bugün

oğuz abi merhaba,

çeyrek asrı doldurmak üzere olan bir hayatı yaşamakla meşgulüm. korkuyu beklerken'de topladığın öykülerinden bir kaçını ve artık sosyal medyada her taşın altından çıkan sözlerine rastlamak dışında hakkında haiz olduğum geniş bir düşünce yok. yaşarken hiç bir kitabının 2. baskısını görmediğini de biliyorum, hiç haberdar olmadığın şu anki şöhretinin üzüntü verici bir genç ölüm sonrası sırma saçlı,badem gözlü olmakla da alakası olmadığına eminim, neden bilmiyorum ama eminim işte abi. yaklaşık 4 yıl önce aldım tutunamayanlar'ını ve hala gözüm iliştiğinde başlamamak için zor duruyorum. bir sabır taşı koydum önüme 30 yaşıma kadar ömrü var. ya gerçekleştiremedim hayallerimi ya gerçekleşenlere 'bu muydu?' diyerek yaklaştığım için tutunduğum dalların her geçen gün çatırdamasını hissediyorum. içinde bulunulan zamana duyulan aidiyetsizlik, küçük bir kıvılcımdan bir izci ateşine evriliyor korkarım ki içimdeki tüm ormanları yakıp yıkacak be abi. işte neredeyse her şeye sirayet eden bu aidiyetsizliğin neye dönüşeceğine dair kendime verdiğim mühlettir 30. yaş günüm. tüm bu yaşanmışlıklar ve gebe günlerin ardından göz ucuyla baktığım tutunamayanlar'ını okuyacağım, sana duyduğum saygının perçinleşeceğinden eminim. senin anlattıklarında kendimi bulurken, sana duyduğum oturup bir bardak çay içme isteğini böyle yatıştırabileceğim galiba. yaradan o günlere kadar bana ömür verirken, sana da rahmetiyle muamele eylesin abi.
tanısaydım eminim çok severdim seni, tanıyamadım kayda değer bir eksiklik yok ne sevgimde ne saygımda.
Oguz abi içim hicran oldu abi!
Merhaba.

Bu tam bir mektup olmayacak kalıplardan ve paragraflardan hoşlanmam.

TVaroluşunun farkinda olan tek canlının insan olduğuna nasıl emin olabiliriz? Belki diğer canlıllar da haberdar fakat bizim haberdar olmadığımızı düşünüyorlar. Mesela varoluş sancısı çeken seçimlerinin bedelini olgunlukla ödeyen domuzcuklar var da biz onları anlayamıyoruz hiç bunu düşündün mü? Düşünmedin tabii. Düşünsen böyle olmazdı. Neyse sana bir ara daha sahici bir mektup yazacağım.

Müsait oldukça görüşelim. Kahve de yaparım. Seviliyorsun.
hocam yine ben.
biraz gereksiz ilgi gösteren tiplerdenim sanırım değer verdiği kişilere. öncelikle sormak istediğim bir ''kelime'' var size, sana ( bu samimiyet derecesi belirtici hitaplar konusunda hep kafam karışmıştır zaten.)

--spoiler--

'Önce kelime vardı' diye başlıyor Yohanna'ya göre incil. Kelimeden önce de Yalnızlık vardı. Ve Kelimeden sonra da var olmaya devam etti Yalnızlık...
--spoiler--

normal insan bildiği bir kelimenin anlamını açıklayabilir. bu insanlara bahşedilmiştir bilirim. bu yazılmış bir cümle olarak kabul edilebilir fizik kuralları dahilinde fakat kendine has bir kelimedir aslında. ama bir açıklaması olup olmadığını ben bilmiyorum. işte şimdi burda olsan bilirdik hep birlikte. neyse bu konuda yapacak fazla bir şeyimiz yok. ben doğmadan önce öldüğünden zaten. açık olalım hissetmedim bile. o denli üzülüyorum yani. Nazım'ın Joliot Curie ye ithafı gibi.

--spoiler--

Aciyorsun Iren Kuri'ye,
cocuklarini dusunuyorsun, kocasini,
ama daha cok dunyaya aciyorsun,
buyuk bir insan oldu diye.

