bugün

papaz kaçtıyı cezalı oynamak

şarkıcı alihanlı oynamaktan daha akıllıca. cezalı oynarken kaybedersen en fazla diss atıyolar sana, işte ne biliyim "götünü sikiyim" falan diyolar, pek zor bi durum yok. alihanlı oynarsan, kaybedince bi köprü kenarında benzin döküp kendini yakmak zorundasın. yakamıyorsan da kameralara dönüp "abi benzin yuttum abi" diyeceksin.

yalvaç ural'dan klavyemi devraldığıma göre mevzuyu inceden irdeleyebilirim. bir kere şunu söylemek gerekir ki, cezanın ağırlığıyla doğru orantılı olarak heyecan artar fakat bu dışarıdan göründüğü kadar eğlenceli olmayabilir.

papaz kaçtı denen kağıt oyununu hepinizin bildiğini tahmin ediyorum, zira iskambilden zerre çakozlamayan adamlar bile bilir bunu. hatta hayatında iskambil kağıdı görmemiş, afrika'nın balta girmemiş ormanında yaşayan bi yamyamın eline kağıtları tutuşturup "hadi papaz kaçtı çeviriyoruz hacıarap" desen, herif hemen üç papazı desteden ayırıverir, o derece herkesin bildiği bir oyundur bu.

biz de lise sonun başında yemiştik bu boku. peki bu bir, aniden gaza gelen şımarık ergen grubu davranışı mıydı? biraz baştan alarak anlatalım, oy birliğiyle karar verelim o halde sayın milletzekerleri:

hala yapılıyor mu, bilmiyorum. öss öncesinde, türkiye genelinde bir sınav yapılırdı belirli bir ücret karşılığında (özdebir'in sınavı değil kasttetiğim, okulda yapılırdı bu sınav). hem öss'de derece yapması beklenen bir okul olduğumuzdan hocaların mecbur tutması, hem de haftasonu serbest kıyafetle okula gelmenin nedense tadının başka olması sebebiyle biz de girdik.

eğleniriz diye düşünüyorduk fakat işler hiç de istediğimiz gibi gitmedi. müdür yardımcısı olup aynı zamanda coğrafya derslerine de giren; ekonomiyi ekönomi, oksijeni okşizen, ekvatoru ekvetorr şeklinde telaffuz edip dişlerini sıkarak konuşan asabiyet abidesi bi herif, bizim sınıfın ne bok olduğunu bildiğinden gözetmenlerle beraber sınav boyunca tepemizde dikilip ota boka kalay çekmişti. ulan şimdi, gülmemen gereken yerde de inat gibi en olmadık şeye takılıp gülme krizlerine gark olursun ya, bize de o hesap uğradı. okulun hemen aşağısında bir cami var abi, sınav esnasında müezzin başladı ezanı okumaya. yalnız herif bir yanık okuyor, hani ezan öncesinde bekliyorsun ki bi trt spikeri çıksın desin:

- şimdi, müezzin muammer yeşilhalı'dan urfa yöresine ait bir ikindi ezanı dinleyeceğiz sevgili dinleyicilerimiz. "allahuekber allahuekber, la ilahe illallah" diyor güzide müezzinimiz.

ayrıca caminin hem müezzinliğini, hem de imamlığını icra eden sevgili dostumuz, yanık sesli olduğu kadar oldukça temkinli de biriydi. sünneti kıldıktan sonra; önce sola, sonra sağa, sonra tekrar sola "es selamu aleyküm ve rahmetullah" demeden asla farza geçmezdi. hehehehehe.(bu vesileyle belirtmek isterim ki, iki tür adamın keykavusunu sikmek istiyorum: birincisi "kendi esprisine gülen adam". bu göt, kendi boktan esprisine gülmekle kalmaz, dürtmek yoluyla muhatabını da çene ağrıtan sahte gülmelere zorlar. bir diğeri de "yaptığınız espriyi çalan adam". bu keykubatını siktiğimin şeytani müessesesi de, bir ortamda sessizce yaptığınız espriyi saniyesinde kalabalığın duyacağı şekilde dillendirir ve kahkahaların, takdirlerin sahibi oluverir. tamam kardeşim, bir saatlik saltanatının ikbalinin tadını çıkar. ben ilerleyen dakikalarda beşinci onuncu espriyi patlatırken sen hangi siki yalayacaksın, onun da haberini bi ara uçurursın artık bana. ayrıca sonu görünmeyen bu parantezin içinden hemen çıkıveririm diye düşünmüştüm lan, hala anlatıyoruz amına koyim.)

