bugün

mahallelerin evrimi

ütopyadan distopyaya doğru işler; iyilerin dünyasında tersinedir.

hani filmlerde dizilerde izleriz ya, herkesin birbirinin evine rahatlıkla girip çıktığı; çocukların envai çeşit oyunla oyalandığı, yaralandığı, sevdiği, ağladığı, kavga ettiği; gencoların en kabadayı masumiyetlerini nefeslendiği; babaların akşama doğru gelip topyekun mahallenin nümayişini evlere süpürdüğü; sünnetinde düğününde davete cümleten icabet edildiği mahalleler vardır hani. benim mahallem... tipik memur mahallesiydi; ankara'nın geçmişte kendine dönük, şimdilerdeyse hakkıyla etini pazarlamaya teşne bir semtinde film karesiydi mahallem. şimdilerde varoş olmakla övünen insanlar görüyorum; oysa ki varoşluk çarpık kentleşmeyi, eğitimsizliği, arabesk zevkleri ve hatta çoğu zaman suçu çağrıştırır. tek bir gecekondunun ve neden göçtüğünü bilmeyen zerre adamın var olmadığı, babaların evlatlarına dair tek hayalinin kendileri gibi orta sınıfa dahil bir beyaz yakalı olarak görmek olan, allah'ın günü börek açıp pasta yapan annelerin olduğu bu yer, elbette ki varoş da değildi.

çocukluğumda kapısını tekmeleyerek su istediğim sevim teyze'nin bir avuç çağla uzattığı sıcacık elleri, ergenliğimizde, tepemizde en harbi fırtınaların estiği o bin nevi sevdaya meylettiğimiz o vakitler eline oklavayı geçirip "çok gürültü yapıyorsun, müziği kıs" diyerek tavanı dürtükleyen almancı'nın ellerinde ılıyor; son kertede selamsız şehir insanlarının artık tokalaşmaktan dahi imtina etmesiyle iyiden iyiye buz kesiyordu. bu tersine evrim bizi de maymunlaştırıyor, donuklaştırıyor hatta o beğenmediğimiz pragmatik, işkolik ve duygusuz robotlardan biri haline getiriyordu. bugünlerde yaşadığım bir hadiseyle kafama dank etmiş, çokça da acıtmış mevzudur esasen.

birkaç gündür devam eden üniversite bahar şenlikleri dolayısıyla konser konser sürtmece, içip sıçmaca abi, vukuatımız bu. yine bu şenliklere gittiğimiz bi gün, oturup paşa paşa içerken yaldır yaldır yağmur yağmaya başladı, bizim için de gecenin nispeten erken sonuçlanması demekti bu illaki. neyse baba, döndük eve, kafa inceden kıyak, tekmeliyorum kapıyı. küt, karının teki açtı. oğlum anam falan değil, bildiğin bambaşka bi karı:

***

- minig guuuuuuuuş!!!
- anaaam, çarpıldık. taşlanan ve kovulan şeytanın şerrinden sana sığınırım. rahman ve rahim olan allah'ın adıyla! sen kimsin kadın?
- minig guuuuuş! emeeel, özleeeem, gelin gelin minik kuş geldi minik kuş!
- ayol bunun minik kuşluğu mu kalmış anne?
- kız anne, aaaaynı riç.
- (piç mi? senin tevellütünü sikerim) ne?
- oğlum ismet teyze'ne hoşgeldin desene.
- kim?
- beni hatırlamadın mı minik kuş? hani kan ter içinde kapıya gelirdin su isterdiiin, ben poğaça yapardım sıcak sıcak abinle sana getirirdiiiim, ondan sonracığıma sen hani seyhan'ın kızıyla bizim evde öpüşürdüüün, böööyle güzel güzel yiyişirdin. oh ne de güzel yiyişirdiiin. oh oh. bir bilsen ne de çok özlüyorum o seks dolu günleri.(heheh, sonları direkt karıya iftira da, hakikaten ilk seni öpmüştüm be betül; 5 yaşında...)
- aaa bildim bildim, ismet teyzeee. kusura bakma ben biraz şeyim de.
- ay anne minik kuş deyip durmasana koca adam
- yok yok desin abla ya. minik kuş he? hehehe.

fil evladı gibi de hatırlıyorum; seslenişi bile aklımda ve o asla yemediğim maydanozlu poğaçalarının, şimdi bile sikseler ağzıma koymayacağım sütlü irmik tatlısının tadı da.

