bugün

bernardo bertolucci

hakk'a yürümüş büyük yönetmen. önce william goldman, birkaç gün sonra bertolucci. kara kasım falan herhalde bu sinema için.

kendisinden sonra lavaboya işemeli sanat filmleri yapan bir sürü dangalak türemiş, keza onu takip etmek yerine noe, xavier dolan falan seven nesiller yetişmiştir lakin ustanın sanatını taklit/takdir etmeyi dahi başaramamışlardır. the last emperor, the conformist, the sheltering sky (çölde çay) ve stealing beauty gibi başyapıtlara, the dreamers gibi sevsem mi tiksinsem mi yıllardır karar veremediğim bir filme imza atmıştır.

eva green'in memelerini yakından gören az sayıda erkekten biri olan bertolucci kişisel geçmişimde de mühim bir yer tutar. son yıllarda tecavüz sahnesinin gerçek olduğu iddialarıyla hak ettiği üzere çarmıha gerilen yönetmenin bu meselenin çıkışına yol açan filmi, paris'te son tango benim için minik bir anı barındırır.

bir zamanlar christiano ronaldo'nun kim olduğunu bilmediğini iddia eden, tamamen pozdan ibaret entel ayağı bir kadınla takılıyordum. kendisi yedi yirmi dört polonya sineması, beş kişinin okuduğu kitaplar, leş mekanlar üçgeninde bahis açıp asabımı bozmaktaydı. kötü de seviştiği için bir noktada neden beraber olduğumu sorgulayıp kızdan hiç hoşlanmadığımı, sırf -çok afedersiniz- "hate fuck" icra etmek üzere beraber olduğumu fark etmiştim. sadece ondan değil temsil ettiği her şeyden nefret ediyordum ki o zamanlar komik isimli yerli gruplar, ceyl'an ertem'ler türememişlerdi bile. cenk taner'e razıydı bu tipler... bir ceza kesesim vardı her sahtekara, o yüzden yaka yaka yatmaya devam ediyordum.

ancak 350 gram uğruna çekilebilen pseudo-entelliğin bir hududu olduğu için de giderek terk etme isteğiyle dolmuştum. nihayet bir gece yarısı içip içip en sevdiği filme değilse de benimle içinde yaşamak istediği filme karar verdiğini bunun da paris'te son tango olduğunu söyledi. gece üçte beni o halde arayıp uykumdan uyandırarak... aşırı steril sevişen, vanilyalığın zirvesinde bir kadın için ne iddialı sözler bunlar üstat... artık nasıl patlama noktasına gelmişsem, o ana kadar yarı entelektüel biri olarak muhafaza ettiğim salon erkeği çizgimi kaynama noktasına erişen bir su ısıtıcısı gibi tak diye terk ettim ve hala eş dost ortamında mavra konusu olan ve sadece filmi izleyenlerin anlayacağı şu serzenişi dillendirdim:

"tamam bu gece yarısı da anladık ki entelsin. tamam paris'te son tango. amaaaaa madem y.rrrrrrraaaak yemeye bu kadar meraklısın o zaman bir kalıp tereyağı al gel..."

***

karşıdan gelen sunturlu bir küfür hatırlıyorum sadece, telefon kapanmadan evvel. o entel ayağı ağzından ilk kez ve son kez küfür duymuş, maskeyi yırtmış, illüzyonu devirmiş, simülasyonu bozmuş, hedefime ulaşmıştım.