--spoiler--

bugün bir arkadaşımla uzun uzadıya seni konuştuk. ( hayır ben entel değilimdir. sadece takıntılı olduğum bi kaç yazar var. favorimi hep kendime saklarım ama bilesin * )
ve ben kitapların olmadan bütün bir yazı geçiremeyeceğim kaygısıyla valizimden en önemli hayati malzemeleri çıkartıp onları ekledim. sözlükten gidiyorum bir süre yollardayım falan. kafa izni kısmının seni çok ilgilendireceğini sanmıyorum gerçi. ama yaz dönüşü karakter analizleri ile ilgili bi dolu yazı ile geleceğim sana. şimdiden bi hoşçakal diyeyim dedim.
geldiğimde şu telif olaylarını da irdeleyelim olur mu.
(bkz: he didn t even say goodbye)

edit: bu arada muhsin hala senle arasındaki farkı yazacak. bekliyom.
mektuba bir hitap cümlesi ile girmek gerekir ki yaklaşık on dakikadır bu hitabı düşünüyorum. kendisine nasıl seslenilirse seslenilsin ses çıkartamayacak 'biri'yle nasıl konuşmalı insan? yok saygısızlık etmekten bahsetmiyorum. yaşasanız ne tür bir hitaptan hoşlanırdınız mesela? en olması gereken ne olurdu, neyse genel geçer yargılara dayanarak,

sayın hocam:

çok ilgiliyim şu aralar sizinle. aslında sizden biraz uzak durmak istemiştim, eseri objektif olarak algılamak için. ama tabi elde değil. günün enteresan saatlerinde beynimde çakıveriyor fikir.
bunu söylediğimde bana gülerler mi acaba diye hiç konuşmadım sizinle ilgili. zira hep bir entelektüellik çabasıdır gidiyor etrafımda. ve bu kadar kült bir kitabı 'espri' niteliğine büründürmek acizlik(!) olsa gerek. sizinle ilgili asıl problemim şudur: gülmekten utanacağım kadar tüyler ürpertici ince bir mizah anlayışı. bunu bir türlü kabul edemiyorum. o yüzden hep tedirginim.

yukarıdakileri okumadan önce de aynı fikirdeydim ama artık eminim. 30. yaşımda bir daha alacağım elime kitabı. tedirginlik hala devam eder mi dersiniz? o zamana anlarım heralde, bakalım...

experimental abimizden de sizden de aranıza girdiğim için anlayış bekliyorum. biraz aynı gibi fikirler çünkü. sözlük de formatta kusura bakmayacak artık.

saygılar.
değersiz hocam,

eminim ki bunu kendiniz de tercih ederdiniz, zira hayatınız da tıpkı benimki gibi değersiz. başarısızsınız, tıpkı benim gibi. suçlusunuz, içinizde, kafanızda, tıpkı benim gibi.

en çok da pişmanlıklarınızdan garip bir zevk alıyorsunuz, tıpkı benim gibi.

ya siz benim hayatımı yıllar önce yaşadınız ya da yeniden benim bedenimde doğdunuz.
sevgili atay,
tehlikeli oyunlar üzerine acayip planlarım var,
sence altından kalkabilir miyim?
hocam,

35 yıl oldu bugün sen olric ile buralardan gideli, gidişinle gelenler orta yaş bunalımına gireli.

seni kaybettiğimiz gün doğsa idi cahit sıtkı, bugün yazacaktı 35 yaş şiirini, demek ki bir şairin olgunluk dönemine ulaşması kadar uzun bir süre geçmiş sen aramızda olmayalı.

ben bile daha yokluğun kadar var olamadım dünya'da, gerçi kim var olmuş ki sartre'dan başka;

şu hayatta o kadar geçiciyiz ki hocam, kararsız sistemleri anlatan bir top gibiyiz, sivri bir dağın tam zirvesinde duran, en ufak etkide yuvarlanmaya başlayacak olan. kendimizi çok güvende hissettiğimiz bu dünyada minicik bir virüs, ufacık bir hücre bozulması, önemsiz gözüken bir ağrı, birden öldürebiliyor bizi, ufacık bir pıhtı kopuyor, kalbe gidiyor, doktorlar arkandan, "masada kaldı" diyor. kazalar, ihmaller ve şiddet zaten her yerde...

oysa ölüm kararlı bir sistem, bir çukurun dibindeki top o, ne kadar etki edersen et, yine de çukurda kalacak, artık değişmeyecek, var olamayanların en büyük ödülü belki de var olmamak, stres yok, kaybedecek bir şey yok, çukurun dibindesin işte, ne olursa olsun orada kalmaya devam edeceksin.

komik değil mi, ne yaparsak yapalım; toprağın altında geçirdiğimiz sürenin, üstünde geçirdiğimizden daha fazla olacak olması. o zaman hocam bu stres, bu sinir, bu yarış niye, bu hırs, bu öfke, bu kin neden, nasıl olsa sonumuz aynı değil mi, nasıl olsa dünya üzerinde kimse ama kimse bugün saat 15:06'da yaşıyor olacağını garanti edemiyor, değil mi.

sen şanslısın yine hocam, eserler bırakmışsın ardından, oysa biz vasat insanların anılmak için çocuk yapmaktan başka şansımız yok, sanatçılar zaten hep anılırlar, oysa bizleri sadece çocuklarımız anarlar. acaba çocuk yapanların bilinç altında, mezarlarının bakımlı olması arzusu mu var.

hepimizin içinde bir özlem, öldükten sonra arkamızda bir şeyler bırakabilmek, yaşarken bile yarattığımız her şeye hayran hayran bakmamız bile bu nedenle belki, bir tane kişi tanımadım ki, tuvaletini yaptıktan sonra hayranlıkla klozete bakmasın, bunu ben yaptım egosuna kapılmasın.

bokunu bile kendinden ötürü seven insanoğlu olarak, son 35 senedir, boka batmaya devam ediyoruz, bir şey kaçırdın sayılmaz, özet geçmek gerekirse;

- artık her tuvalete gidişimizden haberdar ediyoruz tüm çevremizi,
- eskiden sadece sifonu çekmeden önce baktığımız bokumuzu, artık fotoğraflayıp tüm insanoğluyla paylaşıyoruz.
- artık birbirimizin boklarını beğeniyor, sadece bokunu beğendiğimiz için birileri ile yatıyoruz.
- artık bok atmak da çok kolay, oturduğumuz yerden sallıyoruz da sallıyoruz...

ama en önemlisi hocam,

eskiden birini tanıdığını sanmak için 1 ay gerekirken, şimdi otuz saniyeyi zorluyoruz.

durum bu hocam, iyiye giden bir şey yok, zaten ne zaman oldu ki.

gelecek geçmişten daha iyi olsa idi, zaten nostalji olmazdı.

huzur içinde yat hocam.

eksper-i mental
hocam,

fikir iyi, güzel başlamış entryler de... okudukça kendimi güzin abla köşesinde hissettim. hayırlısı...
hocam,

Elim kanayınca küçükken ağlardim hemen, annemin yanına koşardım. annem ağlamamami söylerdi. Ben basardım yaygarayı.. Nasıl olsa annem susturmak için beni yapardı birşeyler. Şimdi oda yok. Bıraktı beni kendi ayaklarımın üzerine. Ilk adımda düştüm daha.. Baktım arkama annem yoktu. Bir adım daha.. Gene düştüm. Ağlayamadım hocam. Etrafta ilgi çekmeye çalışacağım insan yoktu çünkü. Hani selim var ya hocam, herkesin o selim benim dediği, herkesin tutunamayan olduğu, ışte o ben değilim. Ben acısını çekmediklerımin acısını yaşatıyorum kendime. Ağlıyorum, ama yok annem. Düşüyorum yine, ama acı yok, düşmekten değilde acıyı unutmaktan korkuyordum. Düştüm hocam. Acıyı da unutmuşum. Malesef..
hocam,
bilge'ye yazdığın mektup var ya onu okudum demin, sürekli dönüp dolaşıp her üzüntümde onu tekrar tekrar okuyorum hocam.
karnıma keskin ağrılar giriyor her okuduğumda. bir insan bu kadar mı insanlar mutlu olduğunda kullanılır içimde her gün bir sevgi ölüyor, boğazıma her gün yeni bir acı takılıyor. sen en azından sevgili bilge diye başlayan bir mektup yazabilmişsin hocam benim sevgili diye başlayabileceğim kimsem yok. sevgili hocam yazarım en fazla sana bir mektup yazıyorum ve keşke sen bunu okumuş olsan sonra bir gülümsemeyle kuzum desen hayat devam ediyor, etmiyor hocam etmiyor hayat sayıklıyor olduğu yerde ama her gün daha fazla acıyla.