neyse, herifin yanık yanık okuması nedendir bilinmez bir dürttü bizi, engel olamıyoruz lan, sıktıkça kakır kakır gülüyoruz. ulan durulacak olsam, yanımdaki arkadaş başlıyor, daha bir gaz alarak gülüyorum. arkadaş susuyor, o esnada müezzin bir "hayyalesselah" çekiyor; ben tutamıyorum kendimi, arkadaş bana uyuyor. müdür yardımcısı bizim sinsi sinsi kakırdadığımızı görünce delirdi, saçmalayarak bağrıyor: "bu yaptiğinizi bir kahvehanede yapmış olsaydiniz, sizi dışarı atarlardi: tekme... tökat... kavga..." ulan bu saçma lafı duyunca derman mı kalır, bastık baba sınavın ortasında kahkahayı. herif gözü dönmüş halde vardı yanımıza illa, yen mi yemen mi, yen mi yemen mi, sağlı sollu çalıyor şepeşilleyi arkadaşla bana. arkadaşıma bakıyorum, kafasına yediği her tokatta sırıtan suratı kademe kademe asılmaya başlıyor: bense bu kareye duyarsız kalamamış, arsızlığa vurmuşum; gözümden yaş gelene kadar gülüyorum.

sınav bitti, kağıtlar toplandı, artık bir an önce çıkıp bilardoya kahveye gitmeyi planlıyoruz. baktım bizim müdür yardımcısı yine titremeye başlamış, sınıfa kimsenin anlamasına imkanın olmadığı bir soruyu haykırarak yöneltiyor: "kimm bu zirto zirtopozoğlu, çıksınn, kimm bu zirto zirtopozğlu!". mevzu sonradan anlaşıldı; aras diye bir arkadaş, sınav kağıdına ismini yazmak yerine zırto zırtopozoğlu yazmış, herifin de kağıtları incelerken dikkatini çekmiş. lan komik desen komik değil, taşak desen taşak değil, seçtiği isim bile koftiden. hoca "kim bu zirto zirtöpozoğlu" noktasından "hepinizi disipline verecem" noktasına kayınca, aras efendi miyavlayarak "binimm" demek zorunda kaldı. onca gerginlik içinde yine gülmekten altımıza sıçırtan "eresss... senin bu yaptığını sokkak köpekleri bile yapmaz. anlıyör müsün? sokkak köppeklerii" sözleriyle birlikte aras'ın şaftına şaftına dekmeyi dohadı ver ediyordu.

lan tamam, gülüyoruz ediyoruz da, genç adamız neticede. elin pezevenginden sopa yemek ağırımıza gidiyor, üstelik onca karının kızın içinde. herkeste ağır bir sessizlik. sonra, okuldan bilardo salonuna yürürken akşam bizde içelim dedi aras. eyvallah dedik, herkesin canı sıkkın olduğundan bilardo salonunda bir iki saat takılıp evlere dağıldık.

gece için evden izni kopardık, hazırlandım, dolmuşla aras'ın evine gidiyorum. sabahki gerginliklerin huzursuzluğu hala üzerimde olduğu için hala tadım yok ama bir herif beni fena güldürdü dolmuşta. inecekken diyo ki "bi yerde inebilir miyim?". bi yerde... hani, neresi olduğu hiç önemli değil, yeter ki indir beni bu lanet olası dolmuştan diyo herif adeta. şoför de mevzuyu inada bindirdi, işi piçliğe vurdu, üç sefer ankara'yı turladı, yine de indirmedi herifi. ben de oturduğum yerden kalkmadan izledim bunları. mesela bi tanesi de inerken sadece "açar mısınız?" dedi. şoför de kapıyı açmak yerine tepedeki havalandırmayı açtı, herif oraya tırmanarak çıktı dolmuştan. manyaklarla dolu, nefis bi dolmuştu. "müsait bi yerde yol ağzına lambaları sokmazsam adam değilim. indir lan beni. teammınagodduum" diyerek indim mesela ben. tip olarak da morpheus'a benzeyen dolmuş şoförü bana iki seçenek sundu: ya kırmızı levyeyi seçeceksin ve hiçbir şey hatırlamadan uyanacaksın; ya da mavi levyeyi seçeceksin ve yeni hayatına başlayacaksın, dişsiz olarak. sonra, inmişim...

aras'ın evinde dört genco, içkinin etkisiyle bi taşağın goygoyun dibine vuruyor, bi "ulan var ya ben çok çektim lan, benim başıma gelen kimsenin başına gelmedi" diye safi beyinsiz muhabbeti yapıyorduk. ve gecenin ilerleyen saatlerinde aras, o tarihi fikrini sıçıyordu: hadi cezalı papaz kaçtı oynayalım lan! cezası da hemen belirlendi: kaybeden, asla ilan-ı aşk etmemesi gereken bir kıza telefonla mesaj çekip yoluna köpek olduğunu söyleyecek. sevgili aras, bu akla ziyan projesinin temelini de "bugün çok ezildik olm, bitirdi bizi hoca. en deli ne şekilde eğlenebilirsek, o şekil olsun" diyerek sağlamlaştırıyor, hepimizin aklını çeliyordu. peki neden iskambil kağıdıydı ve asla ilan-ı aşk edilmemesi gereken kızlardı cezamız?

