bugün

(bkz: barış için savaş)
soguk ve sicak cesitleri olmasina karsin aslinda butun cesitleri soguk olan 'insan'in icini urpertdigi gibi aci da olan beşeri bir kavramdır..
dünyada insanların yaptığı en saçma eylemlerden biri. nedense bütün dünya insanları karşıdır ama 1 kaç saçma sapan ülkeyi veya ülkereleri yöneten yada yönetme isteği bulunan (ÖR;ABD) kişiler yüzünden mağdur duruma düşüp ellimizden birşey gelememesi kadar acı verende birşey yoktur...bu ülkelerde görünürde savaş istemezler ama''gerekirse savaş olur'' gibi sözlerin arkasına sığınılır ve bu fillerin çimenler üstündeki dansından farksızdır ve herzamanki gibi olan çimenlere olur...
(bkz: vicdani red)
israil & lübnan

ya da edit'e basmadan editlemek gerekirse:

abd & lübnan veya dr. jekyll & mr. hyde!
dünyanın en eski olgularından biridir.Ancak savaş tarihini insanlık tarihi ile eş tutmak da yanlıştır. Quincy Wright A Study of War adlı kitabında savaşın tanımını aynı türden farklı bireyler arasında gerçekleşen şiddet teması şeklinde yapmıştır. Başka bir değişle savaş tarihi dünyada ilk canlı türlerinin ortaya çıkmasıyla başlamıştır diyebiliriz. Aslanlar ve kaplanlar arasındaki kavgadan iki ilkel kabile arasındaki bir su kaynağının paylaşımı üzerindeki kavgaya kadar her şey bu tanıma uymaktadır.

Q. Wrightın bu tanımı savaş hakkındaki en genel tanım olması nedeniyle her alandan araştırmacı tarafından kabul edilmiş bir tanımdır. Ancak bu tanım tarihteki ilk savaş tanımı değildir. Savaş kavramının ilk olarak tanımlandığı yer eski Yunandır. Heraklaitosa göre savaş karşıtların çatışmasıdır. Herakleitos çelişkilerin kavgaya neden olduğunu ancak savaşın her zaman başarısızlığa değil, tersine çoğu kez bir gelişmeye neden olduğunu vurgulamıştır.

Romada ise Düello kavramından geliştirilen savaş kavramı (bellum), güç kullanarak mücadele etme anlamında kullanılmıştır. Bu noktada önemle belirtilmesi gereken konu, savaşın bir süreç değil, bir olgu yada durum olarak ele alınmış olmasıdır.

Orta çağda ise savaş üzerine en detaylı araştırmaları St. Augustine yapmıştır. St. Augustine uluslararası her faaliyeti bir hayatta kalma mücadelesi olarak tanımlamıştır. Ona göre doğal bir durum olan savaş, basit olarak direnişin kırılması ve zapt edilmesi durumudur. Hristiyanları bir bütün olarak gören St. Augustine bu bütünün doğruyu ve esenliği, diğerlerinin ise kaosu temsil ettiğini savunur. Bu durumda mücadelenin meşru zemini hazırlanmış olmaktadır. Diğer bir değişle haklı (meşru) savaş kavramı ortaya çıkmaktadır. St Augustine bir savaşın haklı olabilmesi için üç koşul saymıştır. Buna göre öncelikle haklı savaş yöneticiler tarafından ilan edilmiş savaştır. isyancı bir güç tarafından ilan edilen savaş haklı bir savaş değildir. ikinci olarak savaş için bir neden olmalıdır. Diğer bir değişle saldırıya uğrayanın bunu hakketmesi lazımdır. Son olarak da St. Augustine savaşın ancak barış için yapılırsa haklı olabileceğini savunmuştur.

Ayrıca savaşın tanımı inceleme alanlarına ve analiz düzeylerine göre de farklılıklar göstermektedir. Uluslararası ilişkileri ekonomik bakış açısından inceleyen Wallersteina göre savaş;mevcut ekonomik aktörlerin lehine işleyen bir dünya pazarı oluşturması maksadıyla kapitalist dünya ekonomisinin kurumsal yapılarını şekillendirme mücadelesidir. Devlet seviyesinde inceleme yapan Clausewitze göre ise savaş düşmanlarımıza isteklerimiz zorla kabul ettirme eylemidir. Yine Clausewitze göre savaş politikanın başka araçlarla devamıdır.Eğer bir politik bir hedefe ulaşmak istiyorsak savaş bunun aracıdır ve araçları hiçbir zaman amaçlardan izole bir biçimde düşünemeyiz.