beni kapattılar hocam gelip susturma düğmemi bulup ona bastılar, ağlayamıyorum mesela ağlamak için gözlerimi tavana dikip acıdan sulanana kadar kapamıyorum mesela. ölmüyorum, ölemiyorum mesela yaşıyorum hala. bende dert yanmak istiyorum herkes gibi, her insan gibi dertlerini dinlediğim insanlar beni dinlesinler istiyorum ama düşündüklerimle ağzımdan çıkanlar aynı yolda buluşmuyor. duvarla konuşuyorum hocam açıyorum bir tellibağ konuşuyorum duvarla anlamıyor belki beni ama susuşunu sevinçle karşılıyorum. o duvar sabır dolu hocam evden dört gün boyunca çıkmadan lemongrass dinliyorum mesela. uyumak için günün aydınlanmasını bekliyorum, gece bu kocaman evde yalnız uyumaktan nefret ediyorum kendi sesimi unuttum hocam.

artık bağırabilmek istiyorum.
sevgili meslektaşım;
seni tanımanın mutluluğu ile geç tanımış olmanın kederi arasındayım.
keşke seninle daha erken tanışma fırsatım olsaydı, herşey çok farklı olabilirdi...
sevgili edebiyat mühendisi üstadım,
tutunamayanlarda beni anlatmışsın yani direk geçirmişsin ki çok belli de etmişsin. hocam bir kaç olayı değiştirseydin bari de ben olduğum anlaşılmasaydı. sevgilerle 'tamam tamam sensin' kod adıyla bilinen bir tutunamayan(disconnectus erectus).
senin eserlerini daha okuma şansı bulamasamda hakkında çok şey duydum.

en kısa zamanda bunu telafi etmek adına elimden geleni yapacağıma inanıyorum.
Üstadım,

Neler söylemek istiyorum sana bir bilsen ama tek yapabildiğim yazmak olduğun yine yazıyorum, yetim bıraktın hocam yetim bıraktın izinden gelenleri belki yaşamıyor olabilirsin eserlerinle konuşuyoruz artık sana söylemek istediklerimizi olric'ine söylüyoruz artık olric ve seni sıradan bir konuşmayla hayata geçirenlere inat eserlerinle konuşuyoruz tutunamayanların ile konuşuyoruz korkuyu beklerken ile konuşuyoruz her daima yanımızdasın hayatı öğretensin sen hayatı hayat gibi yaşatansın sen. Sen öyle bir kişisin ki türk edebiyatını ayakta tutan yapıtlardan birinin sahibisin tutunamayanların sahibisin hocam.
hocam,

uzun zaman olmuş; sana yazmayalı, uzun yazmaya enerjim kalmayalı...

ben artık insanları anlayabilme yetimi kaybettim, anlaşılabilme ihtimalimi de...

kendimi yukarılara çıkarmadım, olduğum yerde durdum, ama aşağılar her geçen gün daha da derinleşti...

ne zaman küfür etmek bir erdem haline geldi,

ne zaman hiç bir şeyi ciddiye almamak yüceltildi,

ne zaman sevişmeler dillendirilir oldu yaban kulaklara,

ne zaman daha gür çıkacak efendiliğin sesi zorbalık karşısında,

övgülerin kulağa fısıldanıp, yergilerin surata haykırıldığı buralarda,

ben de senin gibi ciddiye alınmaması gereken bir oyun gibi görmek istedim hayatı,

ama prensipsizliğin, ilkesizliğin, idealsizliğin yetimleri o kadar sarmış ki dört yanı,

oyunların bile kuralları kalmamış, tükürükler saçılıyor küfürler eşliğinde ahlaksızlığı yücelterek.

neyse hocam, kafa şişirdiğim yeter, uzatmayayım daha fazla, senin sözlerinle anlatayım durumumu;

"Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım: mürekkeple yazmışlar oysa. Ben kurşunkalem silgisiydim. Azaldığımla kaldım."

eksper-i mental
hocam,

seni okumaya başladıktan sonra, senin duygularını paylaşır gibi oldum,* mesela en azından parantez içlerini ben de günlük hayatımda aklımdan geçirmiyor değilim. kara mizah; hem bu kadar hüzünlü acıklı, yalnız, dışlanmış olup hem de bunlarla dalga geçebilmek senin farkın buydu herhalde.

korkuyu beklerken'deki babana yazdığın mektubu okudum herkesin kafasından en azından bir kere geçirdiğini ama ailesine dile getirmediği şeylerden bahsetmişsin kafandan geçen babana karşı tüm duygularını kağıda dökmüşsün üstelik sansürsüz bana öyle geldi en azından. çok samimiydi.

