bugün

"Anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, herhalde önce nerede doğduğumu, rezil çocukluğumun nasıl geçtiğini, ben doğmadan önce annemle babamın nasıl tanıştıklarını, tüm o David Copperfield zırvalıklarını filan da bilmek istersiniz, ama ben pek anlatmak istemiyorum. Her şeyden önce, ben bu zımbırtılardan sıkılıyorum...

herkese merhaba,

tüm zamanların en iyi roman girişi seçilmiş yukarıdaki cümlelerle başlamak istedim bu sayının giriş yazısına, zira bu sayımızı bir yılbaşı ertesi doğan, ve yirminci yüzyılın en tartışmalı klasiklerinden biri olan "çavdar tarlasında çocuklar"'ın yazarı j. d. salinger'e borçluyuz.

tüm kitaplarında insanların samimiyetsizliği ve ikiyüzlülüğü nedeniyle yabancılaşmış ve doğal olarak toplum dışı davranışlar sergileyen kahramanlar yaratan salinger, çözümü durup savaşmak yerine kaçmak ve saklanmak olarak göstermiştir.

ne tesadüftür ki, gerçek hayatında da, "çavdar tarlasında çocuklar"'ın yarattığı ünden sonra, toplumdan kaçmış, gazetecilerden saklanmıştır. bu döneminde pek çok dönemdaşı yazar gibi zen felsefesi ile ilgilenmiş, sonradan yayınlanan öykülerine bu ilgisini hissedilir derecede aktarmıştır.

beyaz bir kar tabakasının izolasyon hissini güçlendirdiği bu günlerde, yalnızlığın ve sessizliğin de insan ruhu için arada sırada gerekli olduğunu, "kar" temalı bu sayımızın da bu anlara eşlik etmek için biçilmiş kaftan olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz.

soğuk kış akşamlarında buğulu camın hep sıcak tarafında olmanız temennisiyle;

hepinize iyi seneler, iyi okumalar."(experimental)

@______________________________________@
_____________söykü dergisi_________________
________________sayı 14___________________
_______________konu: kar________________
@______________________________________@

usul ... (akil tutulmasi)
http://www.uludagsozluk.com/e/17939428/

bir kadın bir adam ... (allahsiz kitapsiz cahil kadin)
http://www.uludagsozluk.com/e/17866462/

kardan adam mağrurluğu ... (esesdopiyespiyes)
http://www.uludagsozluk.com/e/17982354/

kar sessizliği ... (experimental)
http://www.uludagsozluk.com/e/17946119/

daha mutlu olamamdan bir daha mutlu olamama geçmek ... (f628)
http://www.uludagsozluk.com/e/17807432/

kar soğuğunda yanmak ... (hanna)
http://www.uludagsozluk.com/e/17954094/

kardan adam ... (inanna salome)
http://www.itusozluk.com/....php/kardan+adam/@9937361

beyaz bir örtü serdiler üzerime ... (kaideyi taciz eden istisna)
http://www.uludagsozluk.com/e/17841776/

kardan ecel beyaz ölüm ... (liberalisticcommunist)
http://www.uludagsozluk.com/e/17944565/

beyaz suçlu ... (tanzamanitanyeri)
http://www.uludagsozluk.com/e/17930818/

@_________________________________________@
*öyküler yazar isimlerine göre sıralanmıştır.

web sayfamız üzerinden yayını 31 aralık'ta yapılacaktır.

tüm sayılar için:
http://www.soykudergi.com/

***

duyuru: önümüzdeki sayının konusu "soba". öykülerinizi, 17 ocak perşembe akşamına kadar soykuyolla@gmail.com adresine ya da bana iletebilirsiniz. (bkz: söykü dergisi sayı 15 soba)
görsel

http://www.youtube.com/watch?v=9t6P7djLoTM
senenin son sayisi... tarafimdan merakla beklenmektedir. ellerinizi korkak alistirmayiniz, yaziniz, gonderiniz.
muazzam bi söykü sayısıdır.

görsel
(hadi sevişelim)
--spoiler--
meteoroloji genel müdürlüğünden yapılan açıklamaya göre; istanbul -az bulutlu-, ankara -puslu-, bursa -çok bulutlu-, söykü -kar yağışlı-...
--spoiler--
cok dogru bir zamanda yayinlanmistir.
beyaz suçlu | tanzamanitanyeri

öykülerde giriş bölümleri, romanlara göre daha büyük önem arz ederler. zira, romanlarda giriş bölümleri çoğu kez, zaman, mekan ve kişilerin tanıtımları ile bunların birbirleriyle ilişkilerinin ortaya konulmasını içeren anlatımlarla geçer ki bu bölüm, tam anlamıyla okuyucunun olaylara hazırlanma safhasıdır. dolayısı ile kişi ve mekan tasvirlerine geniş yer verilip gerçekleşecek olayların unsurları bir bir tanımlanarak bir gelişme ya da açılım sağlanmış olur. bu noktada yazarın, anlatımındaki akıcılık ve okuyucunun ilgisini çekebilme, onu eserine odaklayabilme yeteneği elbette önemlidir ancak, yazarın kendini ifade edebilmek için uzun bir zamanı vardır.

oysa öykülerde, bu denli uzun zamanınız yoktur. dolayısı ile bu geçiş dönemini, dar zamanda ve her şeyi tam kararında okuyucuya sunarak, onu sıkmadan, mümkün olduğunca kısa sürede öykünüze sokmak gibi bir uğraşı içerisine girersiniz.

beyaz suçlu'da bu standart kalıplara sığmayan ve kelimenin tam anlamıyla ezber bozan yapı hemen dikkat çekiyor. öylesine güçlü bir giriş bölümü var ki okuyucu olarak kendinizi, ringe çıkar çıkmaz ters bir yumruk yiyerek kroke duruma düşmüş bir boksör gibi hissediyorsunuz.

her kelimesi tek tek ve büyük bir özenle yerleştirilmiş tümcelerdeki anlam zenginliği ve derinliğine bakar mısınız;

" kan renk verdi beyaza. çığlıklar kirletti sessizliği. parmak izleri yalancı, görenler önyargılı. suçlu, hiç bu kadar masum olmamıştı. iki kelime kurtaracaktı iki hayatı. hareketsizce yatan genç kızdan ve elinde kanlı bıçak olan genç adamdan başkası yoktu sokakta. ya cinayetti, ya intihar. aslında her ikisi de. çığlık sesleriyle yandı tüm lambalar, camlara doluştu insanlar. ambulanstan önce polis geldi olay yerine. ne taksi, ne ambulans. ilk önce polisi aradı camdakiler..."

- şimdi! bu paragrafı alıp öykünün en sonuna yerleştirmeyi deneyin. o taktirde, aynı vurucu gücü bu kez standart öykü formatında hissedeceksiniz ki çoğu yazarın eğilimi de öyküsünü bu biçimde kurgulamak, yani indirici darbeyi öykünün sonunda vurmak yönündedir.

bu tip sıradışı başlangıçların faydaları olduğu gibi yazarın kapasitesine bağlı olarak mahsurları da olabilir. zira, her ne kadar okuyucu, hiç de beklemediği bir anda kolundan tutulup öykünün içerisine, üstelik büyük bir heyecanla çekilmiş olsa da aynı heyecanı öykünün devamında da yükselerek yaşamak gibi bir isteğe kapılacaktır. bu istek, yeterince karşılanamadığı takdirde okuyucuda bir tatminsizlik hali gözlenir.

tanzamanitanyeri, bu kritik süreci, takip eden kısa paragraflarında başarıyla geçerek sona ulaşmış görünüyor. zekice bir kurgulama ile ilk paragrafın kördüğümleri bir bir çözülerek, ne söylenmek, ne anlatılmak istendiği, doyurucu bir biçimde ve fazla uzatıp okuyucuyu sıkmadan açıklanmış.

