bugün

bukalemundan mektuplar

merhaba zalimliğe başkaldıran asil halkım,

nasıl gurur duyuyorum o sırt sırta verişimizle. romantik devrimcileriz biz, sevgiyle, alkışla , şarkılarla türkülerle isyan ediyoruz.
o yakıp yıkan, söven ve bizi haklıyken haksız gösteren kansızlar bizden değildir, onlar da faşisttir.

bizim devrimimiz rengarenk. ve o ne kadar rengarenk ise ben o kadar matım.

bukalemun kaleminden çıkan bir yazı hüzün taşır. umutla başladığıma bakılmasın, bir hüzün yazısıdır bu.
ve aslında bütün umutlar biraz hüzün içerir.

silahlarının ucunda parlayan kızıl bir kıvılcımın peşi sıra ardımıza düşerken biber gazının metalik fişekleri,
sarsak hallerde sağa sola kaçışıyorduk. etrafı gri bir duman çevreliyordu ve öksürük sesleri inlemelere karışıyordu.
Solüsyon yetiriyorduk gözleri paralize olmuş, nefesi tıkanmışlara. Yere düşenlere el veriyorduk, yere düştük mü tanımadık bir
el uzanıyordu ellerimize. Kardeşliğe dair bütün duyguların zirvesindeydik.

Oysa gökyüzünden kafalarımıza kapsüller yağarken, o telaşede bile bir aşksızlık hüznü çöküyordu bana. El ele tutuşup kaçışacağımız,
sonra toparlanıp yine direneceğimiz sen yoktun yanımda. aşksız bir romantik devrim eksiktir. şu günlerden bahsedeceğim zaman on yıllar sonra
(ölmez isem tabi), yanımdaki seni anlatamayacağım. salaş sarsak kaçışıyordum diye başladığımda cümleye, birinci tekil şahıs hüznüyle yutkunacağım.

artık iyice bağımsız, hallice yalnızlaşmış ve epeyce yaşlanmış haldeyim. en şaşalı dönemlerimde uğramadın bana ses etmedim, bekledim.
param oldu, atletik oldum, sağlıklı oldum, filozof oldum, roman bile yazdım, gelmedin, bekledim. umut hala hayal gökyüzümün güneşiydi,
parlaktı. sen, en dibe vuracağım zaman gelip elimden tutup kaldıracaktın beni. ve son durağı ölüm olan hayat yolunda, o durağa seninle
birlikte, el ele gidecektik. ve işte, o en dip zamanları geldi çattı. paralı, atletik, sağlıklı dönemlerim bitti; hesap kitap yapan göbeği çıkan bir adam
çöreklendi yerine. sonra düşünemeyecek kadar bunadı zihnim, ve hafızam siyahla beyazı karıştırır hale geldi, yıprandı. kitabımı kimseciklere okutamadım.
ve zulme isyan ederken bile yalnızdım.

artık umudumun güneşi, bozuk bir floresan lamba gibi yanıp sönüyor, tekliyor. çaresiz tiz bir ses çıkarıyor. beynimin kıvrımları, kalbimden gelen
hayal akışlarının önüne barikat kurmaya başladı. sana gereğinden fazla şans verdim, artık zaman mantık zamanı diyor. kalbim direnmeye çalışıyor,
hükümetin karşısında ne kadar umut varsa direnişimizde, kalbimde onun kat be kat altında umut var. istanbuldan bile gitmek istiyorum. burası bile
senin olmadığın bir yer ise, başka hiçbir yer senin olduğun yer olamaz zaten. ben bu şehire, bu şehirde aşk yaşamak için gelmiştim. bu şehirde yalnız
olup ölümü beklemek, başka şehirlerden daha büyük külfet. bu kalabalıkta seni beklemek, şehir kalabalığından geçenlerde seni aramak daha da yorucu.

Hem ne zırvalıyorum ki ben; seni beklemek, seni aramak, seninle el ele direnmek, seninle ölmek??? Artık iyice anlamaya başladım; sen diye birşey yok...