bugün

ben bu yazıyı sana yazdım

kadının sol omzunda,
terk edilmeyi bekleyen bir misafirim,
üstümdeki yükün ağırlığını unutmuş,
kapıyı çaldım.
kimse açmadı.
bir daha çaldım.
kimse açmadı, yine.
parmakları üzerinde dönüyordu dünya,
o gece beni fark eden tek şeyin sensörlü lamba olduğunu biliyordum.
üstümdeki yük daha da ağırlaşıyordu,
bir kadın merdivenlerde oturuyordu,
yakmadığı sigarasını elinde tutuyordu,
cebimden sigaramı çıkardım,
"ateşin var mı?" diye sordum.
"evet" dedi.
"madem ateşin var neden karanlıkta oturuyorsun?" diye sordum.
cevap vermedi.
sigaramı yaktı, kendininkini de yaktı.
yüzünde bir gülümseme yürüdü,
parmak uçlarım karıncalandı.
sigaramı düşürdüm merdivenlere,
kadın ayağa kalktı,
sigaramı ezdi ayaklarıyla,
sağ gözümü kaybettim,
parmaklarım kaskatı kesildi,
tırnaklarım ağrıyordu,
merdivenlere oturdum,
günlerden eylül gecelerden ise çarşambaydı.
üstümdeki leş kokusunu alabiliyordum,
kadın rahatsız oldu,
elleri, elleri ve ayakları,
tam önümde duruyor ve kesiliyordu.
gece ve kan pıhtısı.
yok bu gece.
yok bu kan.
o merdivenlerde kadına fısıldadım,
ölmek için zaman istedim kadından,
onun yanında ölüyüm,
gelin ve parçalayın cesedimi,
acıya acı olmuş bir dokunuşla geceyi,
ve aldanışla merdivenleri köprü sanarak,
onun yanında basamağım,
üstüme çıkıyor dualar,
bulaşıcı bir hastalık gibi kanımı akıtıyorum,
her kirpiği bir işarettir kadından,
bunu çocukluğumda biliyordum,
doğmadan ve hiç yaşamadan anlamsız,
ve şeftali ve vişne...
uykusuz bir nefes bulandı gözlerine,
kapıyı çalıyorum tekrar,
açan bir kadının cesedi,
susamış ve terk edilmiş,
gördüm ben o kadını,
dağın tepesinde oturup manzaraya sövmüştü,
yüzüme dokundum,
kesik dudaklarımdan artan bir ıslaklık,
ruhuma dokundu,
siyaha döndüm ve hareketsiz duruyorum,
nefes alışlarımı duyuyor kadın,
üzerime öksürüyordu nefretini,
hasta bir kavmin gelişi ve yıkılışını biliyor,
ne biliyorsan söyle,
kadın birden yaşlandı,
beynim buruştu,
felç geçirdim,
öldüğü merdivende gökyüzüne değen bir renk bırakmıştı,
bir dokunuşla utandıracak beni
içime zehir olan bir aldanışla bağıracak
kadına söylendim.
Nasıl da mayhoş gövdede yokluğu ikimizin,
kadın ölüme kavuştuğunda yorulur,
ve hep nefret ettiği gibi kalacak.
göz kapakları dünyaya açılan bir kapı,
göz kapaklarını çaldım,
açmadı,
göz bebeği ölmüştü,
taştan bir göz bıraktım,
bir arı kovanına attım,
6 ayrı yerde 6 farklı şekilde konuşan kadına baktım,
seslerini duydum 6 farklı tonunun birleşmesini,
aldatıldım,
mezarımdan çıktım aynaya baktım,
yüzüm değişmiş,
bir nefret işleniyormuş gibi çıkan gürültüye kesildim,
aşk ona kavuştuğunda temizlendi,
bana söylemek istemediği her şeyi mırıldandı,
dua ettim ona,
son nefesiyle irkildi,
vücudu buharlaşıyordu,
mavi bir duman yükseldi,
kör oldum,
oturdum baş ucuna,
"merdivenlerden" bahsettim,
oraya gittim,
kayboldum.
o bir daha gelmedi.
ben bir daha kapıyı çalmadım.
camdan bir kadın gibi öldü, buğuluydu...
cam kenarında sevdim bir süre,
camdan dudaklarıyla yüzümü kanattı,
sanırım öpmek istemişti.