seni okurken zamanda geriye gittikçe aydının, daha yalnız olduğuna kanı getirdim şu anki aydınlar, yalnız sanar kendilerini ama en azından internet var senin zamanında internet yoktu olsaydı acaba yalnızlığı bu denli fazla hisserder miydin? insanlar önceden mi daha çok yalnızlardı şimdi mi?

geçenlerde bir yazı okurken rastladım mehmed cavid bey diye bir osmanlı aydını, 19. yy'de iktisat alanında 4 ciltlik bir eser vermiş ve istatistik alanında ilk kitabı yazmış. sonra düşündüm bir tarafta 19. yy osmanlı zamanındaki halkı diğer tarafta iktisat, istatistik araştıran ve bunlar hakkında bilgiler veren eserler üreten aydın. muhtemelen o da tutunamadı, eserlerini kaç kişi okumuştur? bir ekmeğe muhtaç osmanlı halkı ona gereken değeri verememiştir. ama o senin gibi durumunu ifşa etme gereği duymadı. 19. yy'da osmanlı'da okuma yazma oranlarını göz önünde bulundurunca bu kişiye hem saygı hem acıma duymadım desem yalan olur ama o, şimdi muhtemelen hakettiği değeri görüyordur sen de sonradan değerlendin ama böyle olması daha iyidir belki de. çoğu muvaffak kişinin değeri sonradan anlaşılıyor.

bu dünyadan ayrıldıktan sonra anlaşılmak sana oralarda nasıl geliyor? iyi mi kötü mü? bunun cevabını merak ediyorum doğrusu.

merak etme hocam, seni toplum içinde prestijimi arttırmak için konuşmuyorum, zaten sevmem böyle şeyler lafı da açılmıyor, için rahat olsun bu konuda.*
bazen konuşacak birilerini arıyorum anlatsam anlamazlar, anlamak için dinlemezler, dinleseler bile cevabını veremezler ki oğuz abi herkesin bir olric'e ihtiyacı varmış be oğuz abi.
hocam,

şu aralar evinle gündemdesin, hayır gülme, gerçekten öyle, beyoğlu'nda bulunan "50 metrekarelik ama dış cepheden geniş gözüken" evin var ya, işte onu konuşuyor ülkemin entellektüelleri, apartmanı bir tutunmuş satın almış, zaten tutunamasa nasıl alacak kocaman apartmanı, alınca da tadilata girişmiş, bizim entelciklerde apartmandan duydukları balyoz sesleri sonucu, anlamadan, dinlemeden, evin yıkılacak diye ortalığı birbirine katmış, zaten bizimkiler hiç bir zaman öğrenemedi,önce bir soruşturup dinlemeyi.

apartmanı alan adamı bulmuş bir gazeteci, adam da şaşkın, "biz" demiş, "apartmanı yıkmayacağız, sadece çatlaklar vardı, tadilat başlattık", sonra da demiş "ben de okudum tutunamayanları, değerlendirelim bu evi", sormuş okuruna, "ne yapmamızı istersiniz, müze mi olsun, otel mi olsun, ne olsun".

ah be oğuz abi, demir ve beton parçalarına ayakların değdi diye bir anlam katmış, tıpkı turgut'un yabancılaştığı eşi gibi davranmışlar, bu seni sahilde uzanıp okumuşlar.

madem okura sormuşlar, ben derim ki, değer vermeyin o eve, okuyun bir daha tutunamayanları, satıraralarını anlamlandırın, bırakın bu maddeye anlam yüklemelerinizi, oğuz abi, inanıyorum ki sen de böyle isterdin, bu evlerinde puf olan kişilere, sen de derdin, müze yapmayın o evi, nolur biri de anlasın beni.

entelimiz böyledir bilirsin, heyecan ararlar ufak hayatlarına, takip eder gözleri etrafı, bir şeyleri protesto etmeyi severler, anlam yüklemelerine bayılır, illa ki bağırırlar, sessiz yapamazlar hiç bir şeyi. diyeceksin sen değil misin, meyvalara, sebzelere bile anlam yükleyen, ama hiç bir zaman tutarlıyım demedim ki ben.

