bugün

türk futbolu

Bu sabahki gazetelerden birçoğunun ilk sayfaları, bakalım yine fethedilmiş bir kaleye çekilen bayraklar gibi mi, yoksa sadece sürmanşetlerle yetinilmiş bir sonuç ve papaz her zaman pilav yemez tevekkülünde mi?
* * *
Sanki bir zamanların savaş terminolojisiyle, bugünkü futbol sözlüğü arasında -özellikle Türkçe’de- bir paralellik var.
Barutla patlayan askeri toplar, ayakla koşturulan futbol topuna dönüştürülmüş.
Kuşatma altına alınmış düşman kalesine karşı piyade, yahut süvari hücumları; futbolda rakip kaleye karşı forvetle, sağ ve sol kanat oyuncularının paslı, yanlardan ortalamalı, şutlu ve kafa vuruşlu ortak hücumlarına dönüştürülmüş.
Eski zaman savaşlarında da galibiyet zafer, futbolda da...
* * *
Ancak bazen top atmak yahut topu atmak, iflas etmek anlamına da geliyor.
Herhalde düşman kuşatmasına karşı teslim olan bir kalenin, beyaz dumanlar çıkaran kuru sıkı bir top ateşiyle bunu ilan etmesinden kinaye...
Belki de başka bir nedenden, batmakta olan bir kadırganın verdiği işaretten; tam bilemiyorum.
* * *
Vaktiyle Sağmalcılar Cezaevi koğuşlarındaki hoparlörlerden, ertesi gün mahkemeye götürülecek mahkum ve tutukluların listesi okunurdu.
Birlikte volta attığın koğuş arkadaşları, geceleyin hoparlörden adının okunduğunu duyunca:
- Topun patladı, derlerdi.
* * *
Cezaevinden kelepçelenerek, cezaevi arabasıyla Ağır Ceza Mahkemesi'ne götürülüp getirilmek, ayrı bir yan eziyetti.
* * *
40 kişilik arabaya kelepçelenmiş 70 kişinin bindirildiği olurdu. Sultanahmet'teki Adliyenin en dip katında bir zindan vardı. Cezaevlerinden getirilmiş kelepçeli sanıklar oralarda bekletilir, Ağır Ceza'ya çıkma sıraları geldiğinde; zindanla mahkeme salonu arasındaki, duvarların içinden geçen gizli merdivenlerden çıkartılırdı mahkemeye.
* * *
Cezaevine geri dönüldüğü zaman da, başgardiyanın donunun içine kadar bakma yetkisi vardı; dışarıdan silah milah gibi bir şeylerin getirilip getirilmediğini denetlemek için.
* * *
Eski zaman savaşlarının, futbolda simgeleşmesi; azbuz bir gelişme ve değişim değil.
Yenilen taraf kılıçtan geçirilmiyor; sadece süklüm püklüm evine geri dönüyor.
Ve her TV kanalında saatler boyu süren analiz ve tartışmalarla, yenilginin günahı birilerinin sırtına yükleniyor.
Ayrıca savaşların yarattığı ekonomik çöküntüler de yaşanmıyor.
* * *
Futbolun, değişik ülkelerde yaşayan kitlelerde ortak bir oyalanma yaratmasıyla, hızla küreselleşmiş olması; bu alanda bir yığın da fıkra üretmekte.
* * *
Öteki dünyada cehennemin zebanilerinden, cennetin meleklerine bir öneri yapılmış:
- Gelin bir maç oynayalım.
Melekler:
- Öneriniz boşuna, demişler; bizi yenme olanağınız yok ki, dünyanın en iyi futbolcuları cennette...
Zebaniler:
- Evet ama, demişler; hakemlerin tümü de bizde, yani cehennemde.
* * *
Bir başka fıkra:
Hakemin biri, kanter içinde yorgun argın eve dönünce, başlamış karısını tekme tokat dövmeye:
- Ulan namussuz karı, utanmıyor musun beni boynuzlatıp aldatmaya!..
Kadın şaşkın:
- Delirdin mi sen kocacığım, diyormuş; nereden duydun, kim söyledi sana bu saçmalığı?
Hakem:
- Statta, demiş; 20 bin kişi hep bir ağızdan bağırıp duruyordu, boynuzlu pezevenk diye...
* * *
Bakalım bu sabahki gazeteler nasıl çıktı?
Malkoçoğlu, yahut Ulubatlı Hasan'vari bir bayrak hamasetiyle mi; yoksa ateşli aşk gecelerinden sonra, yorgun düşmüş deli bir aşığın uykulu gözleriyle mi?
* * *
Öyle de çıkmış olsa, böyle de çıkmış olsa...
Bizim dileğimiz, bu arada maganda kurşunlarıyla vurulmuş olanların da haberleriyle çıkmaması.
* * *
Türkiye'nin durumuna gelince...
Futbol söz konusu olduğunda; orman yangınları da dahil, gerisi teferruattır.
Ömrünü vatanına, milletine ve futbola adamış futbolcularımızın gücü, her sorunun üstesinden gelmeye kadirdir. Muhtaç oldukları kuvvet, ayaklarındaki asil vuruşlarda mevcuttur.
* * *
Medya da az kanıtlamadı bunu; ha bir kez daha kanıtlanmış, ha kanıtlanmamış, hepsini birden değerlendirmek gerekir.

Türk futbolu Türk futbolu,
Pırlantadır her bir gölü.
Bir eksiği dahi vatan,
Umursamaz pırlantadan.

çetin altan