edememesi sonucu, dışarı karşı bir apolitik zırh geliştirmiştir. karşıt olana saygısı vardır hatta karşıt fikirleri sever, ama karşıt olunduğu için ölünen bir ortamda, benimsemeyi düşündüğü her ideolojinin birşeylerin maşası haline geldiği şu zamanda " ne sağcıyım ne solcu ortada futbolcu" demeyi kendine layık görür. bir eyleme, yürüşüye katılası gelir haklı sebeperden dolayı, ama orada savunulan düşüncenin nelere alet olacağının ve ne gibi olayların gelişeceğinin, dolayısıyla istemediği, savunmadığı bir duruma alet olacağının bilincine varır. sırf entel olucam, solcu hatunlara yavşıcam diyip okuduğu bir kitapla solcu olan, solcuğuluğu illa inançsızlık olarak gören solcuları gördükçe; sırf arkam olsun kavgaya kalabalık gireyim düşüncesiyle milliyetçi olanları ve milliyetçiliği kafakoparancılık, turancılık, ağırabilik ve solcu avcılığı olarak görenleri gördükçe; inandığı allah'ın kelamını bir kere okumamış, peygamberinin "sorgulamayan bizden değildir" lafından haberi olmayan, hala kaderini yaradanın çizdiğine inanan, cennetten 3 dönüm arsa koparabilmek için namaz kılan safsata salatası insanları gördükçe ve daha nice öküzlüklere şahit oldukça, bu apolitik insanlar hiçbir zaman kendini bu insanların yanına koymayacaktır. onların inandığı görüşlere her ne kadar hak verselerde, o görüşleri tam olarak benimsemeyeceklerdir. elbette herkes bu şekilde değil, inandığı şeyin ne olduğunu gerçekten bilen ve onu gerçekten yaşayan insanlar da var, yani umarım vardır ama ben bir türlü rast gelemedim.

şimdi sorarım size eğer birisi gelip solcu/milliyetçi/dinci olduğunu söylerse kaçınız yukarıda bahsedilenlerden farklı birşey getirebilecek aklına? eğer böyle insanlar varsa kabul ediyorum ben apolitik değil; hem solcu, hem milliyetçi, hemde dinci hem de daha neler nelerim. maalesef ki bu kapasitede biri karşıma çıkana kadar gözünüzdeki zavallı, aşağılık, hiçbir boka kafasını yormayan insan olarak kalmayı tercih ediyorum. yanlış anlaşılmaktansa hiç anlaşılmamayı seçiyorum.

turklerin yapabilecegi en guzel sey

eyvallah deyip yaşamaktır. son senelere bakıldığında görüleceği üzerine her türlü propaganda, ayrımcılık eylemi, içişlerine karışma, ebesi sikilme gibi şeylere maruz kalmasına rağmen sessiz sedasız eyvallah deyip, herşeye rağmen yaşamasını bilir. ekonomik uçurumlara, kötü yönetime, teröre, sağ sol arasında kalmaya pek aldırış etmez, sırtındaki o yabancı güçler kökledikçe kökler, kanını iliği kurutur ama yine yaşar, yaşamayadevam eder. zayıflamıştır canım halkım ama yine de yıkılmaz. zaten yıkılacak gibi olursa bir silkenecektir, tüm o üzerindeki sülükleri kopartıp atacaktır kanasa da ama bir türlü uyanamamaktadır damarına basılmadığı için. ama yılbaşından sonra birşeyler kopacak gibi çünkü imf demiş ki "bizim viskimiz 70 kaat sizin rakı 35 kaat, olmuyo böle fitleyelim bunları". türkten herşeyi sök al ama rakısına göz koydun mu iş orada biter, uyan türkiye rakın elden gidiyor!*

facebook taki fotograflara bakip 31 ceken insan

yanlış adreste takılan insan. yonja, hi5 gibi daha kevaşe sitelerde takılırsa daha mutlu olacak olan insandır.

sözlük yazarlarının hikayeleri

işte bir dijital dersinden atılmama sebep olan hikaye.