bir film festivalinde, anti-sanat olan bir filmi, onu çok sanatsal bulan ve yönetmenin kemiklerini sızlatan bir güruh ile izlemiş, sonrası alışık olunduğu gibi, kendileri ile nevizade'ye gitmiştim, konuştular, anlattılar anlattılar... sanata başkaldırı olan bir filmin, her karesini ne kadar sanatsal bulduklarından bahsettiler, masada 3-5 kız vardı, amaç onları etkilemekti, kızlar o akşam, en çok sanatsal kare yakalayanda, yönetmeni en çok sevende kalacaktı. daraldım, bunaldım, yapaylıklarından tiksindim, aptallıklarına sinirlendim, kalktım, yürümeye başladım, sarhoştum, nereye gideceğimi bilmiyordum, ben de senin evinin önüne gittim, oralarda bir bakkal vardı, şarap istiyorum dedim, gazeteye sardı verdi, apartmanının önüne oturdum, senin gördüğün manzaraya bakarak şaraptan büyük yudumlar aldım.

olric gelmedi. ama 3-5 tinerci geldi, bana baktılar, dalmıştım, onları algılamadım, "uçmuş bu ehe ehe" diye gülüp yanımdan geçtiler, ben de korktum, son bir kez pencerene baktım, seni göremedim, diğerlerini bulamadım, boş pencereye bir selam çakıp, oradan uzaklaştım.

şimdi tıpkı senmişcesine sormuşlar "sayın okur evi ne yapalım", aslında yıkın diyeceğim ama kıyamadım, müze'nin sana uymayacağına karar verdim, ve sonra düşündüm, ne mutlu ederdi seni, sonunda buldum, cevap veriyorum sayın mal sahibi, mülk sahibi;

"tek kişilik yurt yapın o evi, itü inşaat'ı kazanmış, ama durumu olmayan bir öğrenciye burs olarak bağışlayın, yalnız öğrenci erkek olsun, eve puf girmesin"

eksper-i mental
hocam,

bu sefer kısa yazacağım, merak etme, zira vaktim yok, "zaten neyin var ki" dediğini duyabiliyorum. haklısın. artık vaktim de yok.

bu gün bir yaş daha yaşlandım, ama kutlama yapmayacağım, 2010 doğum günlerini kutlayabileceğim bir sene değil, 2010 kayıplarımın olduğu berbat bir sene, ama bu normal, insan yaşlandıkça; geçen her sene, biraz daha çok şey alıp götürüyor, giderken.

yaşlandıkça insan; bedavaya sahip olduklarını kaybedip, parayla sahip olabildiklerine kavuşuyor.

doğduğunda ailen var, annen, baban, amcan, saçların, vaktin...

yıllar geçtikçe kaybediyorsun onları, parayla sahip oldukların geliyor onların yerine, ev, araba, wii...

doğduğumuzda çok zenginiz be hocam, ne kadar kazansak da fakirliyoruz zamanla...

eksper-i mental
hocam,

son zamanlarda yeni bir dost edindim, onun adı da eksper, 7 yaşında, cin gibi bir çocuk, çok seviyorum onu, gözleri kocaman, sürekli etrafı izliyor, gözleri dönüyor resmen, hiç durmuyor, sürekli merak ediyor herşeyi, sorular soruyor, kocaman yanakları var, kıpkırmızı, henüz sigara içmiyor.

sürekli ben şu olcam, bu olcam diyor büyüyünce, heyecanlı, kıpır kıpır, hayalleri büyük, azla yetinmeyecek ilerde belli, bazen ona sen büyüme demek istiyorum, seni çok hırpalayacaklar büyüyünce demek istiyorum, sigara içeceksin yanakların kırmızı olmayacak demek istiyorum, o tarak girmeyen saçların dökülecek demek istiyorum, diyemiyorum, hevesi kursağında kalsın istemiyorum, mutlu olsun istiyorum, hayallerine ulaşsın istiyorum, ama ulaşamayacak biliyorum, çok üzecekler onu biliyorum, uyarmak istiyorum ama yapamıyorum.

beni çok seviyor, sorularına cevap verdiğim için seviyor, yoksa sevmez biliyorum, o da biliyor, daha yeni sökmüş okumayı, ama sürekli kitaplarımı kurcalıyor, kitaplar alıyor ödünç, onları okuyor, borges bulmuş geçen kütüphanede onu istedi, dedim yaşın daha erken bu ağır bir kitap, olsun okurum diyor, ben de onunla aynı yaşta okumuştum "alçaklığın evrensel tarihi"'ni annemin kütüphanesinde bulup, o da aynı yaşta okusun istemiyorum. bu kitaplar senin sonun olacak demek istiyorum, farkındalık seni mahfedecek demek istiyorum, ama o kadar umutla bakıyor ki gözleri, diyemiyorum, yanaklarını sıkıyorum, kızıyor, çünkü herkes yanaklarını sıkıyormuş, bıkmış, öyle diyor.