öykü, kurgusundaki ezber bozan havasının yanısıra, üzerinde durulması ve ciddi ciddi düşünülmesi gereken toplumsal mesajlar da içeriyor. bu bağlamda, mahalle sakinlerinin ambulanstan önce polis çağırma gibi yanlış ve yerleşik alışkanlıkları ile mevcut adli sistemin önyargılı tavır ve eylemlerine de eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşıldığını görüyoruz.

sağlam bir kurgu, yazım kurallarına başarıyla uyum, akıcı ve nitelikli bir anlatım sonucu, karşımıza sapasağlam bir öykü çıkıyor. bizlere de bu güzel öyküsünden dolayı, yazarımız tanzamanitanyeri'yi kutlamak kalıyor.
beyaz bir örtü serdiler üzerime | kaideyi taciz eden istisna

yazarların okuyucu karşısındaki en büyük güçleri, okuyucuyu, kişilere, olaylara ve durumlara kendi bakış açıları doğrultusunda yönlendirebilme yetisine sahip olmalarıdır. bu bağlamda, baş kahramanları bir soyguncu, bir seri katil, hatta bir şeytan olsa dahi, öyküde gerçekleşen olayların akışını, onları iyi, doğru ve haklı gösterecek şekilde kullanarak, okuyucunun bu kahramanlar hakkında zihinlerinde oluşan kötü imajı silebilir, hatta destekleyecek duruma gelmelerini sağlayabilirler.

'çakal carlos' düpedüz bir süikastçı iken, onu okuyucu olarak nasıl da destekliyor olduğumuzu düşünürsek bu durum daha iyi anlaşılabilecektir.

bu çerçeveden bakıldığında, inanan bir insanın o güne değin kafasında yer etmiş şeytan imajını kırmanın en etkin yollarından biri, yazarın yaptığı gibi yankesicilerin darbına maruz kalmış, kaşı patlamış, burnu, çene kemiği ve kaburgaları kırılarak parası çalınmış acz içerisindeki bir insanı, insanüstü yeteneklerini kullanarak iyileştirmesi ve hiçbir şey olmamış gibi ayağa kaldırabilmesidir. hele ki bu şeytan, kendisine 'rıdvan' denmesini istemişse okuyucular olarak bizlerin yüzüne, ister istemez hoş bir gülümseme de yansıyıverir.

tanrı-şeytan-insan üçgeninde oldukça iyi kurgulanmış bir öykü bu. bu tür öyküler, konusu itibarı ile ağır ve semavi dinlerin emrettiği şekilde, tanrı'nın tapılması gereken tek varlık olduğu inancını taşıyan okuyucu kitlesi tarafından çoğunlukla tepki çeken öykülerdir. ancak yazar, tanrı ile şeytanın insan davranışlarını esas alan hareket noktasından, kendilerine yönelik özeleştiriler getirmeleri şeklinde kurguladığı öyküsü ile başlangıçta oluşması muhtemel olumsuz önyargıları kademe kademe bertaraf ederek sönümlemeyi ve vermek istediklerini, oldukça anlamlı ve günlük yaşamdan kesitlerle örnekleyerek vermeyi başarmış.

bu, değme yazarın dahi göze almakta tereddüt edeceği, hiç de hafife alınmaması gereken, oldukça zor ve riskli bir uğraştır. zira, kutsiyet kavramı başlı başına bir dogmadan kaynaklandığından inanan kitleler için kesinlikle eleştiriye açık değildir. bu bağlamda, insan veya öykünün anlatıcısı tarafından değil de ilahi güçlerin birbirlerine eleştiriler yöneltmesi ve bu eleştirilere karşılık savunmalar geliştirmeleri şeklinde gerçekleşen bir tür özeleştiri mekanizması, doğrusu başarıyla işletilerek, başlangıçta oluşan tepkilerin öykünün sonlarına doğru iyiden iyiye minimize edildiğini görüyoruz.

insanların inançlarını sorgulayan öykü ve romanlarda en büyük risk, konunun ağırlığına karşın ortaya konulan gözlem, düşünce sistematiği ve örneklemelerin aynı ağırlığı taşımaması ve hafif kalmasıdır. bu olumsuz durumun gerçekleşmemesi için kullanılan her sözcüğün, her olayın, her diyaloğun özenle seçilmesi ve okuyucunun, irite edilmeden olabildiğince düşünme ve analiz etmeye sevk edilmesi birinci kuraldır.

elbet! bir öykü okumakla kimsenin, o güne kadarki doğruları, yanlışları ve kutsal kavramları değişmeyecektir ama okuyucunun zihninde yaratılmış küçük bir etki, bir 'acaba' dahi zaman içerisinde gerçekleşecek ciddi dönüşümlerin başlangıcı olabilir. o nedenle de bu tür öyküler, körü-körüne bağlılıktan ziyade, yaşam içerisinde gerçekleşen türlü olayları gözler önüne sermek ve okuyana yeni bakış açıları sunmak bağlamında önemli bir misyon üstlenirler.

kaideyi taciz eden istisna'nın bu öyküsünü, yukarıda saydığım türlü riskler nedeniyle korka korka okudum desem, yalan olmaz. lakin, sona geldiğimde, bu denli ağır ve riskli bir konuda, gerek anlatımındaki içtenlik ve özen, gerekse etkileyici gözlemleriyle oldukça başarılı bulduğumu da belirtmek isterim.

- belli ki üzerinde uzun zaman harcanmış, güzel bir öykü bu.
rengarenk öykülerle dolu, hazzın acısının da, tatlısının da sunulduğu bir sayı.
beyaz bir örtü serdiler üzerime-kaideyi taciz eden istisna

Teslis inancındaki kutsal üçlemenin kahramanlarıyla oynayan yazar yerlerine daha heyecanlı karakterleri yerleştirerek, din adamlarının sıkıcı vaazlarının aksine insanlığa verilebilecek en şık öğüdü vermeyi amaçladığını düşündüğüm anlamlı ve hatasız kurgulanmış bir öykü.

Açıkça konuşanlara, fikirlerini direkt söyleyenlere, sözlerinde hakikatin olduğu kişilere dürüst derler ve dürüstleri köylerinden kovdukları duyulmuştur. Bir kovulmuşun ardından gelen onlarca mit dinlemişizdir ya da ona yenilerini eklemişizdir;

“ şeytana uydum”

Öyküde, haklı bir hicivin yanı sıra Şeytanın da kendisini aklamak zorunda kaldığı bir dünyadan bahsediliyor buna ek olarak Tanrı, şeytan ve insan sembollerinin üç farklı yorumlanışıyla insanların içlerindeki kötülüğün hangi boyutta seyrettiği tarif ediliyor. Yazar Dünya düzeni hakkında, tanrıdan başlayarak insanda biten bir dizi göndermelerle bize kendimizi, insanlığı, yaratanı, yarattıklarını hatırlatan felsefesi fazla eğlencesi tarif edilemez tatta bir öykü daha çıkardı karşımıza. içindeki göndermeler muhteşem. Bunlardan birkaçı şöyle;

*" mutlu edilebilir mi ki ? "

" elbette edilemez " dedi alaycı bir gülüşle meçhul adam. ve devam etti " sana dürüst olmayı, doğruyu seçmeni öğütleyen bu düzen, bunları yaptığında her şeye sahip olmanı sağlıyor mu ? vaat ettiği şeyleri yerine getiriyor mu ? seni zenginliklerle donatıyor mu ? en son ne zaman mutlu hissettin kendini ? ne zaman her şeyini tam hissettin ? ben söyleyeyim senin yerine, hiç bir zaman... her şey için özlü bir sözleri var. mutsuzluğun için uydurulmuş kılıflar. vaatlerini yerine getirmediklerinde inancını ayakta tutabilmek için bulunmuş inciler bunlar. " bir şey olmuyorsa ya olmaması gerektiği için ya da daha iyi bir şey olacağı için olmuyordur. " görüyor musun ? komik.

sizi dünyanın en zeki varlıkları ilan edip sonrasında, kısa cümlelerle ruhunuza dokunma çabası... iğreniyorum. lanetlendiği iddia edilen toplum, bugün dünyaya hükmediyor. nasıl bir lanet bu ? her şeyi bir kenara bırak, bugüne kadar istediğin ne gerçek oldu ? o duraktaki kız seninle mi ? hayır. her gün önünden geçerken baktığın o araba ? peki o senin mi ? hayır... hani, doğru şeyi yapan, inanan, tapan, bu dünyada da öbür dünyada da mutlu olurdu ? öbür dünyayı bilmiyorsunuz, bu dünyada ise durumunuz ortada. size yalan söylediğinin farkına ne zaman varacaksınız ?