Sözler

"Dönmek güzeldi bu kente". Bir melodi uydurmaya çalışıyordum bu söze, boyaları kalkmaya yüz tutmuş vapurum, ışıktan bir sayfanın üzerindeki kalem gibi yol alırken. Vapurumun çığlığı martılarınkisini bastırıyordu. Duydum ki yenileri, konserve kutusuyla da seyahat edilebileceğini kanıtlarken, eski dostlar jilet olacakmış. Rüzgara sevdalanıp onunla kaçan gazetemin bulmaca eki, vapurumun olası geleceği gibi kesti beni bu düşüncelerden. Yakalamaya çalıştıysam da beceremedim. Günahkar bir gelinliğin düştüğü gibi kondu suya. Motorun köpükleri onu hazmetmeden önce biraz can çekişmişti suyun yüzeyinde.

Ufak keskin bir kahkaha, algılarıma "Bana gel" diye çağrıda bulundu. Ben de emre uyup başımı çevirdiğimde, bir kolun bana uzattığı simit parçasını ve kolun üzerinden bana bakan, denizin yakamozunu bana sunan bir çift gözü gördüm. Üç-dört yaşlarında, sevimliliği yanaklarında şelale olmuş, gözleri de bu manzaraya mavi bir çift dolunaylık yapan bir kız çocuğuydu ilgimi misafir eden. Bir kez daha güldü, sonra bana uzattığı simitten bir parça ısırıp, kalan yarısını martılara fırlattı. Lokmayı kapmak için martıların birbiriyle yarıştıklarını görünce, heyecanla bir parça daha kopardı yarıya gelmiş simitten. Susamların ve kırıntıların dökülmesine aldırış etmeden, taze simidi bana uzattı. "Önce biraz ye", dedi, ardından gamzelerini hafızama batırana değin geniş geniş gülümsedi.

Bu şehri severim, ama hayvanlarıyla aram pek yoktu. Ne var ki kıramadım minik arkadaşımı. Tanışmamıştık bile, ama bir anda arkadaş oluvermiştik. "Önce sen ısır ki, onları ne kadar çok sevdiğini bilsinler. Onlarla ne paylaştığını bilsinler", bir çocuktan beklemeyeceğim sözlerdi bunlar. Bu ufaklık büyülemişti beni. Oturduğum yere dönmedim. Vefakar sırt çantamı yalnız bırakıp, yeni ahbabımla beraber hem karnımı doyurdum, hem de martıları sevinç çığlıklarına boğdum. Kırk beş dakika boyunca bir şey söylemeksizin eğlendik. Ne ismimi sordu, ne de ne yaptığımı. Kendinden de bahsetmedi büyük bir olgunlukla. Sadece bana muhteşem bir kahvaltı yedirdi, benim de sonradan aldığım iki simit ve bir poğaçanın da yardımıyla. Hiç unutamayacağım bir sabah yaşıyordum.

insanların sesleri, sözleri olmadan da duygular var olabiliyormuş; isimler ve gerekçeler gerekmiyormuş insana yaşaması için. Kaç sene olmuştu bu gerçekleri unutalı? Çok üzün süre herhalde ki, sessiz sinema kalktığında, dedem gençliğini yaşıyordu. Ya pantomime ne olmuştu? Sözlerin dünyasında öylesine kaybolmuşuz ki, ne güzel sözlerin ardındaki çirkin yüzleri, ne de yalanların hangi makyajlı dillerden döküldüğünü göremiyoruz. Sözler, eylemleri çoktan bir boy geride bırakmış. Sözlerin işgal edemediği güzellikleri matlaştırıp, renklerini çalıp heykelleştirmişiz.

Mimiklerle anlatabildiklerimiz, bir Coelho romanından Karadeniz fıkrasına dönmüştü. Bakmadığımız, göremediğimiz bir kutuya hapsetmiştik kendimizi. Gözlerimize ya ses ayar düğmeleri koymuştuk, ya da kayan yazı levhaları. Sözlerden -çoğunlukla da yalanlardan- örülmüş surlarla çevrili körlük kalemizde, duvarlara dokundukça daha da artıyordu yükseklikleri. Sonunda güneşe kadar uzanacak ve tam onun sınırında üzerimizi kapayacak. Bundan sonra körlüğümüze atfedilen övgülerle biz içerisindeyken örülen kuyuda mutlu olacağız.

