bugün

hiç gelmeyecek birini beklemek

beklediğimi farketmedim. meğerse onu hep beklemişim. onunla ilgili bir haber duymayı, belki bir telefon açmasını, belki sokakta yürürken bir anda karşıma çıkmasını... soranlara hatırlamadığımı söylemişim, bir kahkaha atıp konuyu değiştirmişim. öyle sık sık gelmemiş aklıma, adını mı hiç dile getirmemişim. bahsederken hep "o" demişim.

neden çünkü merak ettiğim birçok şeyin yanıtını zaman içerisinde zaten kendim vermişim. yanıtları bulduğumda ise onu düşünmekten vazgeçmişim. ne ara vazgeçtim bak, hatırlayamadığım bir zaman diliminde sanırım. daha çocuk yaşta yastık altına sakladığım resimlerini unutmuşum sonra nereye kaldırdığımı. yüzünü unuttuğum vakitlerde dahi aramamışım nerde bu lanet resimler diye. güya önemsememişim, önemsemediğimi herkes bilsin istemişim. fenası sergilediğim tavıra önce ben inanmışım. millet bana nasıl inanmasın?

gittiği yıllarda demişler "gelmez bir daha" diye. öyle bir inat varmış ki onda "ölür de dönmez" demişler sözünden. "dönmesin zaten" demişim ben. omuz silkmişim her bahsi geçtiğinde. "hiç merak etmiyor musun, özlemiyor musun" diyenlere aldırmamışım. insan hatırlamadığı birini ya da bir şeyler paylaşmadığı birini nasıl özler sahi? neyini özler? neyi düşler? bir geçmişimiz olmamış ki gelecek her günümde yanımda olmasını dileyeyim allahtan. bırakıp giden kendisi, inadından sebep geri dönmeyen kendisi. inatçı insanları hayatıma almadığımı farkettim ama sonraları.

ama bir gün, unuttuğuma emin olduğum yıllarda işlek bir caddede, hiç ummadığım bir anda, olmayacak bir zamanda çıktı karşıma. öylece geçti yanımdan. tam yanımdan geçerken baktım ama yüzüne. o da baktı gayri ihtiyari yüzüme. tanımadı beni ama. yanımdaki arkadaşlara söylemedim bile "bak bu kadın var ya benim annem" diye. bilmem utandım belki.

düşünmedim sonrasında. kimseye anlatmadım onu gördüğümü. bir daha geçmemeye özen gösterdim ama o sokaktan. sanki gidersem tekrar karşılaşacakmışız gibi. ne saçma.

yıllar sonra çekti bir büyüğüm beni karşısına dedi ki "o çok hasta". "git, gör, helalleş evlatsın sen" dedi diğerleri. o vakitten sonra başladım kurmaya. neden aramamıştı bunca vakit, neden gitmişti, bizim hiç mi önemimiz yoktu, binbir zorluklarla evine, eşine, ıvıra kıvıra katlanan kadınlardan onun ne farkı vardı? farkı bırak ne hakkı vardı bunları yaşatmaya? ama bakma gittim sonunda. sorularıma yanıt istediğim için değil ona benzememek için, inat yapmak istemediğim için.

çıktığımda evinden anladım ki onu beklemişim meğer ben. belki onunla ilgili bir haber duymayı, belki bir telefon açmasını, belki sokakta yürürken bir anda karşıma çıkmasını... merak etmişim kokusunu, ses tonunu, mimiklerini. hakkında anlatılanları dinlemez gözükürken tutmuşum demek aklımda, her biri peşi sıra geldi çünkü sonra aklıma.

sözün özü bilsen de gelmeyeceğini, istemesen de gelmesini, umut taşımasan da buna dair, bekleyebiliyor insan. nasıl bildiğin bir şey vardır hani seni üzen, reddedersin hep ama bi zaman sonra sende inanırsın kendini ikna etmek için söylediğin yalanlara, bastırırsın her ne varsa bende öyle yapmışım meğer. onu bunu inandırayım derken kendim kanmışım söylediklerime.

solgun yüzünü gördüğümde anladım ki hayal etmekten korktuklarımı yaşamayı dilemişim meğer. yazık ki farkına varmamışım önceleri. şimdi iş işten geçti belki ama inanır mısın hala bekliyorum ben. gelmeyecek olması asla olamaz buna engel.