Uluslararası hukukun babası olarak kabul edilen Grotiusa göre ise savaş güç kullanarak çarpışanlar arasındaki durum olarak tanımlamıştır. Buna göre bireyler, isyancılar ve hukuki olarak eşit olamayan taraflar arasındaki çarpışmalar savaş kapsamına dahil değildir.

Sosyologlara göre ise savaş sosyal olarak tanınmış gruplar arasındaki şiddet içeren çatışma olarak tanımlanmaktadır. Sosyologlar taraflar arasındaki mücadele doğal olarak en baştan itibaren şiddet içermek zorunda değildir derler ancak askeri çatışma yoksa savaşta yoktur demekten de geri kalmazlar.

Günümüzde bir savaşın nasıl başlayacağı, bir çatışma durumunun hangi koşullarda savaş sayılacağı uluslararası antlaşmalarla belirlenmiş durumdadır. LaHey antlaşmalarının birinci maddesine göre bir silahlı çatışma önceden uyarı yapılmak kaydıyla iki şekilde başlar. Birincisi, isteklerin yer aldığı ve kabul edilmezse savaş olacağını belirten ültimatom vermektir. ikincisi ise savaşın ilan edilmesidir. Bir savaşın ilan edilip başlanması önemlidir. Çünkü sadece savaş durumunda geçerli olan savaş hukukunun uygulanması için savaşın ne zaman başladığının tespiti önemlidir.

Savaşın başlaması kadar sona ermesi de tespit edilmesi güç bir durum yaratabilir. Öncelikle iki taraf arasında ilan edilen bir ateşkes çarpışmalrın durmasına neden olur. ikinci safhada da resmi bir antlaşmayla veya askeri harekatın sona ermesi ile taraflar arasındaki çarpışmalar durur.
nedenlerini şu şekilde sıralayabiliriz.

savaşın nedenleri

Bir çok tanımı yapılan savaşın nedenleri de çok çeşitlidir. Bazılarına göre savaşın nedeni sadece bir savaştaki olay, durum veya bir kişilik olabilir, ancak bazılarına göre ise tüm savaşlara neden olacak genel geçer savaş nedenleri bulunabilir. Bu farklı düşünceleirn temel sebebi neden kelimesine yüklenen anlamdadır. Grotiusa göre devletlerden arasında savaşa neden olmayacak hiçbir şey yoktur. Savaşı doğal bir olgu olarak gören bir diğer düşünür olan ibni Halduna göre ise savaşın temel nedeni insan gruplarının diğer gruplardan intikam alma isteğidir. Kısaca iki taraf karşı karşıya gelirse bir taraf saldıracak diğer tarafta kendini savunacaktır.

Savaşın tek bir nedeni olduğunu öne süren ve bunu bulmaya çalışan teoriler bu alanda çalışan birçok araştırmacı tarafından eleştirilmiştir. Onlara göre savaşı tek bir nedene bağlamak başlı başına temelsiz bir yaklaşımdır. Timasheff in herhangi bir şeyin savaşa neden olması mümkündür ama hiçbir şey kesin olarak savaşa neden olmaz ifadesi savaşın nedeninin tek bir unsura dayanmasının ne kadar yanlış olduğunu ortaya koyan bir sözdür. Bu nedenle savaşın nedenleri üç farklı kategori altında incelenmelidir.

a)bireysel nedenleri

Buna göre savaş insanoğlu var olduğu sürecek var olacaktır ve bunun temel nedeni ise insanoğlunun davranışlarında saklıdır. Kişisel düzeyde bu konuyu değerlendirenlere göre insanın doğasında bir saldırganlık bulunmaktadır. insanlarda bulunan bu saldırganlığın bir üst seviyede tüm toplumu etkilediği ve savaşlara neden olduğu kabul edilmektedir. Burada bir temel sorunun cevabını bulmak gerekmektedir: Acaba saldırganlık insanoğlunda doğal olarak, doğuştan mı vardır, yoksa sonradan yaşayarak görülerek mi öğrenilmiştir?
Saldırganlığın insanın doğasında var olduğuna dair görüşler genel olarak Hobbesian görüşler olarak bilinse de aslında bu görüşlerin temeli Antik Yunana kadar uzanır. Tchucydidese göre insanın doğasında bulunan kavganın nedeni olarak üç temel nokta vardır. Bunlar rekabet, çekingenlik ve zaferdir. Diğer bir değişle insan kazanç, güvenlik ve ün için savaşır.

