bugün

türk müziği ile batı müziği arasındaki farklar

Konu ile alakalı olarak rahmetli ayhan songar hocamızın 1988 yılında gerçekleşen 1. Müzik kongresinde sunduğu görüşlerini katkısı olması hasebiyle aktaralım istedik.

--spoiler--

Menşei ne olursa olsun mûsikî, insana has, insânî bir davranıştır ve kültürel bir temele istinâd eder. Kültürleşme, çeşitli toplumlarda o toplumun devâmını sağlayan bir takım temel müesseseleri oluşturmuştur. Mûsikî, bunların arasında kültürleri aşabilen nâdir örneklerden biridir. Müzik türleri toplumdan topluma değiştiği hâlde, temel olarak mûsikî, insanlığın ortak malı olarak varlığını koruyabilmiştir. Şurası da ayrıca üzerinde önemle durulmaya değer bir husustur; konuşma ve mûsikî, beyinde özel merkezlerde temsil edilen birer "biyolojik ve psikolojik meleke"dir. Bu merkezlerden birinin tahribi ile konuşmanın kaybolması (afazi) ve diğerlerinin tahribi ile de mûsikî kâbiliyetinin kaybolması, sesleri ayırdedebilme yeteneğinin ortadan kalkması, yâni "amüzi" denen hastalık meydana gelir. Demek oluyor ki, mûsikî, konuşma gibi, yaratılıştan mevcut olan, biyolojik bir vetîredir.

Mûsikî, dil kadar, belki ondan da fazla olmak üzere millî kültürün temel müesseselerinden biridir. Nasıl muhtelif milletlerin, muhtelif kavimlerin farklı dilleri varsa, aynı şekilde farklı mûsikî sistemleri de vardır. Bu bakımdan san'at ve zevk "evrensel" olabilir ama bir "evrensel mûsikî"den bahsetmek mümkün değildir.

Türk Mûsikîsinin dünya müzik türleri arasında önemli bir yeri vardır. Türk'ün yazılı, mevsuk târihî 2500 yıl öncesine kadar uzanır. Bu engin târih içinde hiçbir zaman devletsiz kalmamış olan Türk insanı bütün gündelik faaliyetlerinde mûsikî ile berâber olmuştur. Hun Türkleri'nde askerleri teşci etmek için bir takım vuruşlu enstrümanların mevcûdiyeti bilinmektedir. Böylece mûsikîmizin târihî Milat'tan önceki çağlara kadar uzanır. Göktürkler'de düzenli askerî bandoya benzer Mûsikî takımları vardı. Osmanlı Devleti'nin kuruluşu, Osman Gâzi'ye Selçuklu Sultânı'nın gönderdiği davul, tuğ ve âlem ile tebliğ edilmiştir. Fâtih Sultan Mehmed devrine kadar her gün belli saatte mehter takımı hükümdârın huzûrunda nevbet vurur ve hükümdâr bunu ayakta dinlerdi. Dînî Mûsikîmiz Orta Asya Türkleri'nin Baksı âyinlerinin izlerini taşır. Şaman denen hekim-râhiplerin mûsikî ile bir çeşit trans hâli temin ederek hasta tedâvi ettikleri, böylece belki insanlık târihinde ilk defa mûsikî ile tedâvi uygulamasının gerçekleştirildiği bilinmektedir. işte "kopuz"un sapında perdelenerek Anadolu'ya intikâl eden ve ifâde tarzları bakımından "Klâsik Türk Mûsikîsi" ve "Türk Halk Mûsikîsi" şeklinde iki kol hâlinde gelişen mûsikîmiz, Batı'nın, Avrupa'nın mûsikîsinden gerek teknik ve gerekse öz bakımından önemli farklar gösterir. Mûsikî, bir haberleşme vâsıtası, bir informasyon aracıdır. informasyon ise, onu teşkil eden cümlelerden ve o cümlelerin tertip edildiği harflerden, işâretlerden meydana gelir. Bu harfler, işâretler ve daha genel bir deyimle alfabe, sesli, yazılı, ışıklı veya başka bir türden olabilir. Meselâ, bir zilin düğmesine basıp çalmamız bir mesajdır. Kapının çalınmasını bekleyen kişi için bu mesaj, psikolojik bir informasyon değeri taşır. Kapının çalınması hâlinde sevgilisinin içeri girmesini bekleyen âşık ile kendisini yakalayacak polisleri bekleyen suçlu arasında, aynı mesajın psikolojik değerleri ne kadar farklıdır.

Mesajın alfabesi çok değişik işâretlerden kurulu olabilir: Çin yazısındaki şekilleri, bizim kullandığımız Latin alfabesinin harfleri, dilsizlerin parmak işâreti veya mûsikî notaları gibi. informasyon ve onu meydana getiren 'mesaj', 'ölçülebilir bir matematik büyüklük'tür. Meselâ, bir alfabe içinde (a) kadar işâret bulunsa ve biz bunlardan (L) tânesini tekrarlamak sûretiyle mesaj teşkil etsek N=aL kadar birbirinden farklı mesaj teşkil edebiliriz. Elde iki işâretli bir alfabemiz olsa ve biz bunun sâdece bir tânesini mesajımızda kullansak, N=21, yâni sâdece iki mesaj teşkil edebiliriz. Hâlbuki mesajımızda iki işâretin ikisini de kullansak 22, yani dört, 3 işâret kullansak bu sefer de 23 yâni sekiz mesaj vermemiz mümkün olur.

Yukarıdaki açıklamamızdan anlaşılacağı gibi, bir informasyonun mesaj sayısını, informatif değerini arttırabilmek için iki yol, iki imkân vardır:

1- Mesajı teşkil eden alfabenin işâretlerini arttırmak.

2- Bir işâretin mesaj içindeki tekerrürünü çoğaltmak.

Şimdi bu sibernetik metodoloji ile Batı Mûsikîsi ve Türk Mûsikîsini, temel yapı bakımından karşılaştırırsak şöyle bir sonuç elde ediyoruz: Batı Mûsikîsi veya daha doğru bir deyimle Avrupa Mûsikîsi, eşit aralıklı, tamperamanlı denen sisteme göre kurulmuştur. Burada bir oktav, on iki eşit aralığa bölünür. Sekiz temel ses, oktavı teşkil ederken, diyez ve bemol tarzında ifâde ettiğimiz yarım sesler de ârızları meydana getirir. Temel sesler arasında 9 komalık aralık bulunduğu için yarım sesler veya ârızalar da 4½ komalık aralıklarla yerleşir. Ancak Mi-Fa ve Si-Do aralıklarında sâdece 4½ koma bulunduğundan burada yarım ses, yâni ârıza söz konusu değildir. Görülüyor ki, bir oktavlık bir dizi böylece birbirinden farklı 12 ses, yâni 12 işâret ihtivâ etmektedir. informasyon teorisi dili ile söylemek istersek, Batı Mûsikîsinin alfabesi 12 harflidir diyebiliriz.

Türk Mûsikîsinin işâret sistemi tamâmen farklı esaslara göre kurulmuştur. Ana oktav dizinin Batı Mûsikîsi gibi 54 koma'lık değil 53 koma'lık bir skala üzerine dağılmıştır. Bu 53 komalık mesâfe ise eşit olmayan 24 parçaya bölünmüş olup bu küçük aralıklar birer ârıza değil, birer müstakil perde hüviyetini kazanmıştır. Kaldı ki, aslında ses adedi 24'den çok daha da fazladır. En basit bir örnek olarak Rast makâmındaki Segâh sesi ile Uşşak makâmındaki Segâh sesinin farkına işâret etmek isterim.

Yukarıda sözünü ettiğimiz sibernetik formül içinde meseleyi ele alırsak, bir informasyonun değerinin onu teşkil eden işâretler bakımından geometrik dizi hâlinde arttığını görürüz. Bu sûretle, bir mûsikî cümlesi içinde ya işâretlerin çeşidini arttırmak veya onların tekrârını çoğaltmak sûretiyle informasyon değerini de arttırılmasına imkân bulunmaktadır.

Türk Mûsikîsinde temel işâretlerin, yâni perdelerin ve seslerin esâsen fazla olması, tek seslilik içinde "çok renklilik" sağlanmasını mümkün kılmış ve böylece "tek sesli ama çok makamlı Türk Mûsikîsi" (modal müzik) ortaya çıkmıştır. Batı veya Avrupa Mûsikîsinde ise mesele, az sayıdaki işâretin bir mûsikî cümlesi içinde çeşitli enstrümanlarla tekrârı yolu ile halledilmiş bulunmaktadır. Böylece "çok seslilik" Batı Mûsikîsi için bir zarûret, Türk Mûsikîsi için ise aralıkların eset olmaması da dikkate alınırsa bir kargaşalık ifâdesidir.

Her iki mûsikî farklı kültürlerin mahsûlüdür. Birinden zevk alan insanın diğerini de beğenmemesi, hatta öğrenip icrâ etmemesi için sebep yoktur. Tebliğimizin başında da belirttiğimiz gibi müzik türleri toplumdan topluma değiştiği hâlde, temel olarak mûsikî, insanlığın ortak malı olarak değer kazanmaktadır.

Aslında Türk ve Avrupa Mûsikîsini bu şekilde bir mukâyese içine sokmanın da yersiz olduğu kanaatindeyim. Bugün bütün müzikologların ittifak ettikleri bir husus vardır ki, dünyâda günümüzde sâdece iki büyük klâsik mûsikî sistemi mevcuttur: Klâsik Batı Mûsikîsi veya Avrupa Mûsikîsi ve Klâsik Türk Mûsikîsi. Diğer mûsikî tipleri ancak folklor mûsikîsi olmaktan ileri gidememektedirler. Çok sesli Batı Mûsikîsini bir heykele benzetirsek, tek sesli-çok makamlı Türk Mûsikîsini de rengârenk ve bir satıh üzerine yayılmış bir mozaiğe teşbih etmemiz mümkündür. Heykel de mozaik de kendi estetikleri içinde "güzel"dirler ama onları bu çeşit bir karşılaştırma içine sokmak ve birinin sistemi ile diğerini bir mukâyeseye sokmanın abesle iştigâl olduğu kanaatindeyim.

Saygılar sunarım efendim.

* Bu bildiri, merhum Prof. Dr. Ayhan Songar tarafından, 14-18 Haziran 1988'de T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı'nca Ankara'da düzenlenen 1. Müzik Kongresi'nin 15 Haziran 1988 tarihli 3. Oturumunda sunulmuştur.

http://www.koprudergisi.c...Goster=Yazi&YaziNo=70

--spoiler--