*madem bu kadar bağışlayıcı, bir anne'nin gözlerinin önünde çocuğunun ölümünü seyretmesi, hangi iyiliğin eseri olabilir ki ?
herkes benim kötü olduğumu sanıyor. lanetli bir topluma, güç veriyor, dinine inanların yok olmasına göz yumuyor ve kötü olan ben oluyorum. dünyadaki ölümlerin sebebi ben ilan ediliyorum. peki bugün yaralarını iyileştiren kim emre ? "

*" sen bir ay boyunca, ömrünün en verimli zamanlarını, bir adamın yanında günde on iki saat çalışarak geçiriyorsun. onu burada, hiç bir hakka sahip olmayan üç kişi tarafından ölesiye dövülerek kaybediyorsun. dürüstçe çalışıp, kimsenin hakkına tecavüz etmeden kazandığın para avucundan uçup giderken o nerede ? etrafına bir bak emre, biri çıkıp sana yardım etti mi ? biri çıkıp neler oluyor burada dedi mi ? sen ve o üç adamdan başka kim vardı ?? hiç kimse... iyilik kazanmıyor evlat. bu kadar kötünün olduğu bir dünyada iyilik kazanmıyor. ve ben işimi yapamıyorum. o kadar kötü var ki ben onların yanında iyilik meleği gibi kalıyorum. işte tamda bu nedenle yardımına ihtiyacım var "

*" - alaycı bir tavırla gülerek - bir erkeği harekete geçirmenin en iyi yolu sevdiği kızın başını belaya sokmaktır. dünyadaki tüm savaşlar ve tüm icatlar bir kadın uğruna yapılmıştır. kimi beğenilmediği için bir şey icat edip, ne kadar büyük bir hata yapıldığını kanıtlamaya çalışmış, kimisi de bir kadın için bir ülkeye meydan okumuştur. evet, kader planı böyle değildi ama dünyanın kurtulması için ufak bir değişiklik şarttı. "

Tüm kadınlar adına bu Göndermelerden en beğendiğimi seçiyorum;

*" saf çocuk. erkeğin gidişi ne zamandan beri bir kadın için kayıp olmuş... bir kadının önüne on tane çıplak adam getir. hepsi çirkin olsun. allah'ın unuttuğu olsun. hangi kadın sevişir ??? hiç bir kadın sevişmez evlat. tam tersini düşün. bir erkek on kadın. sonuç ??? bir erkek on kadınla birden sevişmek ister... kadının en büyük gücü budur. istediği adam ile birlikte olup, aslında adamın onu seçtiğini düşünmesini sağlamak. bu dünyadaki en büyük güç bu. kadının istediğini yaptırma gücü. " bir karar vermeden önce düşün, şartları değerlendir, çıkarlarını koru, sonra karın sana ne yapacağını söylesin " demiş bir adam. onun tarafından seçildiğini düşünmesini sağla. sen seçmedin, o seni seçti... unutma, güç onun elinde. sen bir piyonsun. belki ilerde vezir olacaksın ama asla bir kral olamayacaksın. yapman gerekeni yap. merak etme. reddedilmeyeceksin. "

Kaideyi taciz eden ististna’nın öykülerindeki bariz özellik" düşündürürken heyecanlandırmak", mesela;

“76 saat on beş dakika 43 saniye”nin diyerek insanda acele etme hissini ayaklandırıyor ve böylece sizi öyküye dahil etmenin bir yolunu bulmuş oluyor. Okuyucuyu heyecanlandırmanın yolunu bulmuş olması takdire şayan.

" dünyadaki en saf şey, kötülüktür evlat, birini sevmediğin de onu seviyormuş gibi davranırsın. o sevgi gösterisi bir oyunculuktur, onu kırmamak için yaptığın bir numaradır. sahtedir. ama ona karşı içinde beslediğin kötülük saftır. şimdi beni dikkatlice dinle, şu dakikadan sonra 76 saat on beş dakika kırk üç saniye sonra, her sabah durakta gördüğün kız, iş çıkışı iki adam tarafından saldırıya uğrayacak. önce tecavüz edilip, sonra boğazı kesilerek bir tarlaya gömülecek. o adamların içindeki saf gücün durması lazım. işte o saf kötülük bardağın son damlası evlat. onları durdurmalısın. "

öyküde mantık hatası, aşırılık, tıkanmalar vs. yok yalnız yazarın bu tarz fantastik öykülerinde birbirine benzer bir kurgulama, halk dilinde kodlama şekli var sanki. bu konuda biraz daha dikkat ederse "diğer öyküleriyle biraz benzer öykü tadı" hissine kapılmamızı engelleyebilir.

üçlemenin var olduğu bu öyküde tanrıyı, şeytanı ve insanı başka pozisyonlarda grup yaparken göreceksiniz, heyecan verici ve oldukça ibretlik bir öykü.
yazarın dehasına kuvvet, amin…
beyaz bir örtü serdiler üzerime - kaideyi taciz eden istisna

söykü'ye aşina olan yazar ve okurlar kaideyi taciz eden istisnanın öykülerinde izlediği yolu ve bıraktığı tadı yakından bilirler. yazar, bir çok öyküde kimselerin riske etmeyi göze alamayacağı konuların üzerinde ustalıkla dolanır, ince ince işler ve sonucunda okuyucuyu ters köşe yapmasını iyi bilir. bu şüphesiz iyi bir yazar olmanın ilk ve en önemli adımıdır.

öyküye gelirsek; öncelikle öykünün başlığı yerinde ve tabiri caizse öykünün bedenine göre olmuş; ne eksik ne fazla.

öykünün başında sıradan bir gasp olayının gerçekleştiğini sanmak mümkün ama satırlar ilerledikçe işin rengi ortaya çıkıyor.

" hem hiç bir şeyim, hemde her şey, bir çok adım var, bir çok lakabım. özgürüm, kendimin sahibiyim, peki sen kimsin ? " bu cümleyi okuyunca öykünün hiç de beklediğiniz standartta olmadığını anlıyorsunuz.

semavi dinlerin üçünde de hem dünya hem de ahiret için uyulması gereken kurallar ve standartlar kesin çizgilerle belirlenmişken bu sınırların üzerinde gezmek risktir. hele ki bu, sadece yazarın kurguladığı ve bir temaya uygun olarak yazdığı bir öyküyse. ama gel gelelim yazar bu işi o kadar iyi ve profesyonelce kotarmış ki, riske ettiğini düşündüğüm değerlerin altındaki en önemli şeyi ; saf iyiliği ustaca vurgulamış. okurken bu ayrımın farkına varamayacağımı düşünmüştüm. fakat sonuca bağlanış şekli başarılı bir mesajla olduğundan yazarın aslında ne demek istediğini anladım.

akıcı, vurucu ve temaya uygun bir öykü olmuş. imla konusuna gelirsek, bir kaç ufak noktalama işareti hariç herhangi bir hata görmedim. onlar da nazar boncuğu olsun.
yazarı öncelikle cesaretinden, sonrasında da bu kadar riskli bir kurguyu ve konuyu aktarımındaki ustalığından dolayı tebrik ediyor, daha nice öykülerinde başka dünyalara gitmeyi diliyorum.
kardan adam- inanna salome
muhteşem bir öykü.
Görünen dünyanın görünmeyen kısımlarında, karanlıkta kalan ya da karanlığa hapsedilenlerin hamisi gibi inanna; yazdığı zaman heyecanlanmamak elde değil. Kalıpları zorlayan tavrı ve insanların çizdiği profillerin hiç birine bağlı kalmadan özgür düşünebilme yetisi öykülerinde bunu hissettiriyor.

