bugün

uluslararası aşk yaşamak

öncelikle belirtmeliyim ki; bu aşkın tanımları arasına salt "sanal" kavramını sıkıştıranların aşk anlayışından ciddi şüphelerim var. sanki beyfendi aynı odada olmadığı herkesle "sanal"dan görüşüyor.. bir de yazı böylesi bir aşk yaşamamış kişiler için uzun ve sıkıcı gelebilir. fakat öte yandan yaşamış olanlar için birçok olası ortak noktalar veya "aslında öyle değil böyle"ler var içinde. okudukça kendini bulabilirsin. yani aslında ben bu yazıyı ilgililerine yazıyorum, evet sen de dahilsin. dolayısıyla kısmen de olsa ben bu yazıyı sana yazdım..

[hemen yan dairede oturan birisiyle başlayıp da zaman içinde uluslararası bir ilişkiye de dönüşebilir yaşadığın bi ilişki. hayat bu, ne getireceği, kimleri götüreceği belli olmaz.. veya sınıftaki kız arkadaşınken o aşk, bir anda mektup arkadaşın olacak kadar uzaklara gitmesi gerekebilir. ve bu durumda en makul görüşme imkanı internet üzerindendir günümüzde. mektup biraz işin fantezisi. hani böyle oldschool olmasından dolayı nostaljik bi tadı var, o kadar.. onun dışında genellikle internet üzerinden (veya para yetiştirebilinirse telefondan) görüşülür. kısacası; olabildiğince yakınındayken başladığın bir ilişki zamanla kendi iradenin dışında senden uzaklaşabiliyormuş (sanallaşabiliyormuş) değil mi canım benim? * *]

***

fotoğraflarıyla avunduğun, sesiyle yüzüne renk veren, hele o ses sana sevgisinden bahsediyorken müthiş hissettiren, o an nerede ne yaptığını bildiğinde içini huzurla dolduran türde bir aşk bu. şehirler arası aşk yaşamanın da ötesinde olduğu için "en uzaktaki sevgili" seninkidir hep.. aşkının hafızanda kaldığı kadarını yanın sıra alıp sokaklarda dolaşabilirsin gördüğün diğer çiftleri kıskandırarak kendince. biz daha özeliz diye avunarak.. "gün gelecek zaman, aşka yenik düşecek!" gibi tereddüt dolu ve zayıf bir kararlılıkla günler, haftalar hatta aylar geçirerek.. derken... mesafenin ve geciken vuslatın uzaktan gelen o sert tokatıyla uyandığında çok geçtir boşvermek için, kaptırmışsındır kendini ona hastalıklı bir tutkuyla.. kim cesaret edebilir ki buna? hangi aptal? kimin gönlü uzak düşmek ister sevdiğinden? bazı aptalların gözü hep ulaşamayacağı aşklarda olur, bedelini çok fena ödemek, onun uzaktaki varlığından acı çekmek pahasına büyüsüne bırakırlar kendilerini.. iyi dinle, o aptallardan birisi "yürütülmüyor abi öyle uzaktan" öğüdü yazıyor ilgililerine...

bu gibi mesafeli durumlarda yaşanan "sanal aşk" değil, saf aşktır bence. nedeni ise içerisinde bedensel birlikteliğin (sarılmak, el ele tutuşarak yürümek, öpmek, saçlarına dokunmak vs gibi) olmamasıdır.. yalnızca duygular var hissedebildiğin ölçüde. mesela 'kimi' aşklar, içerisinde * cinsellik barındırabilirken, bu aşk ondan yoksundur tamamen. ahaha olm değil cinsellik, koluna girdiğinde inceden bi' erekte bile olamıyosun lan düşün.. kuru kuruya sevgi. öyle fena veriyorsun kendini olaya yani, anla.. yalnızca masum bi öpücüğün bile kilometrelerce uzakta olduğu bir ilişkiden söz ediyoruz. ha yalnızca bunun için mi saftır? değil tabii ki. mesela uzaktadır, mesela sesini duymakla yetinmesini öğretir, mesela bir gün haber alamayınca kafayı yedirtir, mesela bilirsin özlemek nedir, mesela gözden ırakken gönlüne en yakındır, mesela değil kolkola yanyana bile yürüyemezsiniz hiçbir sokakta, mesela sarılıp da kokusunda demlenemezsin bir akşamüstü, mesela, mesela...

