bugün

ferzan özpetek

yıl 2002, melankoliğim yine, kendimle başbaşa kalmak istediğim günlerden biri.

tek başıma sinemaya gidiyorum. vizyonda hangi filmler olduğunu bile bilmiyorum. giriyorum içeri, bakıyorum film afişlerine ve anında karar veriyorum hangi filmi seyredeceğime.

çıktığımda hayatımda gördüğüm en etkileyici film olduğunu düşünüyorum karşı pencere'nin. kimmiş bu ferzan özpetek diyorum, araştırıyorum eve gidince ve öğreniyorum ki yıllar önce izlediğim hamam filminin de senaristi ve yönetmeniymiş. hamam da hafızamda ve kalbimde yer eden, en sevdiğim filmlerden biri zaten.

sonra diğer filmlerini de izliyorum; senaryolarıyla, görüntüleriyle, oyuncularıyla, müzikleriyle her filmine aşık oluyorum ve hepsinden aynı karmakarışık tadı alıyorum. insan tadı, aşk tadı, dostluk tadı, yaşam tadı, mutluluk tadı, pişmanlık tadı, cesaret tadı, zayıflık tadı, yani gerçekliğin tadı; kimi zaman tatlı, kimi zaman acı...

eğrisiyle, doğrusuyla; insan... yanlış sayılanın içindeki doğru, çirkin sayılanın içindeki güzel, kötü sayılanın içindeki iyi. her türlü önyargıyı çürütecek bir gerçek gözler önüne seriliyor her filminde; mutlak iyi ya da mutlak kötü diye bir şeyin olmadığı ve insana ait olan hiçbir şeyin bizlere yabancı gelmemesi gerektiği gerçeği. insanın hep insan olduğu, sadece koşulların kişiden kişiye, zamandan zamana, hayattan hayata değiştiği gerçeği.

son filmi mükemmel bir gün'de (un giorno perfetto) biraz daha şiddet öğesi ekleniyor alışılagelmiş tada. bu film de beni yanıltmıyor ve ferzan özpetek filmlerinin ruhumdaki yerini pekiştiriyor. her f. ö. filminin olmazsa olmaz parçası serra yılmaz'ı göremeyecek miyiz bu filmde diye endişeleniyorum bir ara, sonlara doğru küçük bir rolde görüp, sesini de duyunca sinema keyfim orgazm seviyesine ulaşıyor, tatmin olmuş şekilde ayrılıyorum sinemadan.