Çağdaş dönemde saldırganlığın insanın doğasında var olduğu görüşünü savunanların başında etologlar gelir. Etologlara göre saldırganlık insanoğlunun en ilkel içgüdüsüdür. Bu içgüdü nesiller boyunca kalıtım yoluyla devam etmiştir. Böylece türler hayatta kalabilmişlerdir. Ancak etnologların bu görüşleri bilim dünyasında pek taraftar toplayamamıştır. Öncelikle günümüzde saldırganlık bir içgüdü olarak kabul edilmemektedir. Ayrıca insan diğer hayvanlarından farklı olarak düşünülmektedir.

Bu tartışmanın diğer tarafında ise insanın saldırganlığının sonradan öğrenildiğini savunanlar bulunmaktadır. Bu düşünceyi başta davranış psikologları ve antropologlar savunmaktadır. Antropologlar insanın doğuştan savaşcı değil aslen barışçı bir varlık olduğunu ve eğer varsa saldırganlığını sonradan sosyal evrimle öğrendiğini savunmaktadırlar. Onlara göre bunun tersini ispat eden hiçbir kanıt yoktur. insan, sosyal olarak gelişim gösterdikten sonra saldırganlaşmaya başlamıştır. Örneğin tarıma dayalı yaşamaya başlayan insan toprağa sahip olmuş ve bu toprağı kendi türlerinden korumak için saldırganlığı öğrenmiştir.

Sonuç olarak insanın içinde doğal yada öğrenilmiş olsun bir şiddet eğilimi bulunsa da bu potansiyel savaşın başlamasını açıklamak için yeterli değildir. En başta her insan içinde bulunduğu koşullardan farklı olarak etkilenir ve farklı davranış biçimlerinde bulunabilir. Kısacası bireyin saldırganlığının devletler arasında meydana gelen savaşlarda ne kadar etkili olduğu konusunda ampirik olarak bir kanıt bulunamamıştır.

b)devlet düzeyinde savaşın nedenleri

Devletler yüzyıllardır birbirleri ile savaşmışlardır. Bu savaşların sonunda bir çok devlet yıkılırken yine bir çok devlet ortaya çıkmıştır. Bu noktada sorulması gereken soru bu devletleri bu kadar savaşçı yapan nedir?

Burada birinci önerme devletlerin yönetim biçimlerinin savaşa eğilimlerini belirlediği yönündedir. Buna göre eğer devletin yönetim şekli demokratik ise devlet daha barışçı otokratik ve baskıcı ise devlet daha saldırgandır. Mousseau ya göre demokrasiler kültürel materyalizmi temel alır. Anlaşma ilişkileri (contract relaitons) toplumda en önemli kuraldır. Burada da esas kendi kendine kazanma, müzakere etme ve uzlaşıdır. Demokrasilerin savaşa daha az meyilli olmasının da nedeni budur. Çünkü demokratik toplumlarda halk yöneticisinin bu kurala uymasını bekler: müzakere et, uzlaş ve kazan.

Ancak bu önermenin doğruluğuna yönelik tarihte pek örnek yoktur. Örneğin demokrasinin beşiği kabul edilen ingiltere en çok savaşan devletler sıralamasında üst sıralarda yer almaktadır.

ikinci önerme ise devletlerin ekonomik yapılarının savaşa neden olduğu üzerinedir. Buna göre tarıma dayalı toplumlar sanayileşmiş toplumlara oranla daha az savaşa meyilli olmasına rağmen avcılık ve toplayıcılıktan tarıma geçen toplumlarda toprağın değerinin artmasıyla bir metaya dönüşmesi saldırganlığı artıran bir etken olarak göze çarpmaktadır.

