ben bu yazıyı sana yazdım

doğduğumda hemşireye 'kan'ı pahasına uçan tekme atan tek bebekmişim...
yıkama dedim lann! yıkama! ben kan severim diye.
hem demedim mi? iki elim kanda da olsa geleceğim.

cenazedeyim… kim ölmüş neden buradayım hiç bi fikrim yok, bi anda koşarak tabutu açıp meftanın kalbine kazık çakıyorum, cemaat üstüme atılıp beni linç ediyor;

cenazedeyim… ölüyü tanımıyorum fakat namaz başladığında herkesin kıpırtısız kalışını fırsat bilerek koşup imamın arkasına geçerek şampanya patlatıyorum ve cesedi kaldırıp onunla vals yapmaya başlıyorum

cenazedeyim, tabutu taşıyan kalabalığın arasına girip havaya iki el ateş ediyorum tabut yere düşüp açılıyor ve içi boş….

cenazedeyim, birden bütün cemaat ölüyor ve imam ne yapacağını şaşırıp korku dolu gözlerle cesetlere bakıyor, cenazedeyim, aklımdan geçirdiklerimin hiç birini yapmıyorum, sadece artık ölü olanın karısını ayarttım.

kadının zeka seviyesinin bir domatesinkiyle eş değer olduğunu fark ettikten sonra vazgeçiyorum ama o bi kaç saatliğine göz kulak olması için emanet ettiğim cinsel organımı çoktan yalamaya başlamış…

tuvalete giriyorum, sindirim sistemimin işlerin kesatlığından şikayet ederek bana sıkıntı vermeye devam etmesinin önüne geçmek için, ardımda bıraktığım şahesere şöyle bir göz attıktan sonra sifonu çekip ardından el sallıyorum.

aklıma dördüncü sınıfta yerli malı haftasında tekel birası götürdüğüm sınıf ve oradakilerin bakışları geliyor.

kızartma yaparken yaktığım ilk ev ve ondan sonra kundakçılığın bende hobiye dönüşmesinin tek sebebi o bakışlardır, kayıtlara böyle geçsin patricia

dün akşam hey millet! bok yiyin! milyonlarca sinek yanılıyor olamaz diye bağırarak geçtiğim sokaktan bu gün mor bir frak içinde geçiyorum, yakamda bir pasiflora çiçeği var ve kahkahalar atarak zıplayarak sokağın sonuna kadar ilerliyorum.

cenaze törenlerinde taklit güneş gözlükleri satarak başladığım ticari hayatımı sınanmaya boyun eğmiş sınav mağduru geri zekalılara okunmuş crunch ve dışa vurumcu satanistlere uygun fiyata büyük yabani kediler satarak devam ediyorum şu sıra.

işe gider gibi yürüyen köpekler, köpekler gibi işe gidenler ve ssk’dan emekli rahibe teressayı bulup becermek umuduyla sahraya yerleşmek için göç eden kutup ayılarının arasından sıyrılarak yaşadığım yere geliyorum, tanrı kuzeyli ilişkiler isteyen arapların bu defa yüzüne güldü!

sevişirken chackpoint diye bağıran o kızdan bu yana penisim klostrofobik, bunu herkes biliyor. o günden beri sadece şom ağızlı kadınlarla oral sex yapıyorum.

günde üç kez oruç tutmak, orgazm pırasası ve gen haritasında bulduğum hazinenin heyecanıyla kopya çektiğim babalık testleri sonucunda katıldığım altın günlerinin play listlerinde metal müziğe ağırlık vermeye başlamıştım, ta ki toplanıp kafa ütüleyen bütün o sevimsiz yaşlı teyzeleri, merkezlerini tespit etmek suretiyle tek tek havaya uçurana kadar.

neyse, asosyal antidotların peşi sıra sürüklenirken bir headbang anında kopan kafamı yerine iliştirip yoluma devam ediyorum. sevgilimi sonlu elemanlar yöntemiyle analiz etmekle meşgul olduğum günlerden arta kalan zamanımı evrim geçirerek değerlendirdim…

bir dinozor dostuma şaka olsun diye gök taşı fırlattım ve israil’e sabun satan bir firmanın aleni destekçisiyim. fünyeyle patlattığım sivilcelerimin izleriyle muhabbet… hikâyelerin sonunda gökten elma atan adamın yemin yumağı haline gelmiş adını burada tekrar anmak istemiyorum şimdi...

yılbaşı süsü verdiğimiz bir cinayette kaybettik çünkü onu. o günden beri elit gece klüplerinin halk günlerine katılıyorum.

üstümü c4’le kapladıktan sonra günaydın dediğim müdürün son işimden kovulmama sebep olmasının üstünden bir hayli zaman geçti, sevgilimden ayrılıp bi halta benzemeyen şiirler yazdım, uçak gemisi alınırken dikkat edilecek hususları irdeledim ve kendi auramın ışığında kitap okudum bu sürede.

onlar da günü geldiğinde orgazm taklidi yapan fahişelere sahte para verecekler, devrimci mücadele için kredi çekeceği bankalara ihtiyaç duyan aptallara gülecekler ve kim bilir belki de sonunda sakinleştirici için nuri alçoya bile razı olabilirler.

çileklerini keserek intihar eden o bahçenin ortasında üç buçuktan dört atarak geçirdiğim geceden sonra korkularımdan sakınabilmek için içine bütün kutsal kitapları yüklediğim bir flash belleği boynumda taşıyorum.

aşık olduğunuz kişiye şu anda ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz… bir çift saatli maarif bombası yaptım ona ulaşabileceğim gün için. ve yemin ediyorum ki problem ne olursa olsun houston’ı aramayacağım. gidenin arkasından küçük su dökmek düşer, o hiç şüphesiz statü atladığını sanacak ve bunun göstergesi olarak saçına fön çektirecek. işte o an bir çocuk bağıracak

öğretmenim!! patrika tanrımızı yedi!!

hâlbuki korkmasına hiç gerek yok! içkiliyken ereksiyon başına geçmesin yeter, ben zaten ahlak masasında sevişiyorum…

"sana bu satırı bir hastanenin morgundan yazıyorum. 'la vie en rose' çalıyor. beni terk ettiğini hatırlıyorum, bütün cesetler yas tutuyor. hüzün bi din olsa peygamberi ben olurdum sevgilim ve seni mucizem olarak gösterirdim bütün bedbahtlara, inanırlardı o zaman inan…"

''sararmış yaprakların döküldüğü, ince uzun bir yolda ağır ağır ilerlerken bileklerimden sızan kanın arkamda bıraktığı iki ince kırmızı çizgiyi ve yolun sonuna geldiğimde yavaşça yere düştüğüm bir sahne geliyor gözümün önüne. güzel bir ölüm şekli aslında, çok sanatsal.''

şimdilerde kaldığım her otel odasından küçük notlar bırakıp çıkıyorum. belki - belki bir gün rastlarsı