insanları seviyor, bir sürü arkadaşı varmış, onları anlatıyor bana, hiç biri arkadaşın değil, hiç biri kalmayacak, demek istiyorum, susuyorum, diyemiyorum, ben onu hiç uyaramıyorum, çok istiyorum ama yapamıyorum, hayal gücü çok geniş, ablasının okuduğu jules verne kitaplarındaki gibi maceralar yaşamayı hayal ediyor, diyemiyorum ki ev ile iş arasında mekik dokuyacaksın ileride, hayallerini yıkmak istemiyorum, yalan olsa da onlara inansın istiyorum, bari bu günlerinin tadını çıkarsın istiyorum.

ailesi ile arası çok iyi, onlardan da bahsediyor, annesine çok düşkün, hep yanımda olacaklar onlar diyor, uzaklara gideceksin, hep yalnız olacaksın demek istiyorum ona, haftada bir telefonda konuşacaksın onlarla demek istiyorum, diyemiyorum, ben onunla pek konuşamıyorum. ona dünya'yı insanları anlatmayı çok istiyorum, ama yapamıyorum, yaralanmasın istiyorum, kimse kalbini kırmasın istiyorum, ama yapamıyorum.

ona bağırmak istiyorum, eksper kal eksper-i mental olma demek istiyorum, yapamıyorum.

oğuz abi, senin selim olduğunu kim bildi de, o bunu bilsin.

bilmiyorum, yapamıyorum, ben artık hiç bir şey yapamıyorum.

eksper-i mental
hocam;
sen ki anlayışsızlıklar içinde anlayışlı olan bir insansın. sen ki bir oyun adamısın. oyunlarla yaşayan'sın, tehlikeli oyunlar'sın ve bir tutunamayanlar'sın. hepimiz birer oyuncuyuz elbette. ama hepimiz birer tutunamayan değiliz. selim ışık değiliz sözgelimi.turgut özben'iz belki biraz. belki biraz günseli'yiz. öyle bir çağdayız ki oğuz hocam; hep maskelerle yaşamak zorundayız. bir maskeyi çıkarıp ötekini takıyoruz. çünkü tutunmak istiyoruz hayata. tutunamayanlar'ın o acı sonlarından korkuyoruz. kişisel gelişim kitaplarından, secret'lardan medet umuyoruz. ince şeyler düşünmek için vakit bulamıyoruz artık. çünkü vakit nakit olmuş bu çağda. kimselerin tuğla kalınlığında kitap okuyacak zamanları yokmuş. öyle diyorlar artık. desinler be oğuz hocam. yine de seni okuyacak üçbeş kişi olacaktır her zaman.
hocam,

ben...

akıllıların arasındaki aptal oldum hep,
aptallarla iken ise, her daim akıllı.

zenginlerin arasında fakir kaldım çok,
fakirler ise "zengin" dedi bana hep.

duygusuzlar, duygusallıkla suçladı beni,
duygusallar ise duygusuz olmakla.

yeteneksizlerin yanında yetenekliydim,
yeteneklilerin yanında ise yeteneksiz.

samimiler yapay buldu beni,
yapaylar ise fazla samimi.

astlarımın yanında üst,
üstlerimin yanında ise ast.
ama bu normaldi.

pek çirkin ördek
yavrusuydum hep,
nerede olsam,
yabancı,
nerede olsam,
iğreti.

durumum hep değişti,
lakin ortalamalık,
düz adamlık,
kader.

bir tek, evet bir tek,
uzaklığım değişmedi.
her zaman, her daim,
uzaktaki oldum,
uzakta oldum.

uzaktakine göre de,
yakındakine göre de.

kaçışım uzaklaşmak oldu,
tuzağım uzaklar oldu,
tutkum uzaklar oldu.

