bugün

söykü dergisi sayı 14 kar

bir kadın bir adam | allahsiz kitapsiz cahil kadin

ardı ardına orta yerlerinden keserek avuçlarının içerisinde sıktığı ve bileklerinden süzülerek dirseklerinden yere damlayan limon sularıyla, tezgahın üzerine çıkmış, avaz avaz bağırıyor pazarcı;

- ce! ce! ce! limon değil vitamin satıyoruz aplacığım gel! gel bağyan gel! vitamin toptancınız burdaaa!

semt pazarlarını çok severim ben. birbirlerini tanımayan insanların sosyal ilişkilerinin hat safhada gözlendiği mekanlardır. insanlar içtendirler çünkü ortam bunu gerektirir. kadınlar, pazarcının yengesidir, ablasıdır, annesidir. erkekler deseniz; hocası, abisi, babası, dedesi. semt pazarları, sadece alışveriş mekanları olmaktan öte başlı başına birer sosyal merkez, kent kültürü ocaklarıdır ki bu yalnız ülkemize has bir durum da değildir. doğu kültürünün etkisinde kalmış tüm ülkelerde hatta eski sovyet cumhuriyetlerinin hemen tümünde hal böyledir. hal böyle iken, semt pazarlarını öldürmeye kast etmiş dev alış-veriş merkezlerine bakın bir de; evet! beethoven'ı, mozart'ı, tchaikovsky'yi ben de severim elbet! ama bakışlarıyla birbirlerine sahte gülücükler dağıtan, kendinden başka olma, başka görünme yarışındaki insanlar eşliğinde domates, biber, patlıcan alırken değil.

- bakınız! yazar, bunun ayırdına varabilmemiz için bizlere ne güzel bir ipucu vermiş;

"...şehirde dolup taşan tek yer olan alışveriş merkezleri yeni Pazar yerleri gibi dolup taşıyordu lâkin. Çığırtkanları olmayan, çamursuz, sıcak ama ruhsuz..."

fark ettiniz mi hiç? işyerinde başka, evimizde başka, arkadaşlarımızla birlikteyken başka bir insan haline dönüşebiliyoruz artık. evrimleşmemiz, sistemin zorlamasıyla, daha ziyade fizyolojik olmaktan çıktı da bir kişilik bölünmesi şekline dönüştü.

lamı-cimi yok! kıçı-başı kıvırmanın anlamı da! kapitalist sistemin bir getirisi bu. yaşamak için öldürmek, gözde olabilmek için kimilerinin omuzlarına basmak, kendinizi üstlerinize olabildiğince iyi pazarlamak zorundasınız. yüreğiniz yufkalaşmadan, ezerek, sömürerek ve gerektiğinde kandırarak insanları, ayaklarını kaydırarak, olmadı! en azından çelme takarak. gözleriniz, özellikle makamınıza aday kişilerin üzerinde olmalı. sizden daha üretken, öngörülü, çalışkan hatta akıllı olmasının da çok önemi yok! sizde şeytan zekası var ne de olsa... yayın! hakkında türlü rivayetler, zekanıza yaraşır olsun ama... öyle olsunlar ki duyanlarda 'acaba' kuşkusu hemen uyansın, o kişiye belli bir önyargı ile baksın yeter! gerisi, çorap söküğü gibi gelecektir ardından...

- nesiniz siz! bir insan mı? yoksa, allahın belası bir yaratık mı!

aslında, suçunuz sisteme uymak sadece... gereklerini harfiyen yerine getirmek ve yükselmek. ta! ki sizden zeki biri çıkıp sizi al-aşağı edesiye kadar. edecektir de mutlaka, bunu da biliyorsunuz ama olabildiğince dayanacaksınız, bu iş böyle...

"...Kadın uzun yıllardır işten çıkıp en yakın alışveriş merkezinin yüzme havuzuna gider ve 1 saat kadar yüzdükten sonra evine dönerdi. Spor değildi derdi, hem de hiç. Su, temizliyordu ruhunu. Her gün yıkar, çitiler, paklar, yumuşatır, kurutur ve asardı ruhunu ve her iş çıkışı yeniden kirlenmiş bulurdu kendini..."

- insanın, insanlığına bulaşan kiri ve pisliği temizleme, ruhunu onlardan arındırma çabasıyla bir yüzme havuzunu seçmesi, diğer bir deyişle kendi kendini bu yönde telkini için isabetli bir davranış doğrusu lakin muktedir değil.

"...Garson, yine kadının çocukluğundan hatırladığı alüminyum kaplama bir tabak içinde nar gibi kızarmış köfteleri getirdiğinde mekâna girmeden önceki hoş anılar Serap'ın zihninde yeniden canlandı. Köftenin tadına baktığında ise damağında yayılan lezzetin çocukluğundaki ile aynı olduğunu fark etti..."

- insanın çocukluğuna dönmesi ve o yılları anımsaması. anlatılması zor duygulardır onlar çünkü zaman öylesine bir güçtür ki iyileri kötülerden ayıklayan ve kötüyü filtre edebilen bir özelliği vardır. geçmişe ilişkin iyiler, güzeller ve hoşlar kalır zihnimizde kötüler, çirkinler, acılar ise hiçbir zaman yok olmaz fakat iyice törpülenirler. yoksa, nasıl yaşayabilirdik? her acı yıllarca aynı şiddetle sürüp gitse zihnimizde ve kalbimizde.

"...Bikinisini giydi, uzun kıvırcık saçlarını gevşek bir topuz yaptı, havlusunu aldı ve parmak uçlarına basarak havuza doğru yürüdü. Kapıyı açtığında kulaklarından ayaklarına doğru hızla bir acı yayıldı. Mehmet orada yoktu. Kirpik uçları nemlendi, omuzları çöktü ve kenarda duran şezlonglardan birine bıraktı kendini. Mehmet'i düşünerek onlarca dakika geçmiş olmalı ve geçen onca dakikada kadın hep aynı şeyi düşündü; "Bu hissettiğim şey de ne böyle?"..."

- aşk diyorlar onun adına! aşk. bu denli güzel tasvir edilirse kadının halleri, bilmek için müneccim olmaya da gerek kalmıyor elbet.

çok güzel bir öykü bu ve çok şeyler ifade ediyor. güzel öğütler veriyor yaşama dair. "her ne nedenle olursa olsun, insanlığınızı kaybetmemeye özen gösterin, eskinin bizleri, kişiliklerimizi şekillendiren güzelliklerini ellerinizin tersiye itmeyin" diyor. "robot olamayın, sistemin sizleri robotlaştırmasına izin vermeyin dostlar!" diyor. başınıza kakmadan, sizleri incitmeden, dostça söylüyor.

birkaç önemsiz yazım hatası dışında bu sayının en beğendiğim öykülerinden biri oldu bu. kurgusuyla, anlamlı fakat ağdasız cümleleriyle ve vermek istediği önemli toplumsal mesajlarıyla. yürekten kutluyorum seni, allahsiz kitapsiz cahil kadin.
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar