bugün

hayatın bütün olumsuz yanlarına, bütün sinir bozucu durumlarına ragmen içinizde hos bir tat bırakan babamın değimiyle "insanlık ölmemiş oğlum" dedirten detaylardır.

somutlastırmak gerekirse; vapurla istanbula gittigim bir seferde vapura hafif dilenci görünümlü bir cocugun binmesi ve iki tane güzel, bakımlı, zengin görünümlü kızın yanına oturması. kızların suratlarını bozarak ve homurdanarak kalkıp akranı sayılabilecek bir erkeğin yanına oturması. erkeğinse aynı surat ifadesiyle bir iki saniye içinde yanlarından kalkıp, gidip o dilenci görünümlü cocugun yanına oturması...
(bkz: insanlık ölmemiş oğlum)
work and travel saçmalığı ile gittiğim amerika'dan aylar sonra tekrar yurduma ayak bastım.. atatürk havaalanı'ndan taksim'e türlü rezilliklerle bavulları taşıdım.. a.q. amerika'dan geliyoruz eve iett ile gidiyoruz.. cepte toplasan 5 lira yok.. o derece yemişim parayı.. türkiye'yi de deli gibi özlemişim hani.. gurbette arkadaşlarla olum bizim insanımız şöyledir böyledir, aslandır kaplandır, yardım severdır cana yakındır geyikleriyle birbirimizi kandırdık durduk aylarca.. sonra işte taksim'e gelene kadar o çapa'da fatih'te başıma gelmedik kalmadı.. cüzdanı çalmaya çalışan mı istersin, abi eğlence lazım mı diyene mi kızarsın yoksa otobüs beklerken birader bavullar arabayı çizmesin sakın diye tırsıtan bıyığında ülkü ocağından bulaşma çayla dolaşan siyah pardesülüden tiksinirsin.. bi sürü şey.. insanın binip geri el diyarlarına göçesi geliyo..

sonra taksim'de n'olduysa oldu.. allah sanırım kendi ülkemden nu kadar tiksinmemden razı olmadı, otobüsten inerken ben yaşlarda üniversteli temiz yüzlü bi çocuğu otobüsten inmeme yardımcı olmaya gönderdi.. nereye gidiyosun mecidiyeköy'e falan muhabbet başladı.. o da oraya gidiyomuş.. sonra cevahir'e kadar metroyla beraber geldik.. onun yolu orda ayrılıyodu.. yolunu 15 dakika uzatıp eve kadar taşıdı bavulları..

cerrahpaşa tıpta okuyomuş.. kız olsam yukarı çıkarıp verecem çocuğa o derece kanım ısındı.. dedim insanlık ölmemiş a.q. pekii ben yapar mıydım aynı şeyleri.. yapmak isterdim ama yapmazdım..
yüzlerce kilometre uzaktaki kızımla-ki henüz 4 yaşında- telefonda aramızda geçen dialog:

+baba yemek yedin mi?

-yedim kızım.

+nerde yedin lokantada mı?

-evet kızım lokantada yedim.

+baba hep dışarda yeme hasta olursun. ki burası işte mutluluğun ve hüznün tebessümde buluştuğu andır.

şu an belki maddi anlamda zor anlar yaşıyorum ama beni düşünen bir kızım var. bu aslında bir detay değil, benim için kendisidir hayatın.
mahallemizdeki görme özürlü ve kendisiyle barışık piyango satıcısı komşumuzun "çıkmazsa gözüm kör olsun" diyebilmesi.*
cebinde bir kuruş parası, ne de kimsesi olan, garajda yatan o yaşlı amcanın rüyasında dahi olsa gülümsemesi. buna şehirlerarası bir terminalde rasgelmiştim. o gün anladım ki çok şükür allahım a bu adamı bile güldürebiliyorsun.
kendini unutucak kadar üzüldüğünde, iki kelimeyi bir araya getirecek halin olmadığında, en sevdiğin adamın hayatında olmayacagını anladığında gözlerin dolu dolu gökyüzünün kusursuzluguna bakıp, o kusursuzluğu yaratanın senide yaratmış olduğunu düşündüğün andır.
her zaman yakarabileceğin ve ne istersen söyleyebileceğin birinin olması.
(bkz: allah)
. fakirsen bile şu an karnın tok ise,
borcun olduğu halde halen saygı görüyorsan,
cep telefonuna gsm operatörü dışında, özel günlerde bile olsa sms atan varsa,
sabah uyandığın da kurumuş damağını, kendi çabanla bir bardak ılık su ile ıslatabiliyorsan,
vapurda otururken bir damla tuzlu su suratına çarpıyorsa,
yolda yürürken gördüğün gölgen dimdik ayakta ise,
yediğin bir lokma ekmeği tatlandıracak bir kaşık çorban varsa,
yalnızım dediğin zaman bile evde birilerinin ayak seslerini duyuyorsan,
kafese uzattığın parmağını hala mıncıklayan bir kuşun varsa,
akvaryum da ki balıklarına yem attığın zaman huzur buluyorsan,
sevdiklerin senin geçtiğin yollardan geçerken uyarabiliyor, önerilerde bulunabiliyorsan,
önüne düşen topu çocuklara özel bir hareketle ulaştırabilip, hayranlıklarını kazanabiliyorsan,
taksici ile yolda siyaset, spor; öğretmen ile bilim, oss, okullar, felsefe; doktor ile sağlık, yaşam, doğa, mali müşavir ile para, vergi, ekonomi; bankacı ile borsa, yatırım, döviz; büyükanne ile geçmişi, örfü, adeti, kurtuluş savaşını, atatürk'ü konuşabiliyorsan.
şu an da internet başında içinden gelenleri buraya yazabiliyorsan,
hala kimliğinde tc kimlik no yazıyorsa, hala hayata dair bir takım ümitleriniz var demektir. *
*tüm maddi olanaksızlıklara rağmen eline geçen üç kuruş parayla çocuklarını okutmaya çalışan babaların, annelerin olması.
*ölümden sonra bizi iyi-kötü bir yaşamın olduğunu bilmemiz. aslında ölmediğimiz gerçeği.
*aslında tarihin çok da kötü bir döneminde yaşamıyor olmamız. en azından yiyecek için savaşmıyoruz. bu sebebple öksüz yetim büyümememiz.
*hatrı sayılır sayıda sivil toplum örgütlerinin bulunması. karşılıksız, dünyayı daha yaşanır bir yer yapmaya çalışmaları. (bkz: tema)
*kim ne derse desin, kafası ve vicudu çalışan her kimsenin kaliteli bir iş bulabileceği gerçeği, kazandığı paraları da hayallerini gerçekleştirebilmek için kullanabileceği tezi.
*ne kadar parası olursa olsun starbucks'a mc donald's a gitmeyen, emperyalizimin, hatta siktir ettim emperyalizmi, sırf hava olsun diye gidenlerin yanında, puma şıçsa giyenlerin, reina'lara gidenlerin yanında, bütün bunlara, bu insanlara sırf tepki olsun diye aykırı davranan insanların bulunması. mc donald's ın karşısındaki pilavcıda pilav yemeyi tercih edenlerin bulunması. nike yerine gidip pazardan tişört alanların insanlığa katkısı.
*nerede nasıl davranmasını bilen, gerekli müdahaleyi tam zamanında yapan ve yapacak olan bir ordunun bulunması.
*dinimizin islam oluşu.
*mustafa kemal atatürk gibi bir önderimizin bulunması.
*istanbul, eskişehir, izmir, antalya, urfa vs gibi onlarca süper şehre sahip olmamız. farklı kültürler içinde büyümemiz, tek tip insanımızın olmaması..

gördüğünüz üzre, faklı açıdan bakarsanız listenin uzayacağını fark edeceksiniz.
Sıcaktan bunalmış bir kediye su içiren abimiz.

Yer:bursa
Tarih:17.08.2016

iyi olmak aslında çok kolay.

görsel
aldatılmışsındır, hem de yemeğini paylaştığın, sigaranı bölüştüğün, gecenin bir körü sevgilinin sıcak yatağıdan uyanıp üstünü örttüğün, değer bilmez, insanlıktan çıkmış itin tekiyle. telefonda öğrenmişsindir olan biteni. iki gün gözüne uyku girmez, bir lokma bir şey yememişsindir. konuşamazsın kimseyle, anlatılmaz yaşanır cinstendir çünkü yaşadıkların, her an bir üçüncü sayfa trajedisi yaşanacakmış havasında cereyan eder içinde, tüm yaşadıkların. en kötü tarafı da ağlayamazsın ne kadar çok istesende, bi ağlayabilsen bitecektir, gidecektir içindeki tüm sıkıntı ama nedendir bilinmez bir türlü çıkmaz gözünden yaşlar, orta birikir birikir içine akar. üçüncü gün dayanılmaz hale gelmiştir herşey. gecenin bir körü döne döne uyuyamadığın yataktan fırlarsın birden, iki çift söz söylemek için sana bunları yaşatanlara. saat henüz sabahın ilk ışıklarına ulaşmadığından, küçük kasabanın büyük camisinin altındaki otobüs yazıhanesi kapı duvardır. tüm kasaba uyumaktadır horul horul sana inat. oraya gidersin olmaz buraya gidersin olmaz, vakit geçmez birtürlü. dolandığın her yerden görünen o kocaman cami devamlı gözüne takılır her volta dönüşlerinde. en nihayetinde içeri girersin kendine göre küçük olan kapısından. bomboş, kocaman, yalnızlık ve huzurdur seni kucaklayan. yığılırsın üç beş adım sonra, çünkü dayanacak güç kalmamıştır bünyede. susarsın susarsın uzunca susarsın ve sadece dinlersin içindeki kendini. dua etmeye başlarsın sonra, ağlayabilmeyi istersin, birileri tarafından karşılık beklemeden mutlu edilmeyi dilersin, insanlığı sorgularsın, aranızda kimse yoktur. ayağa kalkarsınız yavaşca, bir damla gözyaşı süzülüp yere düşer siz doğrulurken. daha sonra dışarı çıkıp bilet aldığınız muavinle konuşurken kekelememenizi sağlamıştır bu bir damla. otobüs gelmiş ve siz koltuğunuzu bulup oturmuşsunuzdur beş saatlik yolculuğun size günlerce sürmüş gibi geleceği yolculuğunuza başlamak için. sonra yanınıza bir adam gelir söylene söylene, selam verir size almazsınız yol boyu bi de onunla konuşmamak için. discman in kulaklıklarını takarsınız. kulağınızda can kırıkları albümü yankılanır, şebnem ferah söyledikçe siz daha bi kötü olursunuz. eziyettir bir bakıma bu ama kendinizi hissetmenizi sağlar, bi taraftan da yaşadıklarınızı yaşatır tekrar tekrar. küçük şehirler arası yolculuk yapan otobüsünüz yine saçma sapan bir yerde durmuş ve mola vermiştir. yanınızdaki adam kalkar gider işemek için. yine söylenip söylenmediğini duymamışsınızdır bu sefer. sonra geri gelmiştir elinde simitlerle. tekrar oturmuştur yerine ve elindeki bir simiti size doğru uzatır. siz yarım suratla geri çevirirsiniz bu teklifi. sonra bişeyler söylemeye başlar , mecburen çıkarırsınız kulaklığınızı. -al evladım der yaşlı amca, sonra patlatır belki de onun için anlamsız olan cümleyi; -insanlık öldü mü? bi simitten ne çıkar? siz buruk bir şekilde kabul eder ve teşekkür ederek cama doğru dönersiniz iyice. çünkü gözünüzde biriken yaşlar bir bir dökülmeye başlar, yolbitene kadar hiç durmadan dökülürler, hıçkırmamak için, burun çekmemek için zor tutarsınız kendinizi. huzurdur o yolculuk artık ve gözyaşlarıdır. bir de umuttur, yakarışlarınızın karşılığını aldığınız için.
ilceler arası otobusde kulaklıkta ki sesi ayarlayamayıp fd nin cok asik sarkısını avaz avaz tum otobüse dinletmek sarkı bitiminde yanda oturan teyzenin "hayırlısı olsun kızım guzel seyler bunlar" diyerek gulumseyip sırtı sıvazlaması ve bunun sonucunda hayat ne kadar beter olsa da mutlaka karsınıza size icten gulumseyecek birisini cıkardıgı gercegini anlamak.
baş parmağınızın, bebeğinizin minicik elleri arasında sımsıkı sıkıldığını görmek.
annem altı aylıktan beri* komşumuzun küçük kızına bakıcılık yapıyor. kadın sabah battaniye ile getirip prensesi bize bırakıyor ve akşam beşte gelip alıyor.

biraz önce okuldan geldim koşup sarıldı bana "abacım, abacımm" diye. ben de oturup oynadım biraz.

anneme "anne sen de bunu al" dedi oyuncakları paylaştırırken.
"senin annen mi kız o? benim annem ya" dedim ben de gülerek.

o da farkında kendi annesi olmadığının. "yaaa, ama ya. bana ne!" dedi.

azıcık mıncırıp odama geçtim. biraz önce içeriden gülme sesleri geliyor. annem bunu ayağında sallayacak. yatırmış ayaklarına, oyun yapıyor. bizimkinin de keyfi yerinde. sevecek öpecek uyutacak sonra da. "hadi" dedi annem "yeter bu kadar. şimdi uyucan sen."

tam çay almaya çıktım salonun kapısından geçerken "ade"* dedi bu. "sen anne gibisin."
"tabi, ben çok çok seviyorum çünkü kuzumu." dedi annem de.

ah dedim sözlük vallahi annem diye demiyorum, şahsen ben de çok severim çocukları ama bu kadarını yapamazdım. en azından dört yıl boyunca haftada beş gün başka birinin çocuğu için yapamazdım. ah dedim ilerde benim de evladım olursa inşallah ya annem bakar ya da annem gibi birini bulurum.
elinde ses cikaran aletle* asfalti delen iscinin, bebek arabasinda goturdugu bebegiyle* karsidan karsiya gecmek uzere olan bir anneyi gorunce once kendi elindeki makinayi durdurmasi, daha sonra yolun karsi tarafindaki arkadasina isaret ederek onu da susturmasi ve anne-cocugun gecisini beklemesi.