bugün

hallac ı mansur

bir tasavvuf ehlidir. zamanın büyük din bilginlerindendir. hallac ismini şu sebebten ötürü almıştır, zira normalde hallaçlık işiyle iştigal olmamıştır hiç:

birgün hallaçlık yapan bir dostunun dükkanına gider. "ben senin işini görürüm, işin geri kalmaz" diyerek onu bir yere yollar. adam dönüşünde bakar ki bütün pamuklar atılmış. ( mansur, parmağının bir işareti ile o pamukları atmış.) bunun üzerine kendisine hallac takma adı verilmiş. bir diğer adı da hallac-ı esrardır yani gönüllerdeki sırları pamuk gibi attığı için.

ardından gelen bir çok mutasavvıfın düşüncelerinden yararlandığı insandır. "hamdım piştim oldum" üslubunda bir dervişlik hayatı geçirmiş hallac, insan-ı kamil (fenafillah) makamına eriştiğini düşündüğüm derya gönüllü bir insandır. diyar diyar gezmiştir, pek çok dini tanımıştır, mekkeye giderek kabe de nefsini terbiye etmek için 1 ay kapanarak çile sürecine girer. hallac-ı mansur'un mekkeye gelişini ebu yakup neh-recur-i şöyle anlatır:

"mekke'ye ilk gelişinde kabe'nin sahnında oturuyordu. hallac, bu bir yıllık süreci içinde oturduğu yerden sadece abdest almak ve tavaf etmek için ayrılmıştır. ne güneşe aldırıyordu ne de yağmura. her yatsı vakti yanına bir çörekle bir testi su konuyordu. bir çöreğin dörtte biriyle bir kaç yudum su alıyor geri kalanı çeviriyordu"

tasavvufta seyr i suluk unu tamamlamaya başlayan kişiler hakka öyle bir aşık olur ki cezbeye kapılırlar. işte enel hak da bu cezbenin bir ürünüdür. hallac ı söylediği zaman şirk olmaz, ama biz söylediğimiz zaman düpedüz şirktir. çünkü onu diyebilmek tasavvufta çok ileri derce bir olgunluğa ulaşmayı gerektirir. yanı artık kamışlıktan koparılan neyin tekrar vuslatına erdiği olgunluğa ulaşan hallac gibi kimseler diyebilir ancak.

bir çok çile çeken ve sonuçta maneviyatın en uç noktalarına ulaşan hallac zamanın din alimlerinin şekilciliğinden ötürü suçlanmış ve 8 yıl hapis edildikten sonra maliki kadısının emriyle önce 1000 kırbaçtan geçirilmiş, sonra uvuzları koparılmış sonra da derisi yüzülerek öldürülmüştür. bir rivayete göre, her uvzu enel hak demiş ve akıttığı kanı laileillallah yazmış ve doğa büyük bir zikr ile seslenmiş. her ne kadar günümüzde aleviler ve bektaşiler tarafından sahipleniyorsa da aslında evrensel bir dinsel görüşe sahip hallac ı mansurun özellikle butün ayrılıkları gereksiz gördüğü bilinmektedir. yani bir alevi, bir bektaşi, bir sunni ya da vs. değildir.

enel hak demesi mevzusuna gelince aslında bu öyle göründüğü gibi yüzeysel bir şey değildir. normal bir insanın tutup "enel hak" demesi olmaz. tasavvufta 7 makamın sonu fenafillaha ulaşan insan narın etrafında dönen pervaneliğin son aşamasına gelir ve narın bir parçası (yani allahın dünyadaki tecellisinden biri haline gelir). bu tür sayısı çok az insanın yaptıkları herşey allaha iman edercesine yapılır. yani yaptığı herşey allah ın elindendir. hallac ı mansur da büyük bir allah aşkıyla yanıp tutuşmakta olduğu için sonunda onun varlığında yok olacağı o aşamaya gelmiştir. lakin günümüzdeki insanlar, özellikle çarpık düşlünceleri olan dinsel felsefeler hiç çile çekmeden, iman etmeden vs. yapmadan bu "enel hak" düstürunu kendine malzeme yapmakta, onun akıl yıpratıcı derin içeriğini sığlaştırarak kısaca dile pelesenk olmuş bir piyasa ibaresi olarak kullanmakta, gözümüze sokmaktadırlar. zira hallac ı mansur kendi kitabı olan tavasinde "hak haktır, mahluk mahluktur der" ve enel hak sözünü şu şekillerde açıklar:

"halk'ta yer alan hak unsuru dolayısıyla hak, halk'la aynıdır. ben hakk'ım, zira ben hiç bir zaman hakk'la hak olmaktan vaz geçmedim.seninle benim aramda illahlık ve rablik(el-ilahiyye ve'r-rubiyye) yoktur. ey ben olan o, ve ben o'yum. zamandanlık ve ezelilik bir yana, benim benliğim ve senin o'luğun arasında hiç bir fark yoktur."