çocukluktan olgunluğa; meşhurlardan, idollerden, filmlerden fazlasıyla etkilenir, onlar gibi olmak isteriz. hatırlıyorum, çocukken mahallede top oynadığımızda da futbolcuları öylesi taklit ettiğimizi bilirim. ne bileyim, bi gol attık mı hemen bebeto-romario-mazinho üçlüsünün 1994 dünya kupası'ndaki meşhur bebek sallamalı gol sevincini icra ederdik mahalle ortasında manyak gibi. ya da betonun taşın toprağın üzerinde timsah yürüyüşü yapardık bursaspor'un estirdiği yıllarda. misal davor suker diye bi herif vardı, hatırlayanlar olacaktır, onun bi gol sevinci vardı. şöyle özetleyim: dizlerinin üstüne çök > ellerini birbirine yapıştırarak çenene götür ve öne arkaya salla > suratında ağlamaklı bir ifade olsun. ben mesela gol attıktan sonra; top oynadığımız bahçenin hemen yanındaki polis lojmanının bekçisinin önünde bu hareketi icra etmiş, "la yörügit hassiktirol git" cümlesinin akabinde ağzımın ortasına tekmeyi yemiştim. her neyse, demem o ki bu enteresan deneyimi yaşamamıza sebep de o dönem dahi film hastası olan aras'ı iskambil kağıdı konusunda sallıyorum rounders, karı kız konusunda da american pie gibi filmlerin fişteklemiş olabileceğini yeni yeni fark edebiliyorum.

mesaj atacağımız karıları belirlemek çok zor olmadı:

- ömer, ceren'e mesaj atacak. ömer, kız arkadaşını daha önce ceren'le aldatmıştı ve halihazırda kız arkadaşına da deli gibi aşıktı.

- sina, gonca'ya mesaj atacaktı. gonca okul tarihinin görebileceği en kral orospulardan biriydi. bir kere gonca'nın diline düşse, sina'nın bir daha okuldan karı yapma gibi bir ihtimali kalmayacaktı.

- aras, cansu'ya mesaj atacaktı. yani, allah biliyor ya, insanları güzel-çirkin diye sınıflandırmaktan oldum olası hiç hoşlanmadım. şimdi ne deyim, yahu, cansu karısı da harbi harbi bıyıklıydı be kardeşim. sağlam ceza.

- ve ben, ece'ye mesaj atacaktım. evvelki sene, aşığım ulan diyerek kışın ortasında evinin önünde yattığım; öğle teneffüslerinde okulun yakınındaki marketten birayı çekip sarhoş sarhoş suratına üfürdüğüm ece. çok önemsiyor olmasam da benim de bir kız arkadaşım var; onu siktir et, bin çeşit utançtan yüzüne bakamadığım ece'ye tekrar ilan-ı aşk etmek, vallahi ölümdü.

üç papaz çıkarıldı, kağıtlar dağıtıldı, çiftler ortaya atıldı. ömer pezevengi talihliydi, elindekileri kakalayıp kenara çekilip izlemeye koyuldu. son üçe kalmıştım ve elimde iki kağıt vardı: 4'lü ve 7'li.

"sina'dan kağıt çekiyorum. gerginlik had safhada, nefes alamıyorum, terliyorum. sina'nın elinde dört kağıt var. birini hafif yukarı çekmiş. yukarı çıkan kağıdın dikkatimi çekeceğini düşünüyor: papaz bu. hayır hayır, hesabını çakacağımı anladı, hedef şaşırtıyor. 4'lü ver... ya da 7'li... lütfen, ece bir daha olmaz. hedef şaşırtıyor piç. hayır, sina salaktır aslında, düşünemez bunu. resmen papazı öne itmiş. 4'lü... 7'li... ece... ver ulan öndekini!

4'lü! hahaha!"

hemen büyük bir keyifle masadan doğruluyorum; acımasızca sina'nın mı, aras'ın mı göt altına gideceğini vahşi bir sevinçle takip ediyorum: dostluklar bile şartlara tabi.

oyun bitiyor. maça papazı, sina'yı kutsuyor; aras, çirkin cansu'ya ilan-ı aşk edecek. birasının dibini görüp, asılıyor tuşlara: "merhaba cansu. bunu söyleyip söylememekte uzun zamandır kararsızdım ama artık sabrım kalmadı. 2 senedir sana aşığım. bir beklentim yok, sadece bilmeni istedim. iyi geceler."

hiç düşünememiştik, acaba cansu gerçeği öğrendikten sonra kırılır mı? ertesi gün, bunu düşünmemize bile gerek olmadığını anlıyoruz. cansu, aras'a yaklaşıyor ve "ya aras, benim için çok değerli olduğunu biliyorsun değil mi? ama ben sana arkadaş olarak değer veriyorum, başka türlü düşünemem" diyor.

o gece, merhametsiz aras'ın berat gecesi; aldatılıyor, terk ediliyor, yüz bulamıyor...
papaz her oyunda kaçıyor; her el papazı aras buluyor...

***

- sayın vaudeville for vendetta, sözlükte sizi taklit edenler var biliyor musunuz?
- bir daha antipati beslediğin yazarlara benim üzerimden saldırıp prim toplamaya kalkarsan senin dalını kavuğunu sikerim.
- ııı... ben gideyim o zaman?
- hem de hassiktir git.