Vapurum, hüzünlü bir yanaşma ıslığı çaldığında, ufak dostumun annesi bizi izlediği yerden kalkıp, yanımıza geldi. Ufaklığın elini tutarken "Umarım rahatsızlık vermemiştir", dedi. Hiçbir şey söylemedim, söylemem gerekmediğini biliyordum. Bana bakması yeterliydi. Bakışları yüzüme temas ettiği anda, memnuniyetimi ve sevincimi fark etmişti. O da başka bir şey söylemedi, sadece gülümseyerek karşılık verdi. Dostuma döndüm, yayvan sırıtışı suratına yayılmış,gözlerinde yine yakamozların ışıltısı, tatlı nazarıyla veda ediyordu bana. Onu yeniden görmek isterdim, deniz gibi tertemiz ve saf bakışlarında yüzmek isterdim. O anın mükemmelliğini bozmamak adına bir şey söylemedim. Sessizliğimizi koruduk, sadece birbirimize gülüşerek baktık vapurumuzdan inene kadar. En sonunda da hızlı hızlı ve coşkulu bir biçimde el salladı. Bende onu taklit etmeye çalışarak karşılık verdim. Kalabalığın içinde kaybolmadan önce annesinin eline sıkı sıkı yapıştığını gördüm.

Yol boyunca, vapurda yaşadıklarım ve bunlara ait düşünceler eşlik ettiler bana. Eve gelip de, benim için en değerli insanın yanına varınca, sadece ona baktım. Bana bir şeyler söylemeye çalıştı ama izin vermedim ve öptüm onu. Ben kahkahalar atarken, "Neyin var senin", diye sordu şaşkınca. Bildiğimiz şekilde cevap vermedim,sadece yeniden öptüm. Mecburiyet üzerine, "Benimle gel", dedim. iskeleye varana dek, hiç konuşmadan koşar adım gitmiştik. Nasıl oldu bilmiyorum, ama o da oyunun kuralını anlamıştı. Şimdi eylemlerin sözlerden ne kadar da, daha fazla işlevli olduğunu anlıyordum. Vapura bindik, hareket etmeye henüz başlamıştı ki, bir simitçinin bize doğru gelmekte olduğunu gördüm. Tüm simitlerini almak istediğimi duyunca, önce şaşkınlıktan, sonra sevinçten bin bir şekle girdi.

Bütün günü sevdiğim insanla iki torba dolusu simidi martılara atarak ve 2 sessiz film izleyerek geçirdim. Sinemaya gitmeden önce bir paket pamuk aldım. Dört ufak parça koparıp, ikisini kendi kulaklarıma tıktım. Diğer ikisini ise ona verdiğimde, o tatlı gülümsemesiyle bir şeyler söyledi. Herhalde deli filan dedi, duyamamıştım. Filmler bittiğinde yorgun argın eve geldik.O saçlarını tararken, ben çoktan yatağı ısıtmaya başlamıştım. işini bitirip usulca yanıma sokulduğunda, neredeyse uyumak üzereydim. Gözlerim tatlıya uykuya yeni düşecekti ki, sıcacık ve minnet dolu bir öpücüğü yanağıma kondurdu ve günün son sözcüklerini sarf etti kendince yüksek bir sesle, "Bir tanem ,artık pamuklarını çıkar istersen".

kahve kanyak

tercihen sade ya da sütlü kahve içine katılan 1 ila 2 kapak kanyaktan oluşan muhteşem karışım. içilen 1 fincan kahve kanyak sizi bütün gün sıcak tutar, midenizdeki o hafif ve hoş yanma hissi saatlerce gitmez. huzura bir adım daha yakaşılır. yanında yakılan sigara da cila çeker o zevke. aynı anda hem alkol hem kafein ihtiyacınızı giderir, ayrıca ucuza da gelir bereketlidir. alaturka ve alafranga zevkini aynı anda yaşatır, hem gelenekseldir hem avrupaidir(kimi dedelerin soğuk kış günlerindeki yegane arkadaşıdır kanyak).

dost süt

bir kere içtikten sonra başka sütü sevemediğim, muhteşem ötesi lezzetli beyaz varlık. satana yapana bakmam kardeşim lezzet nerdeyse ben de oradayım. zira yoğurdu da öyledir, hem ucuz hem güzeldir.