şimdi yine uzaklaşıyorum,
yoldan geçen arabanın
sıçrattığı pis çamur
üstüme sıçramasın
istiyorum.

ne zaman yağmur diner,
ne zaman çamur kurur,
o zaman yanaşırım yine.

ama uzak tutkum olmuş,
yine mesafemi korurum.

ama uzun ama kısa
belirsiz bir süreliğine
oğuz abi elveda.

eksper-i mental
hocam,

japon korku filmleri yüzünden;

küçük kız çocuklarından korkar oldum,
duştan sonra aynaya bakamaz oldum,
ıslak zeminden kıllanır oldum,
en sonunda manyak oldum.
duma duma dum,
kırmızı mum,
ben bir
yalan
uydur-
dum.

hiç te korkmuyorum bile, ne korkacağım abi, yalan söyledim, tek korkum var şu hayatta, o da o şarkı, o çocukken beynime kazınmış, o hüzünlü, o trt kokan çocuk korosunun şarkısı;

tohumlar fidana,
fidanlar ağaca,
ağaçlar ormana,
dönmeli yurduma.

bir de klibi vardı, böyle ormanda çocuklar koşuyor, sanırsın yıllar önce o ormanda kamp yaparken ölmüş çocukların ruhları onlar, nerede gözaltı kahverengi çocuk var, almışlar trt çocuk korosuna katmışlar. zaten ormanları sevmem abi ben, orman deyince piknik geliyor aklıma, piknik deyince de sarısı beklemekten kahverengiye dönmüş yumurtalı kumanya. kestane, gürgen, palamut. hastane'de bir ergen; alpagut.

o şarkıyı dinleyince, bunca yıllık pink floyd'um böyle saykodelik şarkı yapamadım demiş zamanında, mr. floyd;

mr. floyd bana göre waters,
ona göre gilmour,
ama gerçekte barrett.
he wears a pink jacket.

neyse hocam dağılmayalım. minimalist şiir yazalım, son dönemlerde çok moda, moda ne dersen abi, moraş dandurması, mado'muydu o yoksa, karıştı herşey bak yine. evet şiir demiştik, başlıyorum;

saykodelik;
cep delik,
cepken delik.

haykodelik;
haydan delinirik,
huydan dikilirik.

saykodelik,
cepken delik.

hayko cepkin,
pek kinetik.

potensiyelimi iyi değerlendiremiyormuşum oğuz abi, değerlendiremiyormuşum diyemiyormuşum, sen olsan derdin di mi abi, derdin derdin, demendi zaten derdin.

ne diyordum ben, aslında bir şey demiyordum galiba, son zamanlarda azıcık delirdim abi, düşünmekten bir haller oldu bana, üşüşüyo düşünceler, a-be-ce'ler, mini mini birler, mini cooper s'ler.

toparlamak lazım hocam şimdi, mektubu bitirmek, ama bitiresim yok, şiir yazmak istiyorum sürekli, ama yeteneğim yok, denedim bir kaç kere olmadı, damıtamadım düşünceleri, sığdıramadım minik anlamlı cümlelere, oysa nazım hikmet, oysa necip fazıl, ne de güzel yazmışlar değil mi. her ikisinin şiirlerinide seven insan sayısı artınca güzelleşecek belki süpersonik ülkem, ama ben pek rastlamadım öylesine, ya necip fazıl seveceksin, ya nazım hikmet, yahu ben ikisini de seviyorum, dost meclislerinde hep eleştiriliyorum.

eleştirildikçe, tiriliyorum, "tirilili tirilili" çalıyor telefonum sonra, açıyorum;

- efendim?
+ dada
- yok burada
+ dadadada
- baba seni istiyorlar galiba.

hörmetlerimi sunuyorum oğuz abi, hem sana, hem de dadaist olanlara.

eksper-i mental

oğuzatayokurunaedit: oğuz atay hocamız, ölümünün 30. yılında mimar sinan güzel sanatlar üniversite'sinde düzenlenen bir sempozyum ile anıldı. iletişim yayınları da bu sempozyumun notlarını "oğuz atay için" isimli bir kitapta derleyip taze taze bastı. henüz okumadım zira yeni çıktı, lakin okunmalıdır diye düşünmekte, iyi olduğunu tahmin etmekteyim, ilgilenenlere duyurulur.
sayın yazar;
senin üzerinden karı-kız kaldırmaya çalışan güruh hakkında ne düşünüyoursun? hani 'oğuz atay okuyorum, kültürlüyüm' diye yırtınanları kastediyorum...
senin bu müsveddeleri görmeyecek olman içimi bir nebze rahatlatıyor aslında.
sen rahat ol. sevgiler,
constantine.