bugün

abdurrahim karakoç

Galiba orta okul yıllarındaydım. Benim gibi orta okulda okuyan bir arkadaşım neşeli bir şiir kitabından bahsediyordu. Adam öyle komik şiirler yazıyormuş ki, insan gülmekten ölüyormuş... Hasan'a Mektuplar'dı kitabın adı. Buldu getirdi sonraki günlerde. Hemen okuduk, güldük, eğlendik. Çok güzel şiirler vardı içinde. Ama en çok "Mektup yazdım Hasan'a, ha Hasan'a ha sana." sözü dilimzie dolanmıştı. Belki de şakalarımızı en çok kaldıran bizim köylü Hasan'dan dolayı. Muhtemelen diyorduk, bu şiirleri yazan adam da bizim gibi köylü çocuğu; çünkü yazdığı çizdiği şey tıpkı bizim yaşadığımız konulardı. Abdurrahim Karakoç'tu bu şair.
1980'de lise 2. sınıftaydım. Niçin bilmiyorum, Kayseri'de şimdiki Bürüngüz Camii'nin bulunduğu yerde bir küçük kitapçı vardı; oraya uğramıştım. Kitaplara bakarken birden Abdurrahim Karakoç'un Vur Emri adlı kitabını gördüm. Sarı renkli üzerinde besmele istiflenmiş tabanca resmi vardı. Kitabı elime aldım, heyecanla baktım içine. Çok sayıda şiir vardı ve Hasan'a Mektuplar da kitaba eklnemişti. Kitabın fiyatını sordum. 90 liraydı. Benim için büyük paraydı. Gözüm arkada çıktım dışarı. Ama bir çözüm yolu vardı. Okuldan kalan zamanımda bir Emlak ofisinde çalışıyordum. Haftalığım 200 liraydı. Bunun yarısını harcasam problem olmazdı. Ama bu işin tek kötü tarafı ilk haftalığım ile anneme hediye alacağıma söz vermiştim.

Haftalığım aldığım ilk hafta ayaklarım beni o kitapçıya götürdü. Dükkanın önünde belki saatlerce durdum. Hayatımın en zor kararını vermem gerekiyordu. Ya anneme hediye, ya kendime kitap. Kararımı verdim. Vicdanımı kanata kanata kitapçıya girdim. Vur Emrini istedim. Adam bana şöyle bir baktı yalan yok. Konduramadı benim gibi bir çocuğun (henüz 15 yaşındaydım) böyle siyasi içerikli bir kitabı alışına. Galiba benle bir kaç şey de konuştu. Ama ben kitabın coşkusu içindeydim. Ne sordu ne söyledim hiç hatırlamıyorum. Kitabı aldım ve çıktım. Eve gidene kadar da okudum, okudum, okudum. Sağıma soluma hiç bakmadım; dolmuşa otobüse bile binmedim. Sadece okudum. Yolda ilk haftalığımdan kalan para ile biraz meyve aldım. Hediye fikrini belki bununla bastırabilirdim.
Eve elimde meyve paketleriyle girdim. ilk haftalığımı aldığımı söyledim sevinçle. Abim elimdeki kitabı gördü. Satın aldım dedim. Fiyatı duyunca çok pahalı almışsın, paranı hep ona vermişsin diye çıkıştı. Ama iş işten geçmişti artık. Annem ise karışmadı işime. Hediyesini de ikinci haftalığımla aldım. Annemi bir hafta sonra ancak sevindirebildim, o her ne kadar razı olmadıysa da.

Günlerce Abdurrahim Karakoç'u okudum. Şiirlerini ezberledim. Lise 3. Sınıfta Kayseri'de yayınlanan Küçük Dergi'nin müdavimlerinden oldum. Muhsin ilyas Subaşı'yı tanıdım. Bekir Oğuzbaşaran'ı, Mahmut Çağlıgöncü'yü, Muzaffer Tok'u... Başkalarını...Birgün Abdurrrahim Karakoç geliyor dergiye dediler. Okuldan kaçıp akşama kadar Dergi'de bekledim. Ortalığı süprdüm, getir götür yaptım. ikindileyin geldi. Kara kuru, ince yapılı bir adam. Abdurrahim Karakoç... Elini öptüm. Bir kenara oturup saatlerce sohbetlerini dinledim.
16 yaşındaki ben, Abdurrahim Karakoç'u tanımakla kalmamış saatlerce sohbetini dinlemiştim. Onların benle ilgili bilmediği tek şey, Karakoç'un bütün şiirlerini ezbere biliyor olmamdı.

(bkz: Tufan gündüz)