***

ulan ne rahatlıkmış be, şimdi olduğunu düşünemiyorum bile. 11 yaşındaydım, annem o gece teyzemde kalmış, sabah beni "hadi okula git" demek için aradı, "tamam hazırlanıyorum" demenin akabinde yatağa aynen koşuzladım abi, hesapta okulu kırıyoruz. birkaç saat uyuduktan sonra büyük bi keyifle kalktım, elimi yüzümü yıkadım, kahvaltı yapmak üzere mutfağa doğru gidiyorum. o vakitler bir sebepten buzdolabımız koridordaydı, bir şeyler almak için dolabı açtığım sırada arkamda bi hareketlilik sezdim, dönmemle abimin uykulu sıfatıyla karşılaşmam bir oldu. ulan abimin okula gittiğine ve evde yapayalnız olduğuma kendimi öyle bi inandırmışım ki. hadi onu siktir et, dönem itibariyle paso cin peri masalları anlatıp sabah akşam birbirimizi korkutuyoruz. biraderin sıfatı görür görmez aklımı yitirmeme ramak kaldı abi, ulan dedim bizim herifin kılığında cin bastı haneyi, vallahi o deve yaşımda inandığım şey bu. benim ellerin ikisi de avuçları öne bakma suretiyle havaya kalkık ve korkudan sağa sola sallıyorum, suratta ağlamak-delirmek-yumurtlamak arasında bir ifadeler karışımı, ağızda "abiiiieeee, allaaaah, abiie, hıaaaah, git laaaaan" haykırışları hakim. abimin bi gözü kapalı ve hadiseyi anlamaya çalışıyo, söylediği tek şey de tipime baka baka sakin sakin: "nooluyo lan?"

sen o korkuyla dal taşak (bi tek şort var) merdivenleri sekizer onar zıplayarak sokağa doğru koş, koşarken yavaş yavaş "ulan bu herif okula gitmemiş olmasın benim gibi anamın yokluğundan istifade" düşüncesi kafaya yerleş, ayağındaki daşı doprağı temizle. değinmek istediğim ve bugüne nazaran enteresan olan da, mahallede kimsenin "bu pezevenk napıyo" diye bakmamasıydı, evet normal şartlarda da sokak ortasında dal taşak ve ekseriyetle deli divane koşanlar bizlerdik.

madem başladık hikayeyi de bitirelim. götün götün ve kapıda dikilen kişinin abim mi, yoksa abim suretinde eve musallat olmuş bir cin mi ikileminden tam manasıyla sıyrılamamış vaziyette merdivenleri çıkarken ilgili kişinin hala bir gözü kısık, saçları hala dağınık ve ağzından çıkan tek söz hala "noluyo lan?"dı. mevzunun bi de abim gözünden olan tarafı var tabii. adam diyo ki "lan annem gelmeyecek diye akşama kadar uyurum dedim, bi tıkırtılar bişeyler duydum, kalktım noluyo diye. baktım bu da gitmemiş okula domalmış domates hıyar topluyo sebzelikten. herif arkasını bi döndü, eller titriyo, sıfat saniye saniye değişti. aha dedim ben uyurken adam delirmiş. lan bi de yüzünü yıkamışsın ya, ben onları ter sandım. delirerek terliyon sandım." hahah lafa bak, delirerek terliyon sandım. abimin hayal dünyasının gerçekten hayranıyım.

sonraları birilerinin tayini çıktı, kimilerinin çok uzak semtlerde kooperatif taksitleri bitti derken, biz de yavaştan büyüyor ve her şeyden ölesiye nefret ederken, en olmadık şeye de ölesiye tutuluyorduk ya. düğümü gevşese de mahallenin ağzı daha açılmamıştı, daha da güzeli henüz masumiyetimiz saklıydı içinde. birkaç ay olmuştu binbaşının kızı müge, üst kata taşınalı. çok garip bi iletişimimiz vardı müge'yle. birbirimizle oturup hiç konuşmadık ama paso kaçamak bakışlar, kapıda karşılaşıldığında çatlayan ve titreyen sesimizle "günaydın/iyi akşamlar" deyişimiz, biz janti façayla arz-ı endam ederken onun pijamalarıyla, o allanıp pullanmışken bizim donumuz götten el aman vaziyetteyken karşılaşmamız. hani tatlı da bir telaş, yalan yok. belki bahtsızlığımızdandır, müge'yle aynı okulda okuyan bir arkadaşım vardı, bize geldi bir akşam ve balkona çıkıp yanımda telefona sarıldı, gevrek gevrek konuşuyor. tahminen diyalog şu şekilde gerçekleşti:

- alo, naber müge?
- iyidir senden?
- iyi. tahmin et neredeyim?
- bilmem?
- sizin bi kat aşağısı. enislerdeyim.
- ha şu yakışıklı çocuk mu?
- (bozuldu. sebebini sonra anlayacaktım) evet, o yakışıklı çocuk. neyse, öyle bi sürpriz yapıyım diye aradım.
- peki sağol aradığın için, görüşürüz.
- hadi görüşürüz iyi geceler.