Sonuç olarak bireysel seviyede savaşın nedenini tam olarak tespit etmek ne kadar zorsa devlet seviyesinde de savaşın tam nedenini tespit etmek oldukça güçtür.

c)sistem düzeyinde savaşın nedenleri

Uluslararası sistem düzeyinde tartışmaların en önemli noktası sitemdeki güç dağılımı ve bu dağılımın savaşa olan etkisidir. Genel anlamda güç dengesini savunanlara göre gücün dağılımında oluşan denge barış ve istikrarı getirecektir. Organskiye göre savaşın kaynağı sistemdeki aktörlerin güçlerinde meydana gelen değişiklerdir. Diğer bir değişle sistemde dengesizlik oluştuğunda, örneğin, sisteme egemen olan bir devlete en az onun kadar güçlü bir rakip çıktığında savaş olasılığı artar. Çünkü bu iki güç sistemin hakimiyeti için savaşacaktır.

Sistem düzeyinde savaşın nedenlerinde ikinci önerme ise W. Thompson ve G. Modelskinin uzun döngü teorisidir. Bu çalışmaya göre 1500 yılından beri sistemde birbirini takip eden bir biçime bazı egemen bir güç haline geldiği vurgulanmıştır. Dünyaya egemen olan bu büyük devletlerin yükselmesi ve düşüşleri bir döngü ile gerçekleşmiştir.

Bu konudaki üçüncü önerme ise I. Wallerstein ın Dünya sistemi teorisidir. Bu teoriye göre dünya ekonomisi üç bölüme ayılmaktadır; merkez, çevre ve yarı çevre. Diğer yandan merkez devletlerde kendi arasında ikiye ayrılır; Hegemonik devlet ve sıradan merkez devletler. Dünya sistemi teorisine göre savaş her zaman kapitalist dünya ekonomisin gelişmesinin ve genişlemesinin içinde var olmuştur. Savaş ihtimali hegemon aktörün eline güç geçtiği zamanlarda azalmaya başlar. Dünya savaşları Hegemonik merkez devletin inisiyatifi ile değil diğer merkez devletlerde ortaya çıkan rakiplerin arasından birinin meydan okuması ile gerçekleşir. Ancak çoğu zamana bu meydan okuyan devlet başarılı olamaz. Çünkü var olan durumdan memnun olan diğer merkez devletler kendisini desteklemezler.

Savaşın nedenlerini incelediğimizde şunu belirtmek gerekir ki her hangi bir seviyede savaşın tek bir nedenini bulmak hem doğru değildir hem de mümkün değildir. Ancak şunu da belirtmeliyiz ki savaş nedeni olarak ortaya çıkan herhangi bir casus belli sadece bir mazerettir, bardağı taşıran son damladır.

kaynak: yaptığım bir ödev.
Savaş ne ki..

başarmanın diğer adı..

savaş ne ki..

biz değil miyiz taa başından beri yani bireysel tarihlerimizin başından beri başarmak için eğitilen,

eğilip bükülen, hizaya getirilen, adam edilen, kazara işe yaramayacağı fark edildiğinde anında gözden çıkarılan..

biz değil miyiz okulda, iş yerinde, sokakta, evde, ailede, sevgilide, arkadaşta, çocuklarımızda, kimi bulursak karşımızda

ya da yanımızda diş geçirebileceğimiz, her fırsatta basit egolarımız küçük hesaplarımız, beynimize kazınmış aşağılık tutkularımız,

yoo hayır tutku fazla gelir burada, kavramı bok etmeyelim, beklentilerimiz daha doğru.. evet basit beklentilerimiz uğruna, her tanrı,

yoo hayır tanrıları da boklamayalım, doğrusu her insan günü için, rahatlıkla cinayet işleyen.

Savaş ne ki..

mutluluğun diğer adı..

savaş ne ki..

asla sağalma umudu olmayan insanın , bu konuda bütün inançlarını kaybetmiş insanın

gösteri alanı..kendini kendi yarattığı tanrılara karşı kanıtladığı arena..



savaş ne ki..

Savaş spartaküs..kazandığı anda yenildiğini anlayan..

Savaş aşk.. kazanmaktan korktuğu için yenilmeye razı olan..

Savaş bir lokma ekmek.. her şeyini dibine kadar satmaya razı olan..



Kendine karşı savaş veremeyen insan, hangi savaşın ahkamını kesecek..