aşkın uzaktaki halini yaşadığın için daima ilişkiyi tıkayan iki önemli nokta vardır, bunlar biriktikçe zarar verir ilişkiye: özlem * ve kıskançlık! kıskançlığa değinmeyeceğim fazla. adı üstünde kıskançlık.. bunun bir de uzaktaki sevgiliye olan halini düşün.. özet geçiyorum bunu ehe.. gelelim özlemek kısmına: başlarda hem seviyorken hem de onu özlemek mazoşist bir durumdur senin için, hoşuna gider acı çeksen de.. çok sevdiğin birini özlemesi bile hayli tatlıdır çünkü. fakat vuslat geciktikçe özlemin artar ve zaman içinde sevgini geçer.. farkında olmasan da artık ilişkinin merkezinde 'özlemek' vardır. sevgi ondan sonra gelir.. aslında sevginden de bir şey eksilmez ama gücün kalmaz artık, beklemekten yorgun düşmüşsündür. kavuşamadıkça daha da fazla özlersin. özlersin, özlersin, özledikçe daha da fazla özlersin. "seni çok seviyorum."un yerini, "çok özledim." alır. hatta yeri gelir sadece "çok özledim" vardır içinde. zaman ilerler, sen daha fazla özlersin! özlediğini görmek istersin. doyasıya sarılmak, hiçbir şey konuşmadan onu seyretmek, kokusunu içine çekmek istersin.. artık gelmesi gerekir!

ama gel(e)mez..

öyle işte, gelemez bazı sebeplerden dolayı. ortada hiçbir sorun olmasa bile gelemeyecek olması bile başlı başına bir sorundur. artık öyle bir hale gelir ki her şey; biriktirdiğin tüm güzel değerlerin seni tüketen canavarlara dönüşmesine seyirci kalırsın ancak.. zayıf düşmüş ruhundaki tüm enerjiyi emmeye başlar o canavar.. huysuzluklar, sorunlar, habersiz bırakmalar, "umrumda değilsin!"ler, "ne halin varsa gör!"ler başlar.. tüm bu kırıcı sözler seni değil de, olabilecek en fedakâr aşkı (uzaktaki sevgiliye duyulan o aşkı) ayakta tutmak adına kurduğunuz köprüleri kırar geçirir. ve bakarsın ki geriye pek bir şey kalmamış artık ne sevmek ne özlemek nanıma.. artık kurtarması da zordur. çünkü her şeyin kelimeler ve sözler üzerine kurulu olduğu bu ilişkide "umursamaz" her tavır, her söz haddinden fazla acıtır her iki canavarın canını da.. işte tüm bunlar aradaki "saygı"yı da zayıflatan darbelerdir. diğer yandan ikinci bir seneyi daha onsuz geçirmeye dayanamayacak kadar bitkin ve halsiz düşmüştür bedenin..

ve sonra biriken her şey patlar aniden: ayrılık!
hele bir de sonbahara denk getirirsen, mükemmel acılar çekebilirsin..

toparlayacak olursak: uluslararası aşkta sorun, mesafeden ziyade, bu mesafeli geçen günlerin ne kadar sürdüğüdür. bunun önüne geçebilmek içinse yapılabilecek tek şey vardır kanaatimce; o da bu mesafeli günleri 'makul' şekilde sınırlandırmak, yani gün giydirmektir. ortada, sonu olan bir "uzaktalık" durumu olmalı ki ilişkide katlanma ve dayanabilme gücü artsın her iki taraf için de.. yoksa fasit daire çizmekten öteye geçemez ilişki. ha bir de arkadaş kalma olayı var. söyliyim: hikaye tamamen. onun "yokluğun bana koymadı" hallerini görüp kahrolmakla, "yokluğunda ne durumdayım bak" halllerini görüp kahrolmak arasında bir fark yok. ikisi de canını yakıyo insanın.

***

bazıları böyle başlar:

bundan aylar önce dudağıma bir parça bal çalıp kilometrelerce uzaklara gittin. benimle de bir anlaşma yaptın; ben seni sevecektim, sen de beni.. herkesin bildiği basit aşk kuralı işte! ama insan sevmeyi bilmeli.. nasıl sevmeli? ölümüne, ezeli! eyvallah dedik, bizimki de ezeli olacak, hiç bitmeyecek dedik. farkı yaratan da buydu sanıyorduk. daha sonraları senin o gittiğin yerden uzun süre dönmeyeceğini anlayınca fark ettim ki bizim farkımız ezeli seviyor olacağımızdan ziyade, mesafeymiş.

ve şöyle biter:

artık seni de beni de daha fazla yıpratmasın bu ilişki. en güzeli burada bitirmek. en tepede değil belki ama çok da aşağıya düşmeden...

***

tüm yaşayamadıklarımız şerefine..