bugün

kiraathane

çok güzel, pek güzel; bilirim o kahveleri, 12 eylül kahveleri diyorduk onlara. adını kıraathane yapmıştı kenan paşa kahvelerin. kahve içeceğimize kıraat içiyorduk. öyle olunca kırat'ın çiftesini yemeden duramıyorduk.

bu ülke laikse niye müslüman yazıyor kimliğimde deyince; "o kahvelerin çocuğu" ortaya atlayıp; "fener rum kilisesinden ortodoks hıristiyan yazarsa oluyor di mi laiklik" diye bağırıyordu! sultan galiyev o kahvelerden çıkmaz idi; okey'e dördüncü olmanın dayanılmaz hafifliğiyle, bütün gününü kırat çiftesiyle geçirirdi. çift okey attığında sevinçten deliye dönerdi. bir de karısı "artık eve gel" diye kahveyi bastığında sinirden deliye dönerdi. ama sonunda evine dönerdi. karısını bir güzel döverdi. keser dönerdi, sap dönerdi, bir gün gelmedi, gelseydi, hesap dönerdi.

ermeniler giremezdi kahvelerimize; "o kahvelerin çocuğu" arkadaşlarına bütün dişlerini gösterip; "madem ki ermenisin, bir kere vermelisin, pu ha ha ha" diyerek bir de pandik atardı. üç kuruşluk her ermeni öldüğünde, "bu kahvelerin çocuğu" kerkük'e giremezdi. girerse midesi bulanıyordu petrol kokusundan, üç gün yemekten kesiliyordu.

olan şeyleri söylemek çok mantıklı geliyordu "o kahvenin çocuğuna." mesela, insanların yarısı imam nikahı yapıyorsa; imam nikahına anayasaya uygundur demek çok akla yatkındı. hatta, "bir kere delinmekle bir şey olmayan" bir şeydi. yani genelde öyle düşünüyordu, hatta katılıyordu yani o genelde, yani esasen kendisi de öyle düşünüyordu o konuda, yani şimdi çıbanbaşılık yapmaya gerek yoktu, yani insanlar öyle diyorsa, tabi öyle olmalıydı.