Kendi varoluşu için birlikte yatıp kalktığına ve kendine eza göstermeyi marifet sayan insan, hiç tanımadığı , bilmediği,

gerçekte insandan bile saymadığı diğerleri için hangi yalan hislerin arkasına sığınarak kendini gizlemelere kalkışacak,

buna hangi tarih inanacak, ve o nasıl anlayacak ki üç kuruşluk kişisel hesapları için en yakınındakileri satmıştır,

çok uluslu şirketler, yani parantez açalım insan değil sermayeden söz ediyoruz beyler, insan insanı satarken,

sermaye uzaklarda bir coğrafyayı yok etmiş bu arada, lafı mı olur..



Savaş ne ki..

O bizim içimizde.. Biz onu defetmedikçe , uzaklarda bir yerde , yada bir gün bizim kucağımızda,

yaşama hakkı elinden alınan bir çocuk için döktüğümüz gözyaşları anca kendimizi kandırır,

yarattığımız tanrılar inanmaz..çünkü onlar bilir..



Ta başından beri biliyorlar üstelik..

Savaş ne ki..

O Biz'iz..
En güzel tanımıyla: "Savaş Zaruri Olmalıdır, Zaruri Olmayan Savaş Cinayettir." *
''Ben barış için mücadele etmek istiyorum. insan savaş hizmetini reddetmediği sürece hiçbir şeyin savaşları ortadan kaldırması mümkün olmayacaktır. insanın inandığı bir şey, örneğin barış uğruna ölmesi, inanmadığı, örneğin savaş gibi bir şey yüzünden acı çekmesinden daha iyi değil mi? Ders kitaplarımız savaşı yüceleştirmekte, dehşetlerini ise anlatmamaktadır. Bu yöntemlerle çocuklara nefret aşılanıyor. Ben onlara barışı öğretmek istiyorum, nefreti değil; sevgiyi öğretmek istiyorum, savaşı değil! ''

- Albert Einstein -
savaş çoğu zaman savaşanların bile ne olduğunu bilmediği ve hiç bir zaman kazananın olmayacagı sadece iktidar odaklarının kar sağlıyacağı insanlık suçu olmuştur.
hayvanların karın doyurmak için yaptıkları, insanlarınsa "bizim de öyle canım doğa kanunu" gibi saçma bi açıklamanın altına sığınıp zavallılıklarını bir birleri üzerinde denedikleri ve vazgeçemeyecek kadar kölesi ve bağımlısı oldukları bir "yaşayamama ve anlaşamama" sendromu.
Etrafımızdaki silah sesleri Duymamızı Zorlaştırıyor,Ama insan sesi diğer seslerden çok daha farklı,
Öyle bir seski diğer sesleri bile içine gömüyor.Hatta bağırmıyorken bile, hatta fısıltıyken bile.
En küçük fısıltı bile Orduların Sesini bastırıyor,Çünkü Gerçeği Anlatır...
ismini hatırlayamadığım bir film'den alıntıdır.
örgütlenmiş insan toplulukları arasındaki silahlı çatışma. savaş, akıl almaz vahşetle örülmüş şiddeti, onulmaz felaketleri ve acıları ifade ediyor.
bosna savaşı'ndan sonra çekilmiş bir belgeselde yaşadıklarını anlatan bir kadın, gözleri dolu dolu uzaklara dalarak savaşla ilgili şu cümleyi kurmuştu ki henüz 15 yaşlarında olmama rağmen resmen dağılmıştım;

"savaş, insanların televizyonlarının karşısına geçip çerezlerini yiyerek dinledikleri haber değildir."

ne kadar da doğruydu söylediği. hakikaten de savaş kültürümüz cerezlerimizi yiyerek dinlediğimiz haber görüntülerinden ibaretti. ne babamızın ailemizin gözü önünde tecavüze uğramıştık ne de sevdiklerimiz; konumuz komşumuz, ailemiz, arkadaşlarımız gözlerimizin önünde öldürülmüştü...

hiç unutmadım bu tanımlamayı. hiç unutmadım o kadının bakışlarını...
http://img457.imageshack.us/img457/530/savajc4.jpg
savaş ve onun etkileri üzerine etkileyici bir yazı için;
http://www.milliyet.com.t...06/12/11/yazar/altan.html.
''milletin hayatı tehlikeye girmedikçe savaş bir cinayettir'' demiş mustafa kemal atatürk. şimdi bazı ülkelerin çıkar savaşlarını görünce ''ne çok cinayet işleniyor'' hep beraber izliyoruz.