ulan gazı aldık biz tabii, yavaştan çocuğu işliyorum ilerleyen günlerde. mevzunun içinde ben varsam, hadisenin normal seyretmesi mümkün mü? her hareketimiz faul, her topumuz falso ve elbette yine ofsayt:

- lan şu müge çok güzel kız di mi?
- eeeeh yeter be. bambambambam, güzel kız güzel kız. yeter. bambambambam, başka bişey demiyon.
- ne bambam lan? ne diyon olum? bambam ney? güzel dedik bişey mi dedik?
- seviyorum olum ben o kızı bi senedir. mektup yazdım.
- (hasiktir. eyvallah. boğaza yumru otur) heheh, mektup mu kaldı lan bu devirde hehe. olm şeyapın, okulda konuşsana.

konuştu arkadaşım, olmadı. bize de şu gün, hemen burada, hangi karıyı yesek diye birbiriyle savaşan arkadaşlara inat, belki safça ama ne şartta olursa olsun arkadaşının kadın gözüyle baktığına kadın gözüyle bakmamanın masumiyetini, o mahallenin çocuğu olmanın mirası belki çağdışı kararlılığımızı temizliğimizi yad etmek düştü. fazla durmadı binbaşı. yıllar sonra müge'yle aşti'de karşılaştık. yakışıklı bir çocukla el ele yürüyorlardı, göz göze geldik. bense "sikerim aşti insanına yaptığın karizmayı, bayılmak üzereyim lan sıcaktan" diyerek serin bir duvar dibine vermiştim götü en sefil halimde. biliyorum ki bir gün güzel bir kızla el ele yürürken yine karşılaşacağız müge'yle ve ben onu en pespaye haliyle izleyeceğim. bu arada sırtımı verdiğim duvar da mescit duvarıymış sonradan gördüm, karı dilenci sanmadıysa iyi. heheh.

ha şehirleşen, şehirleştikçe yozlaşan, "para"lanan mahallelere istisna oluşturacak yerler hala var, yok değil. bir vakit, nicedir memleketinde misafir etmek isteyen arkadaşımı bir şekilde geçiştiriyorduk fakat son tahlilde davete icabet etmek gerekliliği doğmuştu artık, kırmayalım hesabı. ulan adana. yazın siki. bizim güneye gitmemiz senede bir, onda da en kabadayı bir ay kalıyoruz, üstelik de otel gibi gayet steril bir ortam. e doğma büyüme ankara çocuğuyuz, belgesellerden afrika'yı izleye izleye sıcak memleketlere dair bi önyargımız oluşmuş. otelde değilsin, götün açıkta yataman, maymun mu kurcalar, samur mu yoklar bilemen. en küçük böceğinden en taşaklı hayvanına mahlukatın kervanı cemiyete bir numaralı düşman amına koyim. lan bitki bile ambiyansa ayak uydurmuş adam yiyo sen ne hikayesinden bahsediyon? sağolsun, tek tek yataklarımıza cibinlik asan kadınlar ve tam da söz verdikleri gibi kuzu çevirtip boğma rakı açan adamlar üzerinden fikrime istisna bir ceyhan mahallesine selam durmadan geçmek olmaz.

mevzuyu toparlayaylım agalar. çürümeler yozlaşmalar selamsızlıklar samimiyetsizlikler hileler ve hurdalar, tepeden, en yüksekten değil; senden benden mahallelerden başlıyor, semtlere, şehirlere ve ülkelere sıçrıyor. "iyi akşamlar" diye girdiğin bakkalda "aleyküm selam"la, "selamun aleyküm" diyerek selam verdiğin kasapta "buyur arkadaşım"la karşılaştığın bu tahammülsüzlüğe bir bak. mahallene bak. çocukluğunda yatağında yattığın hacı amca'ya, yemeğini yediğin yahudi mahir'e, suyunu içtiğin alevi zarife teyze'ye bak. şimdi de kaldır başını en basitinden sözlükte tartıştıklarına bak. siyaseti teorisyenlerden değil, sahtekar politikacılardan öğrenmiş; dini, alimlerden değil yobazlardan öğrenmiş; sorgulamayı bilim adamlarından, filozoflardan değil, militan sosyal virüslerden, komploculardan öğrenmiş haline bak. hayatını bu topraklara ve halkına adamış bir güzel adamın bir kolpa milliyetçi tarafından haince sırtından vuruluşuna, ama doğru ama yanlış hayatını devlete karşı olanlarla mücadele etmeye adamış bir adamın aynı devlet tarafından öldürülüşüne uyan sonra. neyin kavgasını verdiğini gör ve düzeltmeye kendinden, mahallenden, sözlüğünden başla. çünkü bu anlamsız kavganın ve tüketen evrimin çıktığı tek nahiye var; hiç acısını ölesiye tattınız mı:

ay rı lık...