Öykünün başlangıç şekli, gelişen olaylar ve bitişi arasında kurduğu köprünün taşlarını tek tek dizdiği izlenimini veren yazar, kurgularken okuyucuları çok sıkmamak adına vermesi gereken bilgileri süzgeçten geçirmiş, mesajlarını kısa ve net şekilde iletmenin yolunu bulmuş olması taktir edilmeyi hak ediyor.

“hafiften kar yağmaya başlar, ama hiçbir kar, erik'in üstüne düşen gizli geçmişinin çığı kadar etkili değildir. kayaklarıyla hız kesmeden, çam ağaçlarının arasındaki yolu takip ederek, geçmişteki yolculuğu devam eder erik'in.”

Kardan adamı hiç bu kadar ironik bir şekilde düşünmemiştim. Kar temasını en iyi işleyen öykülerden biri.

“erik, bunları düşünürken otelin önüne gelmişti.
bir kaç dakika sonra elinde annesinin doğum günü hediyesi kocaman kupasıyla sıcak çikolata içen bahar'ı gördü. biricik karısı selma endişeli gözlerle, biricik tatlı kızı bahar da şaşkın ama neşeli belki biraz da kıskanç gözlerle erik'a bakıyorlardı. erika'nın son hediyesi ile tüm ruhu özgürlüğüne kavuşmuş erik; hayatının anlamı selma ve bahar'a belki de her zamankinden daha derin bir sevgi ve aşkla gülümsedi. ve avazı çıktığı kadar bağırdı:

-kardan adam yapalım mı, güzel hanımefendiler?”

Yazarın Bakış açısı, insanlığı her şeyin üstünde tutma gayreti, hassasiyeti, herhangi bir otoritenin altında kalmadan olayları ifade edişi ve empatisiyle yoğrulmuş bu öyküde fark ediyoruz ki karanlıkta bırakılmaya çalışılanların oldukları şeyi saklamak zorunda olmadan, kararlarına göre şekillenen ve kendilerine acımasız davranan dünyaya karşı inadına mutlu olabilmeleri mümkün.
kar beyazı bir öykü.
yazarın ellerine sağlık…
kardan adam | inanna salome (itü sözlük)

her birimiz, yaşamımız boyunca, analiz yeteneğimizin, sahip olduğumuz bilgi ve görgülerin ışığında ve aklımızın yettiği ölçüde doğru tercihler yapmaya çalışıyoruz. o an için bizlere doğruymuş gibi görünen kimi tercihlerimizin, aslında yanlış olduklarını da zaman içerisinde anlıyoruz.

doğruluğuna kanaat getirerek yaptığımız tercihlerimizde, yakın çevremizden yardımlar alabildiğimiz de oluyor şüphesiz fakat kimi zaman da içimizdeki farklı benliklerin birbirleri ile kıyasıya mücadelesine tanık oluyoruz. böylesi anlarda, kaşımız-gözümüz oynuyor, kendi kendimize dudak büküyoruz, omuzlarımızı silkeliyoruz; "hayır!" ya da "bana ne! istemiyorum" dercesine. uzaktan izleyenler için komik oluyoruz elbet! ama yapıyoruz bunu, istemsiz fakat sürekli.

mesleki tercihlerimiz, eş tercihlerimiz, iş tercihlerimiz gibi hayati olarak adlandırılan ve yaşamımızın o andan sonrasını tümüyle şekillendirmeye muktedir tercihlerimizde, bir tarafımızın ak dediğine, diğeri kara diyebiliyor bazen ve işte! böyle zamanlarda kendimizi bir açmaza düşmüş hissediyoruz.

kimimizin içerisinde iki benlik varken, ki ekseriyetle ikidir ve bizler o ikinciyi benlik değil de çoğunlukla uyulmaması gereken 'şeytan' olarak niteleriz, kiminde üç, kiminde ise daha çok benlik olabilir. ancak, bu benliklerde cinsiyet tektir. erkeksek, hepsi erkek, kadınsak, tümü kadın.

hal böyle iken, siz tutun! bir de bunların değişik cinsiyetlerde olduğunu düşünün. yandı gülüm keten helva! insana, ister istemez "ben neyim? nasıl bir varlığım?" sorgusunu yaşatmaz mı? gerçekte ne olduğu, hangi cinse daha yakın olduğunu tespit etme mecburiyeti doğurmaz mı?

inanna salome bu kez, yaşamının 24 yılını kadın olarak geçirmişken, katıldığı olimpiyat oyunlarında yarış komitesinin cinsiyetini 'karışık' görerek yarışlardan men ettiği bir sporcuyu, bir dizi hormonal tedavi ve operasyonlar sonucu erkek ve dahası çocuk sahibi olan dünyaca ünlü bir kayakçıyı, erika schinegger'i* konu edinmiş öyküsüne.

- ilginç bir öykü gerçekten ve konu itibarı ile az rastlanır cinsten.

yıllar sonra, 7 yaşındaki kızının ısrarlarına dayanamayıp giymemeye yemin ettiği kayak takımlarını kuşanıp eski günlere, ta! 60'lı yıllara gitmesini konu alan, keyifli bir öykü. öyle ki, yamaç aşağı slalom yaparken adeda siz de ona eşlik ediyor, yaşadıklarını yaşıyor, hissettiklerini bire-bir hissediyorsunuz.

"...yıllardır unuttuğu mazisi, ertelenmiş bir hesaplaşma, pusuda beklediği kayak pistinde, erik kayaklarını kara basar basmaz onu, tüm ruhunu ele geçirmiştir. saklı geçmişinin unutulmuş anıları bir film şeridi gibi kayaklarının altında uçuşan kar zerreleriyle akmaya başlar... hem de eski şampiyon erika'nın hızına yakışır bir akıştır bu, sabahki masalsı kar havası artık erik için tipiye dönüşmüştür. tüm benliğini serbest bırakır, artık erik maziden çıkıp gelen erika'nın yönettiği filmin tek izleyicisidir."

inanna salome'nin o alışıldık duygu dolu anlatımıyla, keyifle ve bir çırpıda okuyacağınız cinsten bir öykü bu.
kar soğuğunda yanmak | hanna

polisiye bir öykü bu!

- katil yazar, vurulan ise okuyucu... hem de can-evinden!

nasıl olur! demeyin, olur öyle bazen.
daha mutlu olamamdan bir daha mutlu olamama geçmek | f628

- yeni yeni şekillenen havsalamızda neler düşünmeyiz ki çocukken ve olan-biten şeylerin çocukca sebebi, aslında olması gerekenlerdir belki de...

"...doğanın canlı bir varlık olduğunu düşünürdüm küçük bir çocukken, doğa da insanlar gibi üzülür, mutlu olur, güler, ağlardı. bu sebeple insanların sadece havanın kapalı olduğu günler öldüğüne inanmıştım zira bir insanın ölmesi ve doğa ananın buna gözyaşı dökmemesi ihtimali yoktu minik kalbime göre..."

- annelerimiz öldüğünde ağlasaydı gökyüzü, fena mı olurdu sanki!

"...daha önce yüzlerce kez geliş yolunu bekleyen gözlerim gidiş yolunu izlerken "bütün ilişkiler ancak kırk santim yol alıyorlar" diye düşündüm "kalpte başlayan ilişkiler kafada bitiyordu"..."

zaman zaman düşünmüyor değilim; "ille de mantık diye diye, yaşamlarımızı kendi ellerimizle aynılaştırıp dar ve sıkıcı kalıplar içerisine sokmak, sınıflamak, değişimden, heyecandan, cesaretten kaçmak, mantığı hep önde tutup onun, sesini yükseltmesine izin vererek, duyguları ikinci plana itmek, hatta onları olabildiğince baskılamak, bizleri; günahlarımız ve sevaplarımızla insan olmaktan uzaklaştırmıyor mu?" diye.

kalbin yerinde olsam, beyne isyankar olurdum! bu kadar da olmaz ki! sen binbir zahmet, bul-getir, o elinin tersiyle itsin. pekiyi! niye, gözünün üzerinde kaşı var! kendisine de sorsan 'kalender meşrep'tir üstelik.

bakıyorum da; çevremde kimi insanlar, adeta mantık abidelerine dönmüşler. içlerinde duygudan-vicdandan eser kalmamış. abilerimiz/ablalarımız, o denli mantıklılar ki bakışları bile değişmiş. gözleri, size bakıyor gibi görünüyor ama sanki içinizin derinlerini tarıyormuşcasına bir ifadeye sahipler. tüyleriniz ürperiyor, haliyle. mimik deseniz sıfır, hiç yok! sanki botoks yaptırmışlar da yüz kasları felç olmuş. değil güler-yüz, gülümseme belirtisi dahi yok! yüz-yüz değil adeta mahkeme duvarı. bunlar yetmezmiş gibi bir kendilerinden eminlik hali, bir burnu havadalıkları var ki, sormayın gitsin!

- bazen, böyleleriyle iki çift laf ettikten hemen sonra şeytan diyor ki;

"gece vakti sokak başında kur pusuyu! tam köşeyi dönerken geçir kafasına şeker çuvalını, al yaş odunu eline vur ha vur! yer misin, yemez misin? artık neresine gelirse."

- pekiyi! ya sonra? sonrası hem siz, hem de onun için hüsran! elbet.

bir süre 'mantık' çerçevesinde düşünüyor ve ardından, kendinizi sükunete davet ediyorsunuz. demek! ikisi de gerekiyor ama karınca-kararınca, aşırıya kaçmadan, insan için doğrular kadar yapılan yanlışların da değeri olduğunu bilerek ve dengeyi şaşırtmadan, birine öz, diğerine ise üvey evlat muamelesi yapmadan, kardeş-kardeş.

"...ilişkiler zifiri karanlıkta çıkmaya çalıştığımız sonu olmayan merdivenler gibiydi, her ay bir basamak çıkıyor belli bir süre sonra ayağımızın yeren kesildiğini hissediyor ve ömrümüz boyunca bu şekilde devam edeceğimizi sanıyorduk. lakin bütün ilişkilerin sonunda düşündüklerinin aksine düşüyordu insanoğlu. ben her ayın dördünde bir basamak çıkmış üçüncü seneye doğru ayağımın yerden kesildiğini düşünmüştüm aslında hakkımda vardı yükseliyordum ta ki elli sekizinci basamağa kadar, zira elli dokuzuncu basamak yoktu ayağımı boşluğa atmış ve beş sene de çıktığım yolu bir saniye de inmiştim, artık yerdeydim..."

- bir insanın, çıkışları-inişleri ve dibe vuruşları ne denli açık ve güzel ifadelerle anlatılmış.

yavaş-yavaş çık merdivenleri denmiş, bulunduğun yüksekliği sindire-sindire, ihtirasa ve heyecana kapılmadan, asla koşmadan! zira, ellidokuzuncu basamak yok! ellisekizin ardı uçurum!

uçmadan, aheste-aheste yaşa bu hayatı, her anın keyfini sonuna kadar çıkararak, adım adım çıkmanın, yaşamı yudum yudum tatmanın gerekliliği bir merdiven ile ne de güzel anlatılmış.

imalı olmuş biraz... dolayısı ile anlatmalar var satır aralarında... yani, verilmek istenilenleri bulup çıkarmak için çaba harcamamız gerekiyor biraz. "armut piş ağzıma düş yok!" demiş yazar, öyle uygun görmüş.

- hoş tespitler var!

" ...kucakta taşınarak başlayan insanoğlunun ömrü omuzlarda taşınarak son buluyordu..."

ve diğerine birleştirirsek;

"..."bütün ilişkiler ancak kırk santim yol alıyorlar" diye düşündüm "kalpte başlayan ilişkiler kafada bitiyordu"..."

- hepi-topu 40 eder! 40.

teşekkürler ediyoruz f628', eline-yüreğine sağlık.
kar sessizliği | experimental

bilgili, bilinçli, şehirli, meslek sahibi ve ekonomik özgürlüğünü kazanmış olgun bir erkek, biraz da eli-yüzü düzgün ise kadınların gözdesi haline gelmeye adaydır. zira, böylesi bir erkekle mükemmel aşklar yaşanır.

ağzı laf yapar, beklenmedik ve kadının yüreğini okşayan, zekice sürprizler yapar. güzel cümlelerle kendini ifade eder. sadece cinsel gücünü değil aklını da kullanarak kadını hiç olmadığı, yaşamadığı kadar mutlu eder. giyimi-kuşamı, davranışları, akılcı ve akıcı konuşmalarıyla mest eder.

bir kadın, böylesi bir erkekle birlikteyken adeta zaman durur. o güne kadar önemsenmeyen fakat o erkekte var olan nitelikler, kadın için bir erkekte bulunması gereken nitelikler olur. yakın arkadaşlarla yapılan sohbetlerin başlıca konusu; onun sürprizleri, onun düşünceleri, onun sevişi-okşayışı, onun inceliği ve nezaketi olur. bir süreliğine, varsa-yoksa o olur.

erkek için de durum farklı değildir, bu süreçte. güzeldir sevgili, gülünce gözlerinin içi güler, ona yaşam enerjisi verir. kendince muziplikler yapar, eğlencelidir, çocuksu davranışlarıyla saflığı yaşar onda erkek. birlikteliklerde farklılığı ve doyası mutluluğu yaşar. yatakta, erkekliğini yaşar. onun mutlu halleri, anneyi ve babayı mutlu eder, istemsiz kucağa alınacak torun hayallerine iter.

herşey mükemmelken ve doruklarda yaşanırken aşk, göz-gözü görmez de yavaş yavaş geleceğe yönelik beklentiler başlar. kadın, erkeğe sahip olmak istedikçe erkeği boğmaya başlar. yaradılışının bir gereğidir bu fakat onun her hamlesi, erkeğin özgürlüğüne olan özlemini körüklemeye başlar. başlangıçtaki ufak-tefek tartışmalar ciddi kavgalara dönüşür. aşk bitmeye, göz-gözü görmeye, karşılıklı özveriler yerini tahammülsüzlüklere bırakmaya başlar. sonuçta, hızlı bir geriye dönüş başlar.

"...kötüydü aramız bir süredir, benle görüşmeyi kesmişti, hep bir bahanesi vardı, ayrılmak istediğini biliyordum, ama bunu söylemiyordu yüzüme, belki cesareti yoktu, ama bitirmişti, biliyordum, ve şimdi daha da emindim, beni halen seviyor olsaydı, mutlaka engel olurdu, sarhoş bir vaziyette bu havada dışarı çıkmama, umurunda değildim, "ne olursa olsun noktası"'na gelmişti..."

aşk ve sevgi başka şeylerdir. aşk çabuk bitebilir ama sevgiyi daimi kılan bileşenler aşktan çok daha fazla ve ayrıntılarda gizlidir. o kadının ses tonudur kimi zaman, gülüş biçimidir, derinlere bakan ve çok şeyler gören gözüdür, onun için yapılmış kek, sarılmış dolmadır. sevgi, kazanılmış ve kaybedilmek istenmeyen güzel alışkanlıklarda gizlidir. erkek için bunları kaybetme korkusu, bir karabasan gibi çöker üzerine. özgürce yelken açtığı denizlerde yakalandığı fırtınalardan kendisini kurtaracak bir limanın olmaması düşüncesi, onu yiyip-bitirmektedir. bir açmazdadır o artık. ne özgürlüğünden ödün vermek ister ne de onu mutlu eden, kendisine değer verildiğini gösteren bu güzelliklerden.

"...artık ona sığınamazdım, zaten sığınma içgüdüm de kaybolmuştu, yaklaşık bir aydır görüşmüyorduk, telefonlarımı zoraki açıyor, anlattığım şeylere sadece "hı hı" tepkileri veriyor, paylaşmıyordu, gayri resmi olarak bitmiş bir ilişkiye resmi kapanışı yapmamıza az kalmıştı..."

- ifadeler farklı, hissedilenler farklıdır ve bu hislerin yansımaları, onun kaybedileceği tam olarak anlaşıldığı an bir aczin ifadesi olarak görünür;

"...ayrılmak istediğini söyledi, olgun karşıladım önce, sonra gidiyor gibi oldu, 50 yaşında bir adammışcasına "gitme" dedim, biraz daha konuştuk, gidiyor gibi oldu, 30 yaşında bir adammışcasına "gitme" dedim, bu sefer kararlıydı, 10 yaşında bir çocuğa döndüm..."

- var olan durum, bundan daha iyi nasıl ifade edilebilir, doğrusu bilemiyorum.

olgun erkek, dönüştürülebilme özelliğini kaybeder. yaşam alışkanlıkları, ekonomik gücüne, eğitimine ve bilinç düzeyine göre gelişir. kuralları vardır artık ve asla ödün vermek istemez. kendi kendine yeterli olduğunu düşünür. giderek ıssızlaşır.

ileri yaşlarda yapılan evliliklere bakar ve başarı istatistiklerini incelerseniz çok düşük olduğunu görürsünüz. döner ve sorarsınız kendinize; "kırsalda, genç yaşlarda evlilikler neden yaygındır" diye. nedeni, denenerek kazanılmış tecrübelerdir. genç erkek esnektir ve olgunluk evresine evlilikle, çoluk-çocukla girdiğinde, bu onun yaşam biçimi olur ve geleceğini onlarla birlikte şekillendirir.

"...normalde böyle çocukluklar yaptığımda, başarılı olurdum, fakat bu sefer bir şeyler farklıydı, sırtını dönüp gerçekten gitti, olduğum yerde kalakaldım, dönerdi nasıl olsa, dayanamazdı bana, şımarıklıklarıma...

ama dönmedi, bir aralık ayıydı, sonra hep aralık oldu, kıştı, hep kış kaldı, başka bir ay yaşayamadım, olduğum yerde kaldım, yılbaşına az kalmıştı, hep az kaldı, kar yağıyordu ve hep kar yağdı..."

ıssızlık, erkeğin istediği, olmaktan mutluluk duyacağı bir durum değildir. sadece, özgürlüğünden, kurallarından, dolayısı ile kendinden ve yaşam alışkanlıklarından ödün vermemesinin yarattığı bir sonuçtur. ıssızlığı, onu için için yer bitirir. bu bitişten kendisini kurtarabilmenin yolu kısa süreli gönül ilişkileri de değildir. sadece belli bir süre, onu anlık mutluluklarla idare etmeye yeter, hepsi o kadar.

- ve eskisine olan özlemin dayanılmaz etkisi ile yeni mükemmelin arayışına girer;

"..."aa bu kardan adamın yüzü yok" dedi başka bir tanesi yanımdan geçerken, bir süre sonra elinde kömürlerle geri döndü, kömürleri gözlerime ve ağzıma yerleştirdikten sonra, bir de öpücük kondurdu yanağıma, sonra soğukluğumdan rahatsız oldu ve gitti, halbuki tam da ısınmaya başlamıştım o öpücükle, ama o da gitti..."

- sonuçta, denemeler trajikomik bir hal alır;

"biri havuç taktı burnuma,
bir diğeri süpürge koluma,
biri taşlarla düğme yaptı üstüme,
biri eski püskü bir bere geçirdi kafama,

bu böyle sürdü gitti,

her gelen kendince bir şekil verdi,
her gelen kendince bir beklentiye girdi,
her gelen gitti, fakat giden bir daha gelmedi."

- ve bir gün, bir kadın;

"...sana kaşkol ördüm, üşüme diye" dedi, ördüğü kaşkolu boynuma dolarken, gözlerimin yerinde duran kömürlerin, kar ile birleştiği yerde eriyen bir kaç kar tanesi, burnumun yerinde duran havucun kenarından süzülerek yere damladı..."

- içtenlik... ıssız bir adam için yaşam ümididir çoğu zaman.

ıssız adamlar...

'o' kadını bulmak için yaptıkları denemelerde mükemmel aşklar yaşar ve yaşatırlar çoğu zaman ve yapabildikleri yalnızca bundan ibarettir, çoğu zaman.

ıssız bir adamı tanıtmak, dahası onun hissettiklerini okuyucuya tam olarak yansıtabilmek için kaleme alınmış, çok başarılı ifadeler ve durum tasvirleriyle bezeli, hoş ve realist bir öykü bu. okunan her cümlenin üzerinde durup etraflıca düşünmeyi gerektiriyor.
kardan adam mağrurluğu | esesdopiyespiyes

olabilirliği olanı, olması muhtemeli ya da doğrudan olanı-biteni anlatan realist öyküler; özelde yaşananların genele, yani okuyucu kitlesine aktarılması şeklinde bir seyir izlerken, genelin de bu aktarılanlara bakarak " a! bizde de aynen bu tip durumlar yaşanıyor!" şeklindeki tepkileri ile adeta bir sohbet ortamında ve karşılıklı teyitleşmelerle sürer-gider.

okuyucu, okuduğu öyküde kendi yaşamından kesitler bulabildiği ölçüde, o öyküye olan ilgisinde büyük artış gözlenir. aslında, bu sadece öykü için değil tüm edebi eserler hatta, sinema ve tiyatro gibi sanat dalları için de geçerlidir. doğal bir tepkidir ve okuyucu için bir kıyas düzlemi oluşmuştur. " öyküde bu böyle oldu ve böyle gelişti, bizde ise şöyle oldu ve şöyle gelişti. öykünün sonunda bu iş nereye gidecek? göreceğiz bakalım. bizdeki belirtiler, bu sonuca giderkenki belirtilerle uyuşuyor mu? onu irdelemeliyim" şeklinde kendi kendine sorgulama ve yönlendirmelerin ardı arkası kesilmez.

esesdopiyespiyes'in bu öyküsü de işte! bu kategoriye dahil bir durum öyküsü. bu kez tartışma, anne ile baba arasında gerçekleşiyor;

" -ahmet, kiracıya sordun mu, doğalgaz borularını değiştirmişler mi?

-niye soracakmışım kiracıya doğalgaz borularını? değiştirmişlerse değiştirmişlerdir zaten.

-ahmet ev ne halde merak ediyorum.

-evin ne halde olduğunu merak etme hakkımız var mı? ev kiracının sorumluluğunda şu an.

-sor diyorum ben de zaten. bir şey yap demedim.

-soramam. ha sormuşum ha "evi fazla dağıtmayın" diye gözdağı vermişim. farkeden bir şey yok.

-nasıl yok ya. telefonda hallerini hatırlarını sorup, doğalgaz borularını değiştireceğiz diyordunuz, n'oldu filan diyebilirsin.

-evin ne halde olduğunu nasıl anlayacaksın bu konuşmadan. abi evin anasını ağlattık mı diyecek?

-ben sana hiçbir şey demiyorum ahmet.

- ..."

bir erkek gözüyle bakıyorum olaya; çok mu farklı davranırdım babadan vallahi de hayır! adamcağız son derece makul ve mantıklı konuşmuş. ancak, yetmiyor işte! bir eksiği var; "bak! güzelim," , "beni dinler misin hayatım?" , "canım benim!" , " birtanem!" şeklinde başlamayan cümleler. hasbelkader, adamın ağzından bir duyabilse, var ya! kiracıyı ve yaptıklarını gözü görmeyecek, kucağına yatıp mırlayacağı, sevilip-okşanacağı yer arayan bir mırnav kedicik olma hevesinde aslında o annecik.

bu beklentisine karşılık bulamayınca, deliye dönüyor birden. üstüne üstlük bir de şu diyalog;

"...annem sonradan anlattı. babama, "nefes alamıyorum senin yüzünden ahmet" demiş. babam da gayet sakin bir şekilde "ahmetsiz hava sahasına çık o zaman nesrin, rahatlarsın" diye karşılık vermiş..."

bardağı taşıran son damla gibi sanki.

sonuç, bir uyuyup-uyanma süresinde ortalık süt-liman. elbet! babanın akşam üşümesinler diye ana-kızın üzerine battaniye sermesinin bunda büyük etkisi olmuştur zira, asıl istenen ve beklenen odur. yani, kısaca ilgi...

esesdopiyespiyes, kurguda standart öykü kurallarına sıkı-sıkıya bağlı bir yazar. onun öyküleri bu bağlamda çok sürpriz içermiyor. dahası, özellikle realist öykülerde bir başka anlam ifade eden yalın ve samimi üslubu ile sıcacık sarıyor bizleri. tartışmalarla bile olsa, sosyal ortamların o insani ve duygu yüklü taraflarını, okuyucuların gözleri önüne sererek pozitif enerjiyle yüklüyor onları.

örneğin bir baba, onun şu öyküsünü okuduktan sonra kalkıp da annenin yanağına neden bir öpücük kondurmasın ki? sorulursa, "nedensiz... öylesine... içten geldiği gibi..." denilerek üstelik. onun öykülerinden sonra babaların bu potansiyeli kendilerinde görmeleri, bence kuvvetle muhtemel.
bir kadın bir adam | allahsiz kitapsiz cahil kadin

ardı ardına orta yerlerinden keserek avuçlarının içerisinde sıktığı ve bileklerinden süzülerek dirseklerinden yere damlayan limon sularıyla, tezgahın üzerine çıkmış, avaz avaz bağırıyor pazarcı;

- ce! ce! ce! limon değil vitamin satıyoruz aplacığım gel! gel bağyan gel! vitamin toptancınız burdaaa!

semt pazarlarını çok severim ben. birbirlerini tanımayan insanların sosyal ilişkilerinin hat safhada gözlendiği mekanlardır. insanlar içtendirler çünkü ortam bunu gerektirir. kadınlar, pazarcının yengesidir, ablasıdır, annesidir. erkekler deseniz; hocası, abisi, babası, dedesi. semt pazarları, sadece alışveriş mekanları olmaktan öte başlı başına birer sosyal merkez, kent kültürü ocaklarıdır ki bu yalnız ülkemize has bir durum da değildir. doğu kültürünün etkisinde kalmış tüm ülkelerde hatta eski sovyet cumhuriyetlerinin hemen tümünde hal böyledir. hal böyle iken, semt pazarlarını öldürmeye kast etmiş dev alış-veriş merkezlerine bakın bir de; evet! beethoven'ı, mozart'ı, tchaikovsky'yi ben de severim elbet! ama bakışlarıyla birbirlerine sahte gülücükler dağıtan, kendinden başka olma, başka görünme yarışındaki insanlar eşliğinde domates, biber, patlıcan alırken değil.

- bakınız! yazar, bunun ayırdına varabilmemiz için bizlere ne güzel bir ipucu vermiş;

"...şehirde dolup taşan tek yer olan alışveriş merkezleri yeni Pazar yerleri gibi dolup taşıyordu lâkin. Çığırtkanları olmayan, çamursuz, sıcak ama ruhsuz..."

fark ettiniz mi hiç? işyerinde başka, evimizde başka, arkadaşlarımızla birlikteyken başka bir insan haline dönüşebiliyoruz artık. evrimleşmemiz, sistemin zorlamasıyla, daha ziyade fizyolojik olmaktan çıktı da bir kişilik bölünmesi şekline dönüştü.

lamı-cimi yok! kıçı-başı kıvırmanın anlamı da! kapitalist sistemin bir getirisi bu. yaşamak için öldürmek, gözde olabilmek için kimilerinin omuzlarına basmak, kendinizi üstlerinize olabildiğince iyi pazarlamak zorundasınız. yüreğiniz yufkalaşmadan, ezerek, sömürerek ve gerektiğinde kandırarak insanları, ayaklarını kaydırarak, olmadı! en azından çelme takarak. gözleriniz, özellikle makamınıza aday kişilerin üzerinde olmalı. sizden daha üretken, öngörülü, çalışkan hatta akıllı olmasının da çok önemi yok! sizde şeytan zekası var ne de olsa... yayın! hakkında türlü rivayetler, zekanıza yaraşır olsun ama... öyle olsunlar ki duyanlarda 'acaba' kuşkusu hemen uyansın, o kişiye belli bir önyargı ile baksın yeter! gerisi, çorap söküğü gibi gelecektir ardından...

- nesiniz siz! bir insan mı? yoksa, allahın belası bir yaratık mı!

aslında, suçunuz sisteme uymak sadece... gereklerini harfiyen yerine getirmek ve yükselmek. ta! ki sizden zeki biri çıkıp sizi al-aşağı edesiye kadar. edecektir de mutlaka, bunu da biliyorsunuz ama olabildiğince dayanacaksınız, bu iş böyle...

"...Kadın uzun yıllardır işten çıkıp en yakın alışveriş merkezinin yüzme havuzuna gider ve 1 saat kadar yüzdükten sonra evine dönerdi. Spor değildi derdi, hem de hiç. Su, temizliyordu ruhunu. Her gün yıkar, çitiler, paklar, yumuşatır, kurutur ve asardı ruhunu ve her iş çıkışı yeniden kirlenmiş bulurdu kendini..."

- insanın, insanlığına bulaşan kiri ve pisliği temizleme, ruhunu onlardan arındırma çabasıyla bir yüzme havuzunu seçmesi, diğer bir deyişle kendi kendini bu yönde telkini için isabetli bir davranış doğrusu lakin muktedir değil.

"...Garson, yine kadının çocukluğundan hatırladığı alüminyum kaplama bir tabak içinde nar gibi kızarmış köfteleri getirdiğinde mekâna girmeden önceki hoş anılar Serap'ın zihninde yeniden canlandı. Köftenin tadına baktığında ise damağında yayılan lezzetin çocukluğundaki ile aynı olduğunu fark etti..."

- insanın çocukluğuna dönmesi ve o yılları anımsaması. anlatılması zor duygulardır onlar çünkü zaman öylesine bir güçtür ki iyileri kötülerden ayıklayan ve kötüyü filtre edebilen bir özelliği vardır. geçmişe ilişkin iyiler, güzeller ve hoşlar kalır zihnimizde kötüler, çirkinler, acılar ise hiçbir zaman yok olmaz fakat iyice törpülenirler. yoksa, nasıl yaşayabilirdik? her acı yıllarca aynı şiddetle sürüp gitse zihnimizde ve kalbimizde.

"...Bikinisini giydi, uzun kıvırcık saçlarını gevşek bir topuz yaptı, havlusunu aldı ve parmak uçlarına basarak havuza doğru yürüdü. Kapıyı açtığında kulaklarından ayaklarına doğru hızla bir acı yayıldı. Mehmet orada yoktu. Kirpik uçları nemlendi, omuzları çöktü ve kenarda duran şezlonglardan birine bıraktı kendini. Mehmet'i düşünerek onlarca dakika geçmiş olmalı ve geçen onca dakikada kadın hep aynı şeyi düşündü; "Bu hissettiğim şey de ne böyle?"..."

- aşk diyorlar onun adına! aşk. bu denli güzel tasvir edilirse kadının halleri, bilmek için müneccim olmaya da gerek kalmıyor elbet.

çok güzel bir öykü bu ve çok şeyler ifade ediyor. güzel öğütler veriyor yaşama dair. "her ne nedenle olursa olsun, insanlığınızı kaybetmemeye özen gösterin, eskinin bizleri, kişiliklerimizi şekillendiren güzelliklerini ellerinizin tersiye itmeyin" diyor. "robot olamayın, sistemin sizleri robotlaştırmasına izin vermeyin dostlar!" diyor. başınıza kakmadan, sizleri incitmeden, dostça söylüyor.

birkaç önemsiz yazım hatası dışında bu sayının en beğendiğim öykülerinden biri oldu bu. kurgusuyla, anlamlı fakat ağdasız cümleleriyle ve vermek istediği önemli toplumsal mesajlarıyla. yürekten kutluyorum seni, allahsiz kitapsiz cahil kadin.
usul | akil tutulmasi

kimi yazarlar öykülerini, okuyucularının başlangıçtaki tahminlerinden farklı noktalara çekmekten ve öykü süresince onlara çeşitli sürprizler hazırlayarak şaşırtmaktan hoşlanırlar.

kurgu başarıyla oluşturulabildiği sürece bu durum, okuyucu için hoş olduğu kadar öyküye heyecanla bağlanmak açısından da olumlu katkılar sağlar. usul, böyle bir öykü ve etkileyici olduğu kadar bilimsel öğretilerle de içeriği zenginleştirilerek okuyucu açısından daha da çekici bir hale getirilmiş.

"..."Ya motoru açalım, ya yardım arayalım" sinirlenmeye başlamıştı. Hipotermi ilk belirtilerini gösteriyordu. Ölçülü davranmak için elimden gelen çabayı göstermeme rağmen benim de sinirlerim biraz biraz bozmuştu. Daha ne kadar sızlanmalarına katlanabileceğimi geçirdim aklımdan..."

ancak, burada yazarın dikkat etmesi gereken husus; aşırı bilimselliğe kaçarak öyküyü, okuyucuya birşeyler öğretme havasına sokmadan ya da bunu okuyucuya hissettirmeden kararında yapma gerekliliğini görebilmesidir. aksi takdirde okuyucu, yazarı, kendisine ders vermeye çalışan bir öğretmen gibi görür ki bundan hoşlanan okuyucu sayısı oldukça azdır.

"...Kar işte o anda, hiç uyarmadan, acımadan bastırdı. Gözkapaklarıma düşen ilk taneleri fark edemeyecek kadar paniklemiştim. Sonra, belki saniyeler içinde, topak topak karşıma yığılan kalın taneler bu rüzgarsız havada sanki yere inmeden, sürekli, birbirleri üzerine havada birikiyordu. Gözümün önündeki ıssız, ormansız, hiç oğlu hiç manzarada, kardan önce nereye bakmasını bilenin tüm açıklığıyla seçeceği silüet, alay eden bir sakinlikle inen, gittikçe kalınlaşan tül perdenin ardında usul usul seçilmez oluyordu..."

- çok başarılı bir durum tasviri, gerçekten! bulunulan ortam, o kadar güzel ifade edilmiş ki okuyucu olarak o anı sanki yaşıyorsunuz.

buna karşın,

ruhsal anlamda herhangi bir problemi olmayan, diğer bir deyişle normal insanlar için kendi işledikleri bir cinayeti anlatma süreci dehşet içerisinde olmalıdır ki okuyucu için inandırıcılığı olsun. öykü, üçüncü bir şahsın anlatımı ile yapıldığında soğukkanlı bir anlatım normal karşılanabilir elbet! fakat öykü, kahramanının ağızından anlatılıyorsa okuyucu, kahramanın bu cinnet anlarının harfiyen kendisine yansıtılmasını, an be an durumun tasvirini bekleyecektir.

"...Ömer'in yanına eğildim, alnına bir veda öpücüğü koyup boğazını boylu boyunca kesmeye çalıştım. Beklediğim kadar kolay değildi. Bıçağı ilk seferde fazla derine batırmışım, ileri geri hareket ettiremiyordum. Dehşet içinde debelenmeye çalışan, hırıltılı sesler çıkardan boğazından bıçağı çekip, bu sefer daha yüzeyden, gırtlağı ve damarları alacak kadar batırarak zorladım. Fışkıran kan karın üzerine düşer düşmez kıpkırmızı dondu. Kenardaki çuvalı alıp önce temkinle geri geri, sonra, gittikçe normalleşen adımlarla, yine kara bata çıka yürümeye başladım..."

- bu bağlamda, yukarıdaki durum tasviri, kahramanın adeta bir seri katil soğukkanlılığına sahip olduğunu gösteriyor bizlere ama bizler biliyoruz ki o bir seri katil değil. o vakit, ister-istemez sıkıntılı bir süreç yaşanıyor, yazar ile okuyucu arasında.

akil tutulmasi belli ki nitelikli bir yazar. öyküsünün yapısal kurgusunu oluşturmadaki başarısından tutun da cümlelerindeki ifade zeginliğine kadar bu durum kendisini açıkca gösteriyor. üstelik, yazım dili kurallarına uyumu da genel anlamda çok başarılı fakat dikkatimi çeken önemli bir husus; okuyucu ile temasındaki samimiyet eksikliği. bu sıkıntı giderebilirse çok güzel öyküler bekleyebiliriz kendisinden.
bir kadın bir adam-allahsiz kitapsiz cahil kadin

çok hoş bir öykü daha.
tasvirlerden edinilen izlenime göre sıradan iki insanın ne gibi bir hikayesi olabilir düşüncesiyle merakla sürüklenirken canlı tasvirler sayesinde bir aşkın doğuşunu izledik. yazarın dile hakimiyeti ve samimi tutumu, sıkmayan anlatımı sayesinde öykü, adeta içindeki sıradanlıktan beslendi. bu yazarın öyküye hakimiyetinin de bir kanıtıdır.

iki insanın aşkını koşullandığımız ahlak düzenin vermiş olduğu fikirle bekar insanlar üzerinde değerlendirdik oysaki hem aşk hem de ihanetin öyküsünü okuduğumuzu sadece son paragrafta fark ettik.
o ihanet bu kadar kapalı ve aynı zamanda bu kadar net nasıl verilebilir diye düşünüyorum bundan daha iyisi olamazdı.

“sabah, serap kahvaltı hazırladı, mehmet de kahvaltı hazırladı. ikisi de iki kişilik hazırladılar. yumurta eksik olmamalı, süt de mutlaka baş köşede yerini almalıydı. çocuklarını oturttular sofraya, eşleri ya çoktan gitmiş ya da uyuyordu. çaylarını karıştırdılar, şeker eridi, ama karıştırmaya devam ettiler…”

yazarın diğer öykülerini merakla bekliyorum.