(bkz: izlemek)
(bkz: kapitalizm)
kapitalizmin hayatta kalmasını sağlayan en büyük damar.
insanlığın özü ve normal yaşam sürecinin işlemesi ile zıtlaşan olgu.
"barış zamanı oğullar babalarını, savaşta babalar oğullarını gömer" (herodot). herhalde, bu söz tanım cümlesini daha fazla somutlaştırmıştır.
heraklietos'a göre "savaş her şeyin babasıdır"."var olmaktan var oluşa kendini dönüştürebilir,savaşmaksa bunun ön koşuludur."
içimizde var. hepimizde ayrı ayrı... şimdi hesapla kaçıncı içdünya savaşında olduğunu ve kendine böl...
iyi niyetli insanların sürü sürü kurban edildiği bir eski çağ töreni, bir suçsuzlar katliamı. * *

--spoiler--
daniel ve marcelle patikada ilerliyordu. daniel düşündü: ' bu saf, berrak gökyüzünü kendi elleriyle yırtacak, parçalayacaklar! birbirlerinden nasıl da nefret edecekler! nasıl da korkacaklar! ve ben bu kin denizinde dalgalanacağım.
--spoiler-- *
birinci dünya savaşı'nın başlamasının gerçek nedeni, bir sırp delikanlısının sarajevo'da avusturya veliahtını kurşunlaması değildir. ama o kurşunun savaş için bahane edilmesi, olayı, bir kovboy filmine benzetmiştir. kovboyun biri barda birine yumruk atar, bunu gören başka biri onu yumruklar... derken bütün meyhane birbirine girer, her şey tuzla buz olur. derinine gitmeden bakılırsa, birinci dünya savaşı'nın görünümü bu değil midir? derinine dedim ya, onun da üzerinde duralım; birtakım derin ekonomik nedenleri var diye, o korkunç savaşı olağan görmek zorunda mıyız? kapitalin büyümesi, yeni pazarlar gereksemesi bir ekonomik yasadır diye, doğa afetlerinin kaçınılmazlığını toplum bunalımlarına da tanımak, insanı ilkelleştirir. değiştirirsiniz o toplumun yapısını, dünyayı kovboy meyhanesi olmaktan kurtarırsınız.

savaşı toplumsal yasaların ürünü sayıp, olağan görmekteki o sözüm ona bilim saygısını bir yana bıraksak da, bütün savaşların, savaş alanı dışında yol açtıkları zulme ne demeli? jean paul sartre, "zulüm makinesi bir kez kurulmasın, zalimler nasıl olsa çıkar" demişti cezayir olayları sırasında. "büyük yunanistan" diye adlandırdıkları ideal uğruna, yunanlıların anadolu'da suçsuz halka zulüm etmeleri de bilim saygısı ile karşılanamaz ya! ben, kendimi bu türlü bilimsel açıklamalara kaptırmayıp, olayları basit bir gözle görmeyi tercih ediyorum.

savaşın yaşam için vazgeçilmez sayılması, insanı hayvan yerine koymaktan başka anlama gelmez; "hayvan" sözcüğünü aşağılatıcı anlamda kullanmıyorum, savaş hayvanlar için tek yaşama yoludur. oysa, uygarlıklar kuran insanda, onsuz olunamayacağı düşüncesi umut kırıcıdır, karamsarlık vericidir.

savaşın bir gün yeryüzünden kalkacağı umudunu silerseniz, yarın için, yarınki kuşaklar, insanlık için bir şeyler bırakmak hevesi de söner. gerçekten, savaşın sürekli sayıldığı, sürekli kılındığı çağlarda sanat ve bilim duraklamıştır. sözgelişi, ikinci dünya savaşı'nın birtakım bilimsel buluşlara yol açtığını ileri sürenler tümden yanılmaktadırlar, bütün çağdaş bilim adamlarının söyledikleri bunun tam tersidir.

savaş bir kez yerleşti mi, ona alışanlar, onu sevenler, onsuz olunamayacağını düşünenler çıkar, artık yaşamak küçümsenir, giderek ayıplanır, bireyin canı hiçe sayılır. korkulu yaşam unutturur aşkı, türküyü.

